Kalkan: Faşizmi geriletmek için mücadele yükseltilmeli

Kalkan: Özgürlük Mücadelesine, demokrasi mücadelesine dört elle sarılmak lazım, daha çok yönelmek gereklidir, herkes olduğu yerde mücadele etmelidir.

1 Mayıs, Türk devletinin Kürdistan’a yönelik düzenlediği soykırım saldırılarını, koronavirüs salgınını değerlendiren PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, “Kürdistan’daki özel savaş bir soykırım savaşıdır. Dolayısıyla hiçbir ilke, ahlaki, hukuki ölçü onu bağlamıyor. Amacı yok etmektir, karşıdakini soykırıma uğratmaktır. Kararını öyle vermiş ona göre yürütüyor ve özel savaşı tüm boyutlarda dört başı mahmur bir biçimde yürütüyor” dedi.

Faşizan saldırılara karşı örgütlenmenin önemine dikkat çeken PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan: “Gerillaya katılabilen gerillaya katılmalı, dağa çıkan çıkabilmeli, çıkamayan şehirde yapmalı, siyasi mücadele yürüten siyaset yapmalı, toplumsal mücadele yürüten mücadele yürütmeli ama herkes mücadele etmelidir. Bu faşizmden bir şey beklememek ve istememek gereklidir. Ondan bir şey isteyerek kazanacağımızı sanmamamız lazım.”

Salgını bahane eden küresel güçler ile iktidarlar son bir yılda işçiler ile emekçilerin haklarını daha fazla gasp etti, insanlığın büyük bedeller ödeyerek elde ettiği haklar teker teker ellerinden alınıyor. Böyle bir süreçte emekçiler ne yapmalı, nasıl bir mücadele içinde olmalı?

Soru olarak belirtilenler doğrudur. En son gündemleştirilen koronavirüs illeti gerçekten de insanları nefes alamaz hale getirdi. Yepyeni bir durum ortaya çıkardı. Toplumsal yaşamın ve birey yaşamının eski birçok biçimini ortadan kaldırdı. Ölü sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Hastalar yüz milyonlarla ifade ediliyor. Her gün büyük bir korku tüm toplumlarda yayılıyor. İnsanlar, toplumlar daha fazla denetim altına alınmaya, mevcut sistemin iktidar ve devlet güçlerinin çıkarları doğrultusunda hareket etmeye daha çok zorlanıyor. Bu temelde geliştirilmiş ciddi bir baskı var, yeni kanunlar, yaklaşımlar söz konusudur. Adeta ‘evde kal’ adı altında insanlar hapsedilmiş durumdalar. Dünya, mevcut sistem tarafından bir hapishane haline getirildi. İnsanların ‘ev’ diye tanımladıkları ve rahat bireysel yaşam olarak gördükleri alanlar şimdi kendileri için birer hapishane haline getirildi. Orada kalmaya ve her türlü toplumsal ilişkiden koparılmaya mahkum ediliyorlar. Bütün bunların ortaya çıkardığı ciddi bir rahatsızlık, tepki var.

ÖRGÜTLÜLÜK ŞARTTIR

Başlangıçta 2020 yılının ocak ve şubat aylarından itibaren özellikle internet, televizyon yayınlarının etkisiyle insanlar korkutularak böyle bir baskı sistemi çok daha fazla geliştirildi. Süreç ilerledikçe bu korku biraz öfkeye ve tepkiye dönüştü. Bu işin ne olduğu, nereden kaynaklandığı, hangi sonuçları doğurduğu biraz daha çok görüldükçe insanlar kısmen korku duvarını aştılar, onun yerine büyük bir tepki ve öfke ortaya çıktı. Bu bir gerçektir. Peki bu öfke nasıl örgütlü hale getirilir? Öfke örgütlenemez, öfkeye dayalı bir örgüt olmaz. Ancak şu olabilir: Öfke tepkiye dönüşebilir, tepki bir isyana, ayaklanmaya, yıkıcı hareke dönüşebilir, onu ortaya çıkarabilir, fakat bu örgütlü olmaz. Kendiliğinden olur, ani gelişmeler biçiminde ortaya çıkar, ne tür sonuçlar verir, nereye varır, tabi bunlar bilinmez. Bunu da ancak gelişmeler gösterir. Peki bu büyük öfkeyi ne yapmak lazım? Tepkiyi bir isyana, bir eyleme dönüşsün diye beklemek ya da istemek yerine eğer örgütlü, planlı, bilinçli bir eylem olsun, kurtuluş mücadelesine dönüşsün diyorsak o zaman öfkeyi bilince dönüştürmeyi bilmemiz gereklidir.

Yani öfkeden tepki ve isyan olsun diye beklemek yerine, öfkeyi bilince dönüştürmek ve o bilince dayalı çeşitli örgütlenmelere gitmek ve söz konusu örgütlenmelere dayalı da planlı, programlı eylemler geliştirmek gerekiyor. Eylemli olabilmek için örgütlü olmak şarttır. Örgütlenebilmek için de bilinç gerekiyor, sadece öfke ve tepki ile örgüt olunmaz. Ancak bilinçle örgüt olur. O halde söz konusu öfke ve tepkiyi örgüte dönüştürmek istiyorsak o zaman bilince dönüştürmek gerekir. Bilince dönüştürebilmek için de bu koronavirüs denen illetin, nereden, nasıl, kimler tarafından ortaya çıkartıldığını, kimler tarafından nasıl yönlendirilip kullanıldığını netleştirmemiz, bunu insanlara doğru bir biçimde anlatmamız, insanları bu konuda bilgilendirerek doğru bir bilince ulaşmalarını sağlamamız gereklidir. Sadece koronavirüs değil böyle binlerce, milyonlarca yaşamı yok eden zehir saçan virüs ortalıkta var. O halde virüs üreten kapitalizmi insanlara doğru tanıtmak lazım. Kapitalist modernite sistemini, mevcut iktidar ve devlet düzenini, ona yol açan erkek egemen zihniyet ve siyaset gerçeğini sadece kavramlar olarak söyleyen değil de yeterli içerikleriyle anlaşılır bir biçimde ortaya koyup bunları başta kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm toplumlara, insanlara taşırmak, insanları bu temelde eğitip bilinçlendirmek gerekiyor.

Böyle bir bilinçlendirme yeterince olmadığı için söz konusu öfke örgüte ve eyleme dönüşmüyor. Düzenli, sistemli ve sonuç alıcı bir eylemlilik gelişmiyor. Bu konuda gerçekten ciddi bir yetersizlik vardır. Bazı kesimlerin tutumları yetersizlik olarak tanımlanabilir, ama ondan öteye bazı kesimlerin de bilinçli bir çabasının olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yani öfkenin bilince dönüşmesini engellemek, söz konusu mikrop üreten sistem gerçeğinin doğru anlaşılmasını engellemek için bilinçli, planlı yoğun bir çaba vardır. İktidar ve devlet sistemi, kapitalist modernite güçleri bunu çok bilinçli ve planlı bir biçimde yapıyorlar. Devletler yapıyorlar, hükümetler yapıyorlar, üniversitelerine yaptırıyorlar, bilim kurulu dedikleri kurullarına yaptırıyorlar, sanatla yaptırıyorlar, basınla yaptırıyorlar; herkesi bu doğrultuda kullanıyorlar. Bu illetin nereden çıktığının, ne anlama geldiğinin doğru anlaşılmasını engellemek, bu konuda bilinç karartabilmek için yürütülen yoğun bir çaba var, araştırma inceleme yapıyorlar, plan program ortaya çıkartıyorlar ve ne yazık ki basını, sanatı, edebiyatı, bu konuda insanlara karşı bir düşman araç olarak çok etkili bir biçimde kullanıyorlar. Bu gerçeği görmemiz lazım. Yani canlıları öldüren, insanları öldüren illeti yaratanlar aynı zamanda onun doğru ve yeterli anlaşılmasını da engelliyorlar, önlüyorlar. Doğru ve yeterli anlaşılmaması, onun için de sonuç alıcı bir örgüte ve eyleme dönüşmemesi için son derece bilinçli, planlı, örgütlü bir çaba harcıyorlar. Bu gerçeği görmemiz lazım. Ne yazık ki bu gerçeği göremeyen, buna eleştirel bakamayan birçok çevre bu oyuna geliyor. Hatta kendisine ‘sol, sosyalist, devrimci’ diyenler bile buna alet oluyorlar ve planlı bir yönlendirilmeyi yaşıyorlar. Bu gerçeği açık ifade etmemiz gereklidir. Bu konuda gerçekten de sol, sosyalist, devrimci güçlerin duruşu ve tutumu ciddi bir eleştiri ve özeleştiri gerektiriyor. Bir yıla aşkın bir süre oldu, doğru ve yeterli bir tanım koyamadılar. Çok açık olan kapitalist sistemin ortaya çıkarttığı, onun azami kâr anlayışının yarattığı bir illeti böyle tanımlayamamak, genel bir salgınmış gibi, sanki yaratılan değil de kendiliğinden ortaya çıkmış bir felaket gibi anlayarak böyle propaganda etmek insanların doğru bilinçlenmesini engelledi. Bu da bir tür bu salgını ortaya çıkartanlara ve onun üzerinden çıkar sağlamaya çalışanlara hizmet etti, alet olmayı ortaya çıkardı. Bu çok ciddi bir durumdur. Doğal bir felaketmiş gibi algılanıyor. Doğal felaket diye bir şey yoktur. Koronavirüsün doğallıkla ne alakası var, laboratuvarda ortaya çıkartıldı. ABD-Çin tartışmalarında bu net olarak görüldü. Laboratuvarlarda ortaya çıkartılmış, azami kâr yaratmak için, maddi durumun bozulmasının ortaya çıkarttığı bir zehir oluyor. Bu sistem mevcut yaptıklarıyla böyle milyonlarca zehir üretiyor.

DONKİŞOTÇA MÜCADELE HİÇBİR SONUÇ VERMEZ

Şimdi gerçek buyken ‘doğal bir salgın, herkesi kapsıyor, zenginleri de öldürüyor, insan ayrımı yapmıyor’ gibi çok amiyane deyimlerle ortalık bulandırıldı, gerçekler gizlendi ve toplumlar doğru eğitilemediler. Bu salgını kim, kimler, nerede, nasıl, niçin ortaya çıkardılar, bundan nasıl yararlanmaya çalışıyorlar, o halde buna karşı mücadele ne demektir, nasıl mücadele edilebilir, koronavirüse karşı kendimizi nasıl koruyabiliriz, böyle bir illetten insanlık kendisini nasıl kurtarabilir? Bu sorulara doğru cevaplar verilemedi. Bence herkes biraz vicdanlı ve özeleştirel yaklaşım içinde olabilmelidir. Yanlış yapanlar ‘yanlışlık yaptık’ diyerek yanlışlarını telefi edebilmeliler. Eksiklik gösterenler ‘biz eksiklik gösterdik’ diyerek eksikliklerini telafi edebilmeliler. Ama bunlar yapılmıyor, hala bu konuda ciddi yetersizlikler var. Virüs yeni türevler üretip öldürücü saldırısını geliştirdikçe paniğe kapılıp bu sefer ‘niye böyle oldu, nasıl kurtulacağız’ diye böyle bireysel yaklaşımlar, kaygılı duruşlar ortaya çıkıyor. En fazla öfke oluşuyor, ciddi bir biçimde bir tepkiye dönüşmüyor. Dikkat edilirse dünyanın bazı yerlerinde yeni yeni bazı tepkiler ortaya çıkıyor ama bu öfke ve tepkiyle olmaz. Madem bu kadar kötü bir şey toplumdan kendiliğinden bu kadar öfke ve tepki yaratabiliyor o halde buna doğru yaklaşılsa basın, sanat, edebiyat, siyaset, aydınlar doğru anlasalar ve gerçekleri kadınlara, gençlere, işçi ve emekçilere, toplumlara doğru söyleselerdi bu temelde çok güçlü bir bilinçlenme, dolayısıyla örgütlenme ortaya çıkacaktı. Yani sistemin yarattığı virüsle değil de sistemle mücadele ortaya çıkacaktı. Şunu bir defa söylemek gerekiyor: Cisimle değil de gölge ile mücadele ederek başarılı olunmaz.

Donkişotça mücadele hiçbir sonuç vermez. ‘Kapitalist modernite sisteminin azami kâr çabasının ortaya çıkarttığı bir illetten kendimi nasıl koruyacağım?’ diye yaklaşırsan sonuç alamazsın, koruyamazsın. O illeti ortaya çıkartan zihniyeti ve siyaseti, onu var eden sistemi ortadan kaldırmazsan, değiştirmezsen bu illet ortadan kalkmaz. Bu gider, ötekisi gelir, o gider bir başkası gelir, biri gider üçü gelir. Bunu bilmemiz lazım. Tümden ortadan kalkar diye yaklaşmamak gerekiyor. O halde yalnızca sonuçlarla mücadele etmek değil, nedenlerle de uğraşmak lazım. Bir sonucu yok edebilmek için ona yol açan nedenleri sorgulayıp bulup ortadan kaldırmak gerekiyor. Nedenleri ortadan kaldırmazsan sonuçlarla mücadele ederek sonuç alamazsın. Bir sonucu ortadan kaldırsan başka bir sonuç gelir, benzeri tekrar tekrar ortaya çıkar. O halde doğru bilinçlenme bu işin nedeninin ortaya çıkartılmasıydı. Neden oldu, neden böyle bir öldürücü saldırı ortaya çıktı, kimler çıkardılar? Bu kendiliğinden olmadı, doğal olmadı. Bunu söyleyenler yalan söylüyorlar ya da hiçbir şey anlamıyorlar, çok bilinçsizdirler. Yaşam gerçeğinden, dünya gerçeğinden, kapitalist modernite sisteminden, kapitalist sömürüden, azami kârdan haberleri o zaman yoktur. Bu dünyayı ellerinde tutanlar neyle uğraşıyorlar, ne iş yapıyorlar o zaman bunları hiç bilmiyorlardır. O halde doğallık yoktur. Doğadan oluyorsa da bu doğa kendiliğinden felaket üretmiyor, doğanın bozulması bu felaketi ortaya çıkartıyor, bunu söylemek istiyoruz. Ekolojik devrim bunun için önemliydi. Ekolojik bilinç ve yaklaşım bu bakımdan büyük bir önem taşıyor. Fakat böyle olmazsa ‘doğal’ diyerek geçerek suçluyu aklamaya çalışırsan hiçbir sonuca gidemeyiz. Doğadan olan bir şey yoktur, doğanın tahrip edilmesinden, yıkılmasından, bitirilmesinden doğan sonuçlar var, doğaya saldırı bu durumu yaratıyor. O zaman saldırganı yakalamak gerekiyor. Doğa bunu yaratmıyor, doğaya saldıran bunu yaratıyor, o halde kim saldırıyorsa saldıranın yakasından tutmak lazım, saldıranı ortaya çıkartıp ona karşı bir mücadeleyi, örgütlenmeyi geliştirmek gereklidir. Yoksa ağacı görmeyip sadece gölgesiyle uğraşmak bir bilinçlenme değildir, bir anlayış değildir, herhangi bir sonucu vermez. Bu gerçeğin böyle bilinmesinde fayda vardır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği demokratik toplum paradigmasına dayalı yeni sosyalizm anlayışı, işçi sınıfının mücadelesine nasıl bakıyor? Kürdistan İşçi Partisi olarak işçi mücadelesine nasıl bakıyorsunuz? Türkiye ve Kürdistan işçi mücadelesinin sorunları ve görevleri nedir?

Aslında önceki soruda buna cevabı verdik. Eğer soruda söylenenler doğruysa bu neyi kanıtlar, sadece şu gerçeği kanıtlar: O halde koronavirüs salgınını işçi ve emekçilerin haklarını gasp etmek isteyenler, haklarını ellerinden teker teker almak isteyenler bunu yapabilecekleri ortamı ortaya çıkartabilmek için bu virüsü ürettiler. Sadece bu gerçeklik ortaya çıkar. Bu, da daha da ileri gidiyor. Azami kâr için doğaya yöneltilen saldırının bir yan ürünü olarak değil, işçi ve emekçileri, halkları, kadın ve gençleri daha fazla baskı ve sömürü altına alabilmek için baskısı ve sömürücü güçlerin bilinçli bir biçimde bu virüsü üretip dünyaya yaydıkları gerçeğini ortaya çıkartır. O halde ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı, nasıl mücadele edeceğimizi sorup aramadan önce bu gerçeği netleştirmemiz lazım. Yani sorunu ortaya doğru koymak lazım ki, gerçekleşebilir çözümler üretebilelim. Sorunu ortaya koyuyoruz, o zaman kapitalist modernite sistemi ister azami kâr için yürüttüğü saldırının içinde ortaya çıkmış olsun, isterse bilinçli olarak ortaya çıkartıp yaymış olsun, ikisi arasındaki fark sonuç itibariyle hiçbir şey değiştirmiyor, ortaya böyle bir virüsü çıkardılar, toplumlara yaydılar, korkuttular, ürküttüler, daha çok baskı ve sömürü altına aldılar, böylece hem sömürüyorlar hem de her biçimde yararlanıyorlar. Bir, emeklileri öldürdüler emekli maaşlarından faydalanıyorlar. İki, insanları fişlediler evlerine doldurdular daha fazla baskı, sömürü uyguluyorlar. Üç, iş yerleri çalışmıyor diyerek ücretsiz olarak işten çıkartıyor atıyorlar, böylece istedikleri düzeni yaratıyorlar. Dört, buna dayanarak pahalılığı, enflasyonu, piyasayı istedikleri gibi düzenliyor oradan istedikleri karı elde ediyorlar. Daha başka başka şeyler de elde ediyorlar. Bunlar benim bir çırpıda sıraladıklarımdır, gözle görülebilen gerçeklerdir. İşin içerisinde daha ne tür kârlar var, sömürüler var, bu işi yapanlar ne tür kazançlar elde ediyorlar, bunların hepsi araştırmayı-incelemeyi gerektiriyor, çok daha fazlasının olduğunu kesinlikle bilmemiz ve kabul etmemiz gereklidir.

KORONAVİRÜS, KAR, SÖMÜRÜ İÇİN İCAT EDİLMİŞ BİR SALDIRI BİÇİMİDİR

O halde böyle bir durumda ne yapabilmek lazım. Doğru anlamak ve doğru anlatmak gerekiyordu. Bu bir salgın ya da doğal bir afet değildir. Bir saldırıdır. Kapitalist modernite sisteminin baskı ve sömürü temelinde nasıl doğaya, topluma, kadınlara, işçilere, emekçilere, gençlere saldırısı varsa; sömürü yapabilmek, kazanç sağlayabilmek için bu Koronavirüs de böyle bir saldırıdır. Kâr edebilmek için, daha çok sömürüyü geliştirebilmek için icat edilmiş bir saldırı biçimidir. Nasıl ortaya çıkmış olursa olsun nihayetinde böyle bir saldırı aracı olarak kullanılmaktadır.

O halde ne yapmak gerekiyor? Bunu kullananlara, bunu ortaya çıkartanlara karşı bilinçli, örgütlü, bütünlüklü bir mücadele gereklidir. Onun için de bu gerçeği bilmemiz lazım. Düşman kim? Kötülük yapan kim? Bunu nasıl yapıyor? Niçin yapıyor? Bu sorulara cevap vermemiz gerekli ki, ondan sonra düşmanımızı tanıyalım, ona karşı örgütlenelim, mücadele edelim. İşçiler görsünler, işten atılmış olan da atılmamış olanda görsünler, bir ay önce atılmış olan da bir ay sonra atılmış olanda görsün ki bu kendisine karşı bir saldırıdır, hepsini işten atacaklar, o halde hepsi birden direnişe geçsinler. İşçiler grev yapabilirler. Bütün dünyada işçiler grev yapsalardı kapitalizm bir günde yıkılırdı. Bilinç gerekiyor, örgütlülük gerekiyor, dayanışma gerekiyor, mücadele etmek lazım. Sen mücadele etmezsen karşı taraf seni bölüyor, parçalıyor, tek tek üzerine geliyor ve zayıf anında yakalıyor istediği sonucu alıyor ve başarılı oluyor. O halde sen zayıf düşme, parçalı olma, bilinçli ol, örgütlü ol, ittifak yap, gücünü birleştir ve bilinçli bir mücadele yürüt. Bir de sadece sonuçla uğraşma nedenle uğraş, çünkü nedeni ortadan kaldırmazsan sonucu yok edemezsin. Koronavirüsü işçiler mücadele ederek ortadan kaldıramazlar, işçiler yaratmıyor ki kaldırsınlar, emekçiler, kadınlar koronavirüs üretmediler ki üretimi durdursunlar onu ortadan kaldırsınlar, onu üretenler ortadadır, o halde bunu üretenleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunu üreten sistemi ortadan kaldırmak lazım, bunu üreten zihniyet ve siyaseti değiştirmek gereklidir. O halde bu siyasetin ve zihniyetin oluşturduğu zihniyete karşı daha bilinçli, örgütlü, bütünlüklü bir mücadele gereklidir. Bu kadar yüz yıllık işçi partileri var, yüz elli yıllık işçi sendikaları var, hepsi zordadır, işçiler işlerinden atılıyorlar, bu gerçeği görseler ve hepsi bir ortak örgütlülükle dayanışmayla birlik oluştursalar bir tutum koysalardı bunu önleyebilirlerdi, biraz eyleme geçseler bütünlüklü olarak kesinlikle engelleyebilirler. Ama öyle olmazsa tabi ki bir kişinin, iki kişinin bir yerdeki mücadelesiyle koronavirüs salgını önlenemez, öyle bir-iki kişilik mücadelelere tam Donkişotvari mücadele denilir, öyle Donkişotvari mücadele ile olmaz. Neyle olur, bu temelde örgütlenmekle olur. Neyle olur, bu temelde doğru bilinçlenmekle olur. Ama doğru bilinçten uzaklaşma ve kaçış oluyor ve sonuçta bunlar oluyor. Aslında mücadele edilemez değildir ama bu yaklaşımlar düzeltilmezse, bu bireycilik aşılmazsa, bu liberalizm kırılmazsa insanlar kendi yaşamından toplumlarından yaşamındın, insanlığın yaşamından en ileri düzeyde sorumluluk duyar hale gelmezler ve bunun gereğine göre hareket etmezlerse tabi ki bu tür salgınları ve onu ortaya çıkartan sistemleri yıkacak bir mücadele yürütülemez. Bu hastalıkları ortaya çıkartan kanserleşmiş sistemi, onu yaratan zihniyet ve siyaseti yıkmak, ortadan kaldırmak için o halde bilinç gereklidir, sorumluluk duygusu gereklidir, cesaret ve fedakarlık gereklidir, örgütlü ve bütünlüklü bir duruş ve eylem gereklidir.

AKP-MHP faşizminin ranta ve hırsızlığa dayanan ekonomi politikası bir avuç elitin daha çok zengin olmasına ama geriye kalan milyonlarca insanı ise açlığa ve sefalete mahkum etmiş durumda. İnsanlar çöplerde ekmek topluyor, binlerce işçi ücretsiz izne ayrılmak zorunda kaldı ve işini kaybedenler intihar ediyor. Bu tablo iktidar cephesinden artık gizlenemeyecek hale geldi. Buna karşı siyasi partiler, sendikalar, emek örgütleri ve işçiler nasıl bir mücadele vermeli ? Bu sorunların çözümü, faşist iktidarın yıkılması için nasıl bir örgütleme modeli öngörüyorsunuz?

Aslında soru, gerçekleri çok kısa ve özlü olarak ortaya koymuş. Dolayısıyla çözüm de bunun içinden zaten kendiliğinden çıkıyor. AKP-MHP faşizmi dünyada eşi görülmemiş her türlü aracı ve yöntemi kullanan, hiçbir ahlaki ve hukuki kurala, ilkeye uymayan vahşi bir özel savaş rejimidir. Başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’de böyle birçok boyutlu özel savaş yürütüyor. Kürdistan’daki özel savaş bir soykırım savaşıdır. Dolayısıyla hiçbir ilke, ahlaki, hukuki ölçü onu bağlamıyor. Çünkü zaten amacı yok etmektir, karşıdakini soykırıma uğratmaktır. Kararını öyle vermiş ona göre yürütüyor ve özel savaşı tüm boyutlarda dört başı mahmur bir biçimde yürütüyor. Ekonomik boyut, sosyal boyut, kültürel boyut, siyasi boyut, ideolojik boyut, psikolojik boyut, askeri boyut, tüm boyutlarda yürütüyor. Sosyal boyutta yürütüyor, her türlü hırsızlığı, fuhşu, uyuşturucuyu, yozlaştırmayı geliştiriyor. Toplumun ahlaki ölçülerini, ahlaki değerlerini tümden yıkıyor, ortadan kaldırıyor, onursuzlaştırmaya çalışıyor. Herkesi suçlu hale getirerek onursuz kılıyor, bireyler birbirinin yüzüne bakamaz hale getiriyor. Sanatı bunun için sonuna kadar kullanıyor, medyayı kullanıyor, her türlü yalanı yüzü kızarmadan çok rahatlıkla söylüyor. ‘Kırk sefer bir yalanı tekrarlarsan doğruluğuna inanılırmış’ deniliyor. Kırk değil bin defa tekrarlatıyor ve herkese kabul ettirmeye çalışıyor. Bunun çok önemli bir boyuta da ekonomik boyuttur. Önder Apo buna “bio-iktidar” dedi. Yani önce elinden alıyor, ondan sonra sanki babasının kesesinden veriyormuş gibi ufak ufak, parça parça vererek ya da göstererek insanları böyle kendisine muhtaç kılıyor. Çöpten ekmek toplamak da böyle, şimdi patates ya da soğan dağıtıyorlar insanlar nasıl koşuyor. Bir kadın söyledi, biz o çizgideyiz, o kadını kutluyoruz. Şunu söyledi: “Soğan ve patatesi istemiyoruz, biz ona muhtaç değiliz, kimseden yardım dilemiyoruz, soğan-patates kendisinin olsun, aç ölürüz ama böyle hırsızların yardımını almayız.”

AKP BİR HIRSIZLAR TOPLULUĞUDUR

Doğru tutum budur. Amed sokaklarında, diğer yerlerde çocukları, insanları koşturuyorlar, aklı başında olanlara ayıp değil mi! AKP bir hırsızlar topluluğudur, bütün Kürdistan’ı soyup soğana çevirdi, aldı yedi. Tayyip Erdoğan acından ölürken şimdi dünyanın en zengini haline geldi. Şimdi kalkmış Amedliye soğan satıyor, Amed ovası sağan ve patatesin en çok yetiştiği ovaydı, toplumun elinden aldı, şimdi de sanki babasının kesesinden veriyor gibi yapıyor. Saldırıp almak lazım ya da yakıp yıkmak gereklidir. Böyle olmaz ki, bio-iktidar budur. İnsanları biçare hale getiriyor. Çöp topla, çöpten ekmek topla, insanları bu hale getirerek aslında onursuzlaş… demek istiyor. Eskiden iktidar olmak için çay dağıtıyordu, kömür veriyordu, şimdi patates-soğan dağıtıyor. Bu bir özel savaş yöntemidir. Mesele birilerine bir şey dağıtmak değil, mesele birilerine yardım etmek değil, o yoksulun alması da değil, esas olan buradaki propagandadır. Kamyonu ortaya çıkartıyor, dağıtıyor gösteriyor, insanlar birbirini yıkıyorlar, dünya Kürtler böyledir diyor. Gören insanlığından utanıyor. Sadece orada verdiğine değil herkesin duygu ve düşüncesini yıkıyor, bunları psikolojik savaş olarak kullanıyor. İnsanlık onurunu, haysiyetini, değer yargılarını ortada bırakmıyor. Bu kadar vahşi saldırı içerisindedir. Bu çok nettir.

Bu durumda ne yapmak lazım. Evet saldırılar var, tarlaları, kırları, köyleri boşalttı, ama köye gitmekte ısrar edilmelidir. Amed’de kamyondan atılan bir-iki tane soğanı almak için yanındakilerini ezeceğine git Amed’in dağına, taşına, topraklarına Kürdistan’ın her tarafına binlerce kilo soğan, patates üret, her şeyi üretebilirsin. Şimdi onu da askeri zorla kaldırıyor, bütün köyleri boşalttı, o halde köye gitmekte ısrar etmeliyiz. Birbirimize yardımcı olmada ısrar etmeliyiz. Bu tür şeylere itibar etmemekte ısrar etmeliyiz, birbirimize yardımcı olmalıyız. Bir de elbette ki bu toplumun bir bilinci var, örgütlülüğü var, örgütlenip mücadele etmeliyiz. Bu bize böyle hakaret ediyorsa bir soğanı, bir patatesi bile bizi onursuzlaştırmak için kullanıyorsa o zaman biz de bilinçlenip, örgütlenip bu düzeni yıkmak için her türlü savaşı vermeliyiz, her türlü mücadeleyi vermeliyiz. Nerede o dinamik toplumsal gücü, nerede gençleri. Bu güç doğru yaklaşmalı, özel savaşa karşı doğru mücadele edebilmeliyiz. Kendimizi onun için de doğru bilinçlendirmemiz gereklidir. Hiç mücadele edilemez değil, şehirlere toplanılmış aç susuz ondan sonra ‘devlet bize şunu ver, devlet neredesin, hükümet neredesin…’ ama hükümet seni oraya zaten bilinçli getirdi, kendine yalvarasın diye getirdi, sana bir şey verecek olsa zaten oraya getirmezdi. Senden bir şeyler almak için, seni yok etmek için oraya getirdi, o halde direneceksin, mücadele edeceksin, köyleri o kadar neden boşalttılar, her kes kendi köyüne gitsin gül gibi yaşarlar, her şeyleri de var. Koronavirüs yoktur, Kürdistan dağı tertemizdir, havası güzel, suyu güzel hiçbir virüsü yoktur, her türlü imkanı da bulabilirsiniz. Hiç üretim yapmanıza gerek yoktur, otları toplasanız bile size gül gibi yaşamı verir. O Amed sokağında bir tane soğan bulacağım diye uğraşacağına çık Kürdistan dağı doğal soğanla doludur, yiyecekle doludur. İşte bizim bunları görüp kullanmamız gereklidir. Ama böyle yapma, düşman biraz zor kullandı diye bütün köyleri boşalt yığma gibi şehirlere toplan, iş yok ondan sonra da ‘devlet bana niye vermiyorsun’ dememek lazım, bu devlet bizi öldürmek istiyor, yok etmek istiyor, hepimize ferman çıkarmıştır. Önder Apo’yu yok etmek için 23 yıldır öyle en ağır işkencede tutuyorlar, her gün onlarca yoldaşımızı vuruyorlar, en ağır baskıları yapıyorlar, bunlar görülmüyor mu, ondan ne istenebilir. O insana ne verir, aş mı verir, iş mi verir, hayır hiçbir şey vermez, bir şey verse bile bilinecek ki o bir zehirdir, çünkü seni öldürmek için veriyor, yoksa seni kurtarmak ya da iyi etmek için vermiyor. Kürt insanı böyle bilmelidir, kadın-genç böyle bilmelidir, Türkiye’nin halkı, emekçisi böyle bilmelidir. Bu AKP-MHP faşizmi böyledir, insana başka bir şey vermez. O halde bundan bir şey beklememek gereklidir, almamak gereklidir. Böyle bir sisteme karşı daha çok bilinçlenip örgütlenmek lazım, örgütlü mücadeleyi geliştirmek gereklidir. Özgürlük Mücadelesine, demokrasi mücadelesine dört elle sarılmak lazım, daha çok yönelmek gereklidir, herkes olduğu yerde mücadele etmelidir. Bu tür durumları yıkmalıdır, bu temelde örgütlenip bilinçlenmelidir. İşte her türlü mücadele imkanımız var. Gerillaya katılabilen gerillaya katılmalı, dağa çıkan çıkabilmeli, çıkamayan şehirde yapmalı, siyasi mücadele yürüten siyaset yapmalı, toplumsal mücadele yürüten mücadele yürütmeli ama herkes mücadele etmelidir. Bu faşizmden bir şey beklememek ve istememek gereklidir. Ondan bir şey isteyerek kazanacağımızı sanmamamız lazım.

FAŞİZME KARŞI ÖRGÜTLENME VE DİRENİŞ…

Ne yapmak gerekiyor? Ona karşı mücadele etmeyi kabul etmemiz lazım ve bunu esas almamız gereklidir. Herkes böyle yaparsa faşizm bir günde yok olur. Ama herkes böyle yapmazsa olmaz. Faşizmden medet bekleyen olursa, sana zehir verene el açarsan, verdiğine koşarsan, bana daha fazla ver dersen o da sana daha fazla zehir verir, her türlü ölümü sana reva görür. O halde o duruma düşmemek lazım. Her şey ortadadır, örgütlenip direnmek lazım. Faşizm kendisini örgütlüyor, toplumun da örgütlenmesi lazım. Biz örgütlenme modellerini ortaya koymuşuz bu temelde savaşıyoruz. Gençler neredeler, kızı-oğlanı herkes savaşa girmeli, şehirde yapmalı dağda yapmalı, nerede oluyorsa orada yapmalıdır. ‘Banana’ dememelidir. Herkes sorumluluk duymalıdır. Toplumun bütün dinamik kesimleri bilsin ki düşman onursuzlaştırıyor. Onu yapana vurmak gerekiyor, örgütlenmek gerekiyor. O çeteleri örgütlemiş her gün vuruyor kırıyor, o zaman sen de örgütlen vur ve kır, elini tutan mı var! Ama birisi benim adıma yapsın beni kurtarsın demek olmaz, sen yapacaksın, sorumluluk duyacaksın, herkes böyle bir sorumluluk edinmelidir. Ulusal duygu budur, toplumsal duygu budur, eskiden Kürt aşireti birbirini sahipleniyordu, kabilesi sahipleniyordu, ailesi sahipleniyordu, şimdi neredeyse onları bile zedeliyorlar. Hiç olmazsa onların gereği olarak birbirimize sahip çıkalım. Daha çok örgütlenelim, birleşelim, toplum mücadele eder o zaman vuruyorsa o zaman tim tim mücadele edelim, ikişer ikişer mücadele edelim, bunu yapanlardan hepsinden hesap soralım, bu faşist çetelerden, bu özel savaşı uygulan güçlerden, katillerden, tecavüzcülerden hesap soralım. Neden sormuyoruz? Örgütlenme de budur, mücadele de budur. Ancak onlardan hesap sorulduğu ölçüde doğru bir tutum ve mücadele içine girilmiş olur.

Yukarıda belirtiğimiz tabloyu dikkate aldığımızda Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin rolünü nasıl tanımlıyorsunuz, bundan sonra nasıl bir mücadele içinde olmalı?

Evet en ağır bir biçimde Kürdistan’da yaşanan soykırımcı faşist saldırılar aslında net bir biçimde görülüyor ki Türkiye’nin her tarafına yayılmış durumdadır. Tüm işçileri, memurları, kadınları, gençleri, emekçileri, Türkiye’nin tüm halklarını hedefliyor. Türkiye’nin doğasını yakıyor yıkıyor, Karadeniz’den Akdeniz’e, Ege’den Marmara’ya kadar her tarafı tahrip ediyor. Toplumu bitiriyor, AKP-MHP faşizmi doğayı bitiriyor. Herkese saldırıyor. Faşizm demek topyekun saldırganlık demektir. AKP-MHP faşizmi ise bunu özel savaş kapsamında en vahşi yöntemlerle yapan bir diktatöryal saldırganlıktır. O halde buna karşı Kürdistan’da, Türkiye’de her yerde topyekun direniş halinde olmak gereklidir. Nasıl ki faşizm topyekun saldırıyorsa, halklar da kadınlar-gençler de işçi ve emekçiler de topyekun direnecekler, devrimciler de sosyalistler de topyekun direnecekler ittifak yapacaklar, birleşecekler, her türlü yöntemi benimseyecekler, kendilerini eğitip hazırlayacaklar ve bulundukları her yerde topyekun direnecekler.

HBDH DİRENİŞ HAREKETİ OLARAK ORTAYA ÇIKTI

İşte Halkların Birleşik Devrim Hareketi böyle bir topyekun direnme hareketi olarak ortaya çıktı. Ne zaman kuruldu, 12 Mart 2016’da yani AKP-MHP faşizminin Cizre-Sur saldırganlığı temelinde Kürdistan’ın şehirlerini yıkmak, Kürdistan’da soykırımı en ileri düzeyde uygulayarak Türkiye’yi tam bir faşist diktatörlük altına almak için saldırıya geçtiği dönemde Türkiye’nin ve Kürdistan’ın gelecekten sorumluluk duyan devrimci kişi ve örgütleri de bir araya geldiler böyle bir faşist sömürgeci-soykırımcı topyekun saldırganlığa karşı, halkların topyekun direnişini anti-faşist demokratik direnişini ortaya çıkartmak için Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni kurdular. “Faşizm yıkılacak halklarımız kazanacak” dediler. Halklarımızın kazanması için faşist diktatörlüğün yıkılmasını öngördüler, faşist diktatörlüğü yıkabilmek için de topyekun anti-faşist direnişi esas aldılar. Bu direnişin askeri boyutu var. Bu direnişin ideolojik, psikolojik boyutu var. Bu direnişin siyasi boyutu var. Bu direnişin ekonomik, sosyal, ahlaki boyutu var. Bu direniş her boyutta direniştir. Topyekun faşist özel savaşa karşı, topyekun devrimci demokratik direniştir. Topyekun özgürlükçü sosyalist direniştir. İşin gerçeği budur. HBDH işte bunu ifade etmektedir. Altıncı yılında mücadeleyi bu temelde sürdürüyor. Beş yıllık mücadelesini bu esaslar üzerinde yürüttü. Bu 1 Mayıs’ta da bu temelde “faşizmi yıkacağız, özgürlüğü kazanacağız” hamlesini 1 Mayıs’ta doruğa çıkartmayı hedefliyor. Herkese çağrılar yapmıştır, açıklamaları var. Tüm işçi ve emekçilere, kadınlara ve gençlere bu 1 Mayıs’ta “faşizmi yıkacağız, özgürlüğü kazanacağız” hamlesini zirveye çıkartmak için sokakları zapt etmeye, meydanları doldurmaya çağrı yapmıştır. Her türlü anti-faşist direnişi geliştirmeye çağrı yapmıştır. Bu önemli ve doğru bir tutumdur. Biz inanıyoruz ki, Türkiye’de ve Kürdistan’da, yurtdışının önemli kesimlerinde meydanlar HBDH bayraklarıyla dolacaktır. HBDH 1 Mayıs’ı en doğru anlayan ve yaşayan, yaşatan güç hareket olacaktır. Bütün HBDH militanları 1 Mayıs’ın birlik, dayanışma ve mücadele ruhuna uygun olarak karşılayacaklar, yaşayacaklar ve mücadele edecekler. 1 Mayıs’ı AKP-MHP faşizmini yıkma mücadelesinin doruğu yapacaklar. Zindanda direnecekler, dağda direnecekler, şehirde direnecekler, silahla direnecekler, siyasetle direnecekler, zihniyetle direnecekler, ahlakla direnecekler, sözle direnecekler, eylemle direnecekler; ama faşizmin topyekun saldırganlığına karşı bulundukları her yerde kesinlikle topyekun bir direniş yürütecekler. Bunun dışında herhangi bir yol yoktur. Yani topyekun direnmekten başka bir yol yoktur. Faşizm topyekun saldırganlıktır. O halde bu saldırganlık ancak topyekun direnişle kırılabilir.

Bu nedenle de HBDH altıncı yılında bu topyekun direnişi daha güçlü yürütecektir. AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci öncülüğü olduğunu herkese bir kere dada gösterecektir. Devrimci öncülük görevlerini yerine getirecektir. İşçileri, emekçileri, halkları doğru bilinçlendirecek. Örgütlenmelerine güç ve destek verecek, öncülük edecek, en önemlisi de eylemde komuta edecek, eyleme yöneltecek, seferber edecek. HBDH böyle bir öncülüktür. AKP-MHP faşizmine karşı gerçekten de Türkiye’nin geleceğidir, umududur, iradesidir, özgür ve demokratik geleceğidir. AKP-MHP faşizmini kahreden gerçeklik HBDH gerçekliğidir. Onlar hesap ediyorlardı böyle bir şeye izin vermeyiz, Türkiye’deki devrimci güçleri, sol-sosyalist hareketleri bitiririz; Kürtleri, Kürdistan Özgürlük Hareketini ağır baskı altına alırız, böyle bir birlik oluşturamazlar, güçleri yetmez ya da saptırırız anlayışları yetmez, birbirinden kopartırız, birbirine karşıt hale getiririz; ama tüm bunların hepsi boşa çıktı. Halkların Birleşik Devrim Hareketindeki durum, bunu yaratan zihniyet, siyaset, bunu ortaya çıkartan yoldaşlık, dayanışma AKP-MHP faşizmini zaten yerle bir etti. HBDH’nin kuruluşu faşizme vurulmuş en ağır darbe oldu. Faşizmi korkular içerisine soktu. Beş yıllık mücadelesiyle de bu gerçekliği kanıtladı. Mücadele edemez sandılar, uzun ömürlü olmazlar dağıtırız biçiminde her türlü baskıyı uyguladılar, tutukladılar, vurdular, katlettiler, dedikodularla birliği bozmaya çalıştılar, ama tüm bunların hepsi boşa çıktı. Saldırılar karşısında HBDH milislerinin intikam eylemi, gerillasının intikam eylemi, faşizmin ensesinde her gün patladı. Sağduyulu durum, doğru bir yoldaşlık anlayışı birliği ve örgütlülüğü hep geliştirdi. Gençler, kadınlar çok etkili bir mücadele geliştirmek için daha çok örgütlenmeye ve eylemliliğe yöneldiler. HBDH, AKP-MHP faşizmini yıkacak öncü bir komuta gücü haline geldi, kurmay heyeti haline geldi. Faşist saldırganlığın devrimci demokratik alternatifini başarıyla ortaya çıkardı. Şimdi altıncı yılda bu temelde anti-faşist direnişi zafere götürmek için “faşizmi yıkacağız, özgürlüğü kazanacağız” hamlesini etkili bir biçimde yürütüyor. 1 Mayıs’ta bu hamle yeni bir doruk yapacaktır. HBDH’nin varlığı işçi ve emekçilerin, tüm ezilenlerin 1 Mayıs kutlamalarına büyük güç katacak, ruh verecek, bilinç verecek, cesaret, fedakarlık verecek daha fazla kitleleri 1 Mayıs meydanlarına çekecek, daha çok bilinçlenmeye, dayanışmaya, daha çok mücadele etmeye yöneltecek. Biz bu temelde yaklaşıyoruz. HBDH’de yer alan tüm dostlarımızın 1 Mayıs’larını bu temelde yürekten kutluyoruz. 1 Mayıs’ın özgür Kürdistan’ın ve demokratik Türkiye’nin zafer bayramı haline getirileceğine dair yüksek inancımızı bu vesileyle bir kere daha ifade ediyoruz.

Başta kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere anti-faşist ile anti-kapitalist güçler 2021 yılının 1 Mayıs’ını nasıl karşılamalı?

Başta ifade ettim 1 Mayıs işçi ve emekçi bayramı, işçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü. Kadınlar katmerleşmiş emekçiler, yani kat kat olmuş emekçiler, sadece herhangi bir yerde çalışan emekçiler değil, annelik emekçiliğinden diğerlerine kadar birkaç kaç emekçiliği temsil ediyorlar. Dolayısıyla 1 Mayıs tüm emekçi kadınların bayramı.

1 Mayıs ideallerini en çok ruhunda, duygusunda, düşüncesinde taşıyan kesim gençler, dolayısıyla 1 Mayıs gençlerin bayramı, gençlerin günü.

Kürtlerin yüzde doksan dokuzdan fazlasının işçi ve emekçi olduğunu ifade ettim. Dolayısıyla 1 Mayıs tıpkı Newroz gibi bir Kürt bayramı. 1 Mayıs tıpkı 8 Mart gibi bir kadın bayramı. 1 Mayıs her günü bayram havasında mücadeleyle geçiren gençlerin bayramı. Dolayısıyla bütün bu kesimler işçi ve emekçiler, kadınlar-gençler, Kürt halkı oldukları her yerde 1 Mayıs meydanlarını dolduracaklar, sokaklara akacaklar, birlik dayanışma ve mücadele sloganlarını yükseltecekler, Kürdistan’ın özgürlüğünü, Türkiye’nin demokratikleşmesini AKP-MHP faşizminin yıkılmasını isteyecekler. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü haykıracaklar. Kadınların özgürlüğünü haykıracaklar. Halkların kardeşliğini haykıracaklar. 1 Mayıs’ı çok renkli, heyecanlı, coşkulu bir biçimde yaşayacaklar. Özgürlük bayraklarını her yerde daha çok yükseltecekler. Özgürlük sloganlarını daha gür haykıracaklar.

Bu 1 Mayıs’a başta ifade ettiğim gibi bir hamle içerisinde giriyoruz. 15 Şubat komplosunun 22. yıldönümüne hareket ve halk olarak, dostlarımız olarak İmralı işkence ve tecrit sistemini yıkma, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama temelinde çok güçlü bir direnişle karşılık verdik. Gerçekten de 8 Mart, Kadın Özgürlük Devriminin gümbür gümbür geldiğini bütün dünyaya gösterdi. Erkek egemen zihniyet ve siyasete korku üzerine korku saldı. Bütün ezilenlere umut oldu, cesaret ve fedakarlık aşıladı. Kadın özgürlüğünü bütün toplumun özgürlüğüyle, kardeşliğiyle, demokratik yaşamıyla bütün ezilenlerin kurtuluşuyla birleştirdi. Newroz bu temelde bütün zamanların en görkemli Newroz’u oldu. Özgürlük Zamanı hamlemiz doruk yaptı. Kürt halkının, Türkiye’nin devrimci demokratik güçlerinin, tüm dostlarımızın Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde en güçlü birliği oluşturduklarını dost-düşman herkese gösterdi. Amed’de yaptı, Van’da yaptı, Kandil’de yaptı, Kobanê’de yaptı. Başur’da yaptı, Rojhilat’da yaptı. Avrupa’nın bütün kentlerinde yaptı. Gare’nin büyük direniş ve zafer ruhu binlerce yıl sonra Newroz’un çağdaş Kawalar eliyle yeniden canlandırılması bu geçtiğimiz Newroz’da yaşandı.

Kahramanlık Haftasını ve 4 Nisan doğum günü etkinliklerini bu temelde kutladık ve yaşadık. Şimdi 1 Mayıs’ı bütün bunların etkisi altında, bütün bu gelişmeler temelinde yeni bir doruğa gidiyoruz. Hamlemizin yeni bir doruğu olacak. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü mücadelesinin doruğu olacak. Özgür Kürdistan, demokratik Türkiye ve Demokratik Ortadoğu mücadelesinin yeni bir doruğu ortaya çıkacak. Kadınlar, gençler, Kürtler yine meydanları dolduracak, sokaklara akacak. İşçi ve emekçiler akacak, meydanları dolduracak. Böylelikle büyük bir birlik ve kardeşleşme ortaya çıkacak. Bütün devrimci ve demokratik güçler tam bir birlik halinde kapitalist modernite sistemine karşı, onun her türlü maddi, silahlı, virüslü, manevi, ideolojik saldırılarına karşı 1 Mayısların ruhuyla ortaya çıkarak ‘biz varız yeni bir dünyayı kuracağız, özgür ve demokratik yaşamı var edeceğiz’ diyecekler. Bu kesindir. Dünyadaki durum da böyledir. Kürdistan ve Türkiye’deki durum da tamamen böyledir. Biz inanıyoruz ki böylece bu 1 Mayıs yeni bir doruk olacak. Gerçekten halkımız bulunduğu her yerde tıpkı Newrozlara katılır gibi 1 Mayıs kutlamalarına, etkinliklerine katılacak. Kürdistan’da bunu yapacağı gibi, Türkiye’de, Avrupa’da dünyanın dört bir yanında nerede varsa orada işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, gençlerle bir olarak 1 Mayıs birlik dayanışma ve mücadele gününü bir özgürlük ve zafer günü haline getirecektir.

Buna inanıyor bu temelde bir kere daha başta işçi ve emekçiler olmak üzere halkımızın, kadınların, gençlerin, tüm devrimci ve sosyalistlerin 1 Mayıs’ını kutluyor, herkesi bu 1 Mayıs’ı tarihin en önemli ve en anlamlı 1 Mayıs’ı haline getirmeye çağırıyor, özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde üstün başarılar diliyorum.