Kalkan: Hedef her yer, direniş de her yerde olmalı

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, saldırılarını Başûr ve Rojava’ya kadar taşıran faşizmin her yerden beslendiğine dikkat çekerek, “Direniş de her yerde olmalı. Hedef her yerdir” dedi.

Gerillaya, mücadeleye katılmanın, sadece Mamreşo’ya gelmek olmadığını; savaş ve faşizmin sadece Mamreşo’da değil, her yerde olduğunu kaydeden PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan, “İstanbul, İzmir, Antalya, Çukurova, Karadeniz, Kuzey Kürdistan’ın her yerindedir, Efrîn’dedir, Başika’dadır. Her yerde anti faşist direnişin geliştirilmesi lazım. Bunun için ne yapayım, bilemiyorum, imkanım yok, denmemeli. Her türlü biçimde faşizme karşı mücadele edilebilir. Eylemin büyüğü küçüğü olmaz. Örneğin maddi imkanlarını azaltmak en büyük eylemdir. Türkiye bütçenin bütününü savaşa veriyor, parası olmazsa veremez, dolayısıyla bu kadar zulüm yapamaz, bu kadar cezaevi kuramaz, bu kadar insanları dolduramaz, bu kadar silah alıp saldırı yapamazdı. O halde demek ki yapılabilecek her şey var, herkes yapabilir de, yeter ki düşünsün, yoğunlaşsın, yapmak istesin. TC’nin işgal saldırılarına karşı durmak, mücadele etmek demek, Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde AKP-MHP faşizmine; onun ekonomik, siyasi, askeri, istihbari varlığına karşı mücadele etmek demektir, bu da herkesin görevidir” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:

Şehitler ayındayız, şehitler gerçeği var, şehitlere yaklaşım noktasında neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle şehadetinin 44. yıl dönümünde büyük devrimci Haki Karer yoldaşı sevgi ve minnetle anıyorum. Amacını başarma anısını, yaşatma sözümüzü bu temelde bir kez daha yineliyorum. Bu 45. şehitler yılına giriş oluyor. Haki Karer yoldaşın şehadetinin 44. yıl dönümü, 45. yıla giriştir. 45. şehitler ayını da halk ve Hareket olarak yaşıyoruz. 18 Mayıs 1977 itibarıyla. Tabii 18 Mayıs Türkiye’nin devrimci önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın da şehadetinin 48. yıl dönümü. Bu temelde büyük devrimci İbrahim Kaypakkaya’yı da saygı ve minnetle anıyorum.

30 Mart 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının katledilmesi, yine 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamından sonra 18 Mayıs 1973’te TKP-ML önderi İbrahim Kaypakkaya’nın da işkence ile katledilmesiyle Türkiye devrimci hareketi önemli bir noktaya geldi. Yeni gruplaşmalar, yeniden örgütlenme, yeni arayışlar ortaya çıktı. PKK de bu arayışlardan bir tanesidir. Bu süreçte önemli bir arayış sürdüren bir kişilik, Önder Apo kişiliği. Daha 72’de cezaevindeyken böyle bir arayış sürecini başlatmıştı. Kasım 72’de zindandan çıktıktan sonra Haki ve Kemal arkadaşlarla birlikte yaşananlardan ders çıkartarak, yeni bir devrimci hareket gerçekleştirmenin arayışı içerisine girmişlerdi. Şehitler gerçeğine nasıl cevap verecekler, anılarına nasıl sahip çıkacaklar, bunun arayışıydı ki, bu arayış 73 Newroz sürecinde PKK’nin örgütsel kuruluşunun temeli olan Çubuk Barajı toplantısına götürdü. Önder Apo’yu ve böylece söz konusu direnişlerin doğru temelde anlaşılıp sürdürülmesi, şehitlerin anılarının yaşatılıp, amaçlarının başlatılması temelinde yeni bir hareketin başlangıcı oldu.

Mücadele Kürdistan’a kaydı, Kürt sorununun çözümü temelinde bir yeni ideolojik-politik çizgi, örgütlülük, yeni bir mücadele ortaya çıkartıldı, Önder Apo gerçekliğiyle. Böyle bir Kürdistan’a yürüyüş 76’dan itibaren ilk adımlarda ilk büyük şehitlerini verdi. Şunu da ifade etmek lazım; 18 Mayıs 1976, Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Fevzi Aslansoy’un katlediliş günü oluyor. Onu da saygı ve minnetle anıyorum. 18 Mayıs 77 Antep’te Haki Karer yoldaşın katledilişidir. Yani büyük Suruç eylemimizin 45. yıl dönümünü yaşıyoruz, şimdi. Ardından bu 73 Newroz’unda temeli atılan Hareket, işte şehadet hareketi, şehitler hareketi olarak peş peşe gelişti. Birbirini izledi ve bunda da Mayıs ayı gerçekten de önemli bir ay oldu; direnme, mücadele ayı. Kuşkusuz sadece Mayıs’ta direnme olmadı, şehitler verilmedi, diğer aylarda da oldu ama Mayıs, böyle bir özellik taşıdı. Denizlerden İbrahimlere, Fevzi Aslansoy’dan Kürdistan’da Haki Karer’e ardından birinci yıl dönümünde Hilvan’da Halil Çavgun yoldaş şehit düştü. 4. yıl dönümünde Diyarbakır Zindanı’nda Ferhat Kurtay ve Dörtler, 17 Mayıs’ta şehadete ulaştı, büyük bir direniş eylemi geliştirdiler. Mayıs ayı böylece devam etti. Beyrut’ta 1 Mayıs 1982’de Abdulkadir Çubukçu yoldaşı şehit verdik. 1 Mayıs 1985’te Ramazan Kaplan arkadaşlar Garzan’da şehit düştü. 2 Mayıs 83’te Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşlar Kandil’de şehit düştü. Mayıs ayının her gününde büyük direnişler oldu, şehadetler yaşandı. Mayıs, boydan boya şehitlerin kanıyla sulanmış bir ay haline geldi.

PKK, daha 1. Konferans’ta 18 Mayıs’ı ‘Şehitler Günü’ olarak Haki Karer yoldaşın anısına sahip çıkmak üzere ilan etti. Peşinden gelen bu şehadetler, yani artık Kürdistan Özgürlük Devrimi’ni sadece şehitler günü ile tanımlanacak, bir devrim olmanın ötesine götürdü. Yani boydan boya Mayıs’ın her gününde şehadetlerin yaşandığı ay haline getirdi. 2010’da 9 Mayıs’ta İran Şirin Elemhuli ve yoldaşları idam etti. 1992’de Tatvan’da Ozan Mizgin yoldaş Türk ordusuyla girdiği çatışmada şehit düştü. 11 Mayıs’ta. Böyle bir şehadeti saygı ve minnetle anıyorum. Yılın en sonu 31 Mayıs, Sinan Cemgil ve arkadaşlarının şehadet günüdür.

Gerçekten bir tanımlama değil, yaşanmış bir gerçekliktir. Şehitler günü ve ayı. Şehide doğru sahip çıkmak demek, onu doğru anlamak ve başarı ile uygulamak demektir. Amaçlarını başarma anısını zaferde yaşatmak demektir. Bunu başarabilmek için de elbette şehadeti, şehitler çizgisini doğru anlayan ve başarabilen devrimci haline getirmekle mümkündür. Boş lafla, ya da arada bir hatırlayarak olmuyor.

45. şehitler ayında Hareket ve halk olarak daha da duyarlı olduğumuz ortada. Bütün açıklamalar oluyor, yoldaşlardan, çeşitli örgütlerimizden, halktan çeşitli açıklamalar geliyor. 1 Mayıs’ta şehitleri anma, anlama toplantıları yapılıyor. Şehitler anısına eylemler, gerilla eylemleri gelişiyor. Bu önemli, dönemin özelliği, içinde bulunduğumuz mücadele sürecinin bir gereği. Böyle yapmak da tabii bizi süreci daha doğru anlayan, sürecin görevlerini daha doğru ve etkili getirir kılıyor, o düzeye taşıyor. Bu da önemli ve anlamlı, daha fazla böyle yapmalıyız. Çok önemli bir mücadele sürecindeyiz, böyle bir süreci doğru anlamak ve başarmak Önderlik ve şehitleri gerçeğini doğru ve yeterli anlamak ve başarıyla uygulamakla oluyor. Apocu tarz, üslup ve tempoyla anı anına, nefes nefese pratiğe geçirmekle olur. Böyle yaparsak pratikte devrimci görevlerimizi başarıyla yürütmüş, özgürlük mücadelemizi geliştirmiş oluruz. Bu da Önderlik ve şehitler gerçekliğine doğru yaklaştığımız anlamına gelir.

Önder Apo’nun şehitlere, şehadet gerçekliğine yaklaşımı nasıldı?

Bu çok önemli, en çok güncel olarak da tartışılan bir husus, İmralı işkence ve tecrit sistemi sürüyor. Şehitler günü ve ayında bile Önder Apo’nun bir çift sözünün topluma ulaşmasına, İmralı’dan dışarı çıkmasına izin verilmiyor. Böyle vahşi, ağır bir baskı durumu var ki, bunun Önderlik gerçekliğine en büyük saldırı olduğunu, Önder Apo’ya yöneltilen en ağır saldırı olduğunu görmemiz gerekiyor. Şunu söylemek istiyorlar, “Şehadet gerçekliğini doğru anlayarak, tanımlayarak, sahiplenerek, uygulayarak yarattın, geliştirdin kazandın. Biz de seni böyle bir günde, ayda da kuşatma, tecrit altında tutacağız ve başarı imkanlarını ortadan kaldıracağız” demek istiyorlar ama nafile. O süreçler artık aşıldı, Önderlik ve şehitlik gerçekliği bir bütünlük arz eti. Şunları bilmemiz gerekiyor; Önderliksel doğuş Türkiye’deki devrimci hareketin gelişim süreci temelinde kısaca ifade ettim, hareketin önderlerinin şehadetine, anılarına sahip çıkmak, şehadetlerine cevap vermek üzere bu görev ve sorumluluğu üstlenmeyi ifade ediyor. Önder Apo bunu defalarca tanımladı. Mahirler, Denizler ve İbrahimlerin anıları nasıl yaşatılacak, amaçları başarılacak, döktükleri kan nasıl yerde kalmayacak, bu soruları sordum kendime, dedi. Bu temelde görev ve sorumluluk üstlenmek gerektiği bilincine ulaştım, bu sorumluluk duygusuyla böyle bir mücadele, çalışma içerisine daha bir kararlılıkla girdim. Bu şehadet gerçeğine nasıl yaklaştığını baştan gösteriyor. Şehidin anısına nasıl sahip çıkılır, şehide doğru nasıl yaklaşılır; onun bıraktığı bayrak daha güçlü tutularak, daha yüksekte dalgalandırılarak, başlattığı mücadele daha doğru ve etkili yürütülerek, amaçları başarmak için daha doğru ve etkili mücadele geliştirilerek olur. Önder Apo’nun şehadet anlayışı budur, cevap budur. Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısına verdiği cevap Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin, PKK’nin ideolojik doğuşunu gerçekleştirmektir, Önder Apo buna birinci Önderliksel doğuş, dedi. Önderliksel doğuş, şehitlerin anısına sahip çıkmak temelinde oldu. Haki Karer yoldaşın anısına sahip çıkma, bir yandan PKK’yi inşa etme, örgütleme, ortaya çıkartma, diğer yandan devrimci intikam eylemliliğini, mücadelesini geliştirme biçiminde oldu. PKK, Haki Karer’in anısının örgütlenmesidir, dedi. Bu çok nettir, PKK şehitler zincirinden oluşur, her şehadet PKK biçimindeki gelişme zincirinin bir halkasıdır, böyle ele aldı ve sonuçta şunu ifade etti, şehitler PKK’lidir. PKK bir şehitler partisidir, işte yaşıyorlar PKK biçiminde, diye tanımladı şehitlerimizi. Şehitleri nasıl tanımladığını değerlendirmelerinde gördük, Haki Karer yoldaş için benim gizli ruhumdu, dedi. Kendisiyle ne kadar güçlü, ileri düzeyde bir bütünleşmeyi ortaya çıkartmış olduğunu ortaya koydu.

Yani kendi rolünü şöyle tanımladı; ben şehitlerin sözcülüğünü yapıyorum, şehitler gerçekliğine doğru sahip çıkmaya çalışıyorum, şehitlerin hakkını gözeten amaçlarını başarmak için kendimi ve çevremi doğru göreve yönelten bir konumda bulunuyorum. Kendisini de böyle tanımladı. Şehitlerin anısına doğru sahip çıkma, sözcülüğü olma. Örneğin zindanda şehit düştü yoldaşlar; Mazlum, Kemal, Hayri, Ferhat yoldaşlar. Hiç gözlerini kırpmadan 14 Temmuz ölüm orucuna gittiler, en zor koşullarda kendilerini feda ettiler, Önderliğe güvenerek yaptılar. O şahadetlerin sözcüsü olmazsa, doğru tanımlanmazsa, doğru bilince çıkarılmazsa doğru anlaşılıp anlatılmazsa doğru eğitim yapılmaz, o çizgi örgütlenip eyleme geçirilmezse ne olurdu? Hiçbir şey olmazdı, ortada kalırdı. Yalnız başına şehadet demek ki sonuç vermiyor. O doğru anlaşıldı, doğru sahiplenildi, doğru çizgide getirilerek, o çizgide doğru yürütüldüğü zaman şehadet, büyük önderlik gerçekliği oluyor. Önder Apo gerçekliği böyle oldu. Yoldaşlar da bunu çok iyi biliyorlardı, Önderlik ile bütünleşmenin böyle bir direnişten geçtiğini anlıyorlardı, öyle bir direnişe gözlerini kırpmadan yürüdüler, sonuna götürdüler, zafere götürdüler direnişlerini. Önder Apo gerçekliği, bunu doğru anladı, tanımladı. Yüzde yüz doğru sözcülük yaptı, partiyi, halkı bu temelde eğitti. Derin bir ideolojik siyasi bilinç haline getirdi. Bu bilinci yoldaşlara ve halka taşırdı. Bu da bugüne kadar gelen, yenilmeyen bu büyük Özgürlük Hareketi’ni, mücadelesini ortaya çıkardı. Bu büyük mücadele böyle ortaya çıktı. Bir şehitler ordusu, bir şehitler önderliği yarattı. PKK gerçeği bir şehitler gerçeği oldu, PKK öncülüğü, PKK önderliği, bir şehitler önderliği oldu. Önder Apo da kendi duruşunu ve pratikleşmesini bu temelde geliştirdi. Günümüzde de böyledir. Bu her zaman böyle, bu temelde rol oynuyor. İşte belirttim, ağır işkence, İmralı işkence ve tecrit sistemi altındaki ağır maddi ve manevi baskı ile bu rolü azaltmak istiyorlar. Önder Apo’nun bu rolü oynayamaz hale getirmek istiyorlar ama bu gerçekleşti, Hareket haline geldi, toplumsal duruş oldu. Ne kadar baskı yaparlarsa yapsınlar hiçbir sonuç alamazlar. Kaybettiler, geç kaldılar. Önder Apo o süreçleri aştı, başarı ile aştı. Şehitler gerçekliğini doğru anlamak o temelde partileşmeyi, gerillalaşmayı ve halklaşmayı geliştirmeyi sağladı. Bu artık rolünü oynuyor. Yapılanlar, baskı ve zulümden öte bir anlam ifade etmiyor. Herhangi bir zayıflatma, engelleme olamıyor, oluşmuyor. Zaten soykırımcı, sömürgeci yapıyı çılgına çeviren de bu. Bu kadar baskı uyguluyoruz, tecrit ediyoruz, her türlü yalan yanlış şeyle hakkında şeylerde bulunuyoruz ama hiç etkilemiyoruz, hiç olumsuzluk gelişmiyor, tam tersine biz böyle yaptıkça Önderlik gerçekliği büyüyor. Kürt halkının Önderlik etrafındaki bilinçlenmesi, örgütlenmesi, PKK’nin fedaileşmesi daha çok gelişiyor. Birliği, örgütlülüğü daha çok güçleniyor, bunu gördükçe daha çok çılgına dönüyor düşman. Bu, Önderlik ve şehitler gerçekliğinin bütünlüğünden ileri geliyor. Önder Apo, şehitler gerçeğini zamanında doğru anladı, tanımladı, sahiplendi, bunu bir partiye, halk hareketine, kadın ve gençlik mücadelesine dönüştürdü ki, artık geriye çekmek, önünü almak, etkisiz kılmak mümkün değil.

Yakın zamanda ilan edilen şehitler var; Sinan, Hewram…

Şehadetler devam ediyor, çünkü mücadele devam ediyor. Onu anladık, tanımlayabiliriz. Bu, Önderlik ve şehitler çizgisinde yüründüğünün en açık kanıtı. 45. şehitler ayında da her gün neredeyse şehit veriyoruz. Kürt fedakar, cesur, yiğit kızları ve oğulları savaş cephelerinde dört parça Kürdistan’da, yurt dışında kahramanca mücadele ediyor ve bedel ödüyorlar. Hiç gözlerini kırpmadan şehadet çizgisinde yürüyüş devam ediyor. Mayıs ayı da şehitler çizgisinde kendimizi sorgulamayı derinleştirdiğimiz gibi aynı zamanda her türlü mücadeleyi kahramanlık, şehitler çizgisinde yürüttüğümüz bir ay oluyor. Bu her şeyden önce önemli, anlamlı, şehitler gerçekliğini doğru anlamak, sahip çıkmak, onları çizgisinde yürüme tutumu içerisinde olduğumuzu, halk ve Hareket olarak ortaya koyuyor.

Son dönemde de büyük şehitler verdik, her şeyden önce Sinan Dersim yoldaşı ilan etti HPG, Apollo Akademiler Komutanıydı, HPG Komuta Konseyi Üyesi’ydi. Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde PKK temsilcisiydi, hem HBDH’nin Yürütme Komitesi, hem de komutanlığı üyeliği görevini yapıyordu. Gerçekten de çok yönlü çalışan, söz konusu çalışmalara çok büyük katkılar sunan bir devrimci oldu.

Saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Amacını başarma ve anısını yaşatma sözümü yineliyorum. Uzun süre bu temelde birlikte de çalıştık. Gerçekten de şöyle diyelim, dar yaklaşımlar karşısında Sinan arkadaş genelleşen, genişleyen bir devrimciliği temsil etti, zor görevlerden geri çekilmeye karşı zorlukların üzerine giden oldu. Apollo Akademiler Komutanlığı’na bir üye olarak girdi, süreç ilerledikçe başka düzenlemeler oldukça, görev kendisine düştükçe komutan düzeyine geldi. Çok ciddi yoğun savaş pratiklerinden de geçmemişti ama ben bu durumdayım, yani şu kadar yaparım, ötesini yapamam, demedi. Bir yönüyle sorumluğu artarken, öbür yanıyla da HBDH çalışmalarına isteyerek, gönüllüce daha fazla katıldı. Gerçekten de bir örgütün kendi içerisinde çalışması kolaydır ama birçok örgütle çalışmak elbette zordur. Zorluklardan dolayı her kesin giremediği, geri çekilme yaşadığı süreçte o tersine en zor görevi, akademiler komutanlığı çerçevesinde yürütürken, diğer en zor görevi HBDH çalışmaları temelinde yürüttü. Orda da bütün görevler üzerinde kaldı. Akademiler Komutanlığı’nda komutanlık düzeyine ulaştıysa HBDH çalışmalarında da PKK temsilcisi haline geldi. Yürütme Komitesi’nde komutanlıkta çalışan, HBDH çalışmalarını organize eden bir yoldaş oldu. Bunları bilinsin diye ifade etmek istedim. Çok tanıyanı var, herkes anlatıyor, iyi de oluyor, daha fazla da anlatmak gerekiyor fakat doğru anlamamız için bu bilgilerin anlatılması lazım. Herkes bilmeli; doğru devrimcilik, Sinan Dersim çizgisidir. O gerçekten Apocu çizgiyi bütün yönleriyle yürüttü, en küçük bir daralma, geri durma, zayıflama yoktu. Gece gündüz, düşünerek, araştırarak, kendisinden düşünce ve eylem olarak ne bitiyorsa, gücü enerjisi neye yetiyorsa onu ortaya koyan, çevresi ile birlikte en ileri düzeyde bir şeyler yaratmaya çalışan devrimci çizginin temsilcisi oldu.

Oldukça önemli, doğru anlamak lazım, doğru sahiplenmek gerekiyor, bu çizgiyi doğru yürütmek lazım. Dersim direnişçiliği, toplumsallığının, tarihten gelen Dersim toplumsallığı ve yaratıcılığının en somut güncel örneğiydi diyebilirim, Sinan Yoldaş için. Dolu dolu da yaşadı, doya doya da yaşadı. Hiçbir zaman en ufak bir kötümserlik, karamsarlık, moralsizlik içerisinde olmadı. Hep coşku, heyecanla en zor anlarda bile istekle moralle yürüdü, devrimci yaşamı en güzel yaşam olarak bildi. En hızlı yürüdü. Diyorlar ya Deniz Gezmiş en hızlı koşanıydı devrimin. Sinan Dersim yoldaş da PKK içerisinde en hızlı koşan, her türlü göreve koşan, görevin küçüğü, büyüğü zoru kolayı ayrımı yapmayan ama mutlaka kendisinde bir şeyler yaratarak, her görevi yapmanın bilincini, enerjisini ortaya çıkan bir kişilik oldu, her zaman örnek alacağız.

Diğer yoldaşlar da öyle. Hewram yoldaş da uzun bir süre birçok alanda mücadele etti. Rojhilatê Kurdistan’dan geldi en zor savaş cephelerinde benzer özellikleri vardı. Düşünen anlamaya çalışan, yoğunlaşan ve pratikleşendi. Anlayan ama anladığını uygulayandı. Böyle kaba kuvvetle hareket eden değil, anlayarak, bilinçlenerek yürüyen, sadece bilinci bir ezber düzeyinde tutmayan, sürekli yaşamla, mücadele ile birleştiren, mücadelenin sahibi oldu. Her alanda önemli pratikler yaptı, hızla komuta çizgisinde ilerledi, Mardin Eyalet Komutanlığı’na ulaştı. Rojhilat’ta böyle bir damar vardır, Rojhilat kişiliğinin böyle bir damarı var. Simko Rojhilat yoldaş vardı, yüzlerce kadın ve erkek yoldaşlar var, büyük katkılar sundular Bakur’da, Rojava’da, Başûr’da mücadeleye. PKK gelişimine, Önderlik çizgisinin en zor koşullarda uygulanmasına büyük katkılar sundular. Onlardan bir tanesi oldu Hewram yoldaş, onu da saygı ve milletle anıyorum.

Tabii güncel olan Zap, Avaşîn, Metîna direniş şehitlerimiz. En son HPG BİM, Mamreşo şehitlerini açıkladı, Komutan Serhat yoldaş ve birliğinin kahramanca şehadetini ifade ettiler, onlar şahsında bu büyük direnişin tüm şehitlerini 45. şehitler ayının şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözünü yineliyorum.

Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’dan Fevzi Aslansoy, Haki Karer, Halil Çavgun’dan zindan direnişçilerinden, Karasungurlardan, Azad Siserlerden günümüze kadar gelen bu büyük devrimci yürüyüşün, şehitler yürüyüşünün, kervanının son halkları oldular. Hepsinden ders çıkartarak yürüdüler, o kahramanlık çizgisini daha da geliştirerek, Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi mücadelesi için kendilerini en önde feda ettiler. Bu gerçeği anlamak lazım. Bu gerçeği anlamak lazım. Arkadaşlar belirtiyorlar açıklamalarında bu fedakarlığı, bilinci, cesareti, ruhu, iradeyi, halk ve insanlık anlayışını gerçekten de doğru anlamak lazım. En küçük bir geri çekilme yok, bireysel bir tutum yok. İnsanlık için, halk varlığı, Kürdistan’ın varlık ve özgürlük mücadelesi için kendini bu düzeyde feda etme, bu kadar bilinçli, örgütlü doğru ve yerinde feda etmek anlaşılması gereken, sahiplenilmesi, doğru uygulanması gereken bir çizgi oluyor.

Bu çizgiyi doğru anlamalıyız, doğru uygulamalıyız. Bu çizgi her zaman kazandırır. Zafer, kahramanlık, her türlü zorluğu yenme, engeli aşma her koşulda kazanma çizgisidir. Bu çizgiyi esas aldığımız sürece Hareket ve halk olarak yenilmeyiz. Her zaman ve her yerde mutlaka zaferler kazanırız. Şehitler gerçeğine böyle yaklaşıyoruz ve şehitler çizgisinde böyle yürüyen bir Hareket olduk. Bundan sonra da bu çizgiyi derinleştirerek sürdüreceğiz.

Bu çizginin temsilcisi olan Kürdistan gerillası, Zap, Avaşîn ve Metîna’da görkemli bir direniş veriyor. TC’nin 23 Nisan’da başlattığı işgal saldırısına karşı. Bu saldırısı nasıl gündeme geldi, neler amaçlanıyor?

Ben öncelikle işgalci saldırı karşısındaki kahramanlık direnişini selamlıyorum. Direnen tüm komuta ve savaşçı yapısını, HPG ve YJA Star’ın fedai militanlarını selamlıyorum, başarı dileklerimi ifade ediyorum. Direnişlerini kutluyorum. Bu direnişin kahraman şehitlerini bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum. Son derece bilinçli ve planlı bir direniş yürütüldüğünü de görüyoruz. Nasıl bir mücadele içerisinde olduğu biliniyor, bilinçle yürütülüyor. Dolayısıyla zafer bu direnişin olacak, direnenlerin olacak, mutlaka kazanacaklar. Bunu da öncelikli ifade etmek istiyorum. Şimdi söz konusu saldırının nasıl ortaya çıktığı açık. Soykırım zihniyet ve siyasetinin oluşumuna kadar götürülebilir, 100, 200 yıllık bir mesele, 40 yıllık bir mesele, 23 yıllık bir mesele, uluslararası komplonun devamı, 23 Ağustos 2005’te MGK’nin aldığı saldırının kararının devamı, 5 Kasım 2007’de ABD ve TC anlaşmasının bir devamı. En son tabii 30 Ekim 2014 MGK toplantısının kararlaştırdığı ‘Çöktürme Planı’nın uygulanmaya geçirilmesinin devamı. Cizre, Sur’daki saldırıların, Kobanê, Efrîn, Serêkaniyê’ye saldırılar, Heftanîn, Xakurkê’ye, Maxmûr, Şengal’e saldırıların bir devamı, böyle ortaya çıktı. Bu saldırıda daha somut olarak ne tür roller oynandı, hangi gerçekleri ifade ediyor, amacı daha somut nedir, şunu görmemiz lazım. 23 Nisan günü, yeni ABD Başkanı aylarca durdu durdu, Tayyip Erdoğan’ı aradı telefonla konuştu. 23 Nisan basit bir gün değildir, Türkiye Meclisi’nin kuruluş günüdür. Dolayısıyla TC devletinin kuruluş günü, o gün devletin başı olarak Tayyip Erdoğan ile konuşmak bir mesaj vermektir. Seninleyiz, dedi ve arkasından bu saldırı çıktı. Seninleyiz, demek; Kürt’e saldır demek anlamına geldi. Yani öyle demediyse de karşı taraf öyle anladı ve hemen gereğini yaptı, telefon durur durmaz, zaten hazırlıklar yapılmıştı, düğmeye basıldı. Metîna, Zap ve Avaşîn’e Zagros hattına dönük bu saldırı başladı. Ertesi gün 24 Nisan, bu sefer kalktı Ermeni Soykırımı’nı tanıyoruz, dedi. Yani karşı tarafa mesaj vermeye kalktı. Sadece Ermeni Soykırımı’nı tanıyoruz demedi, orada ilginç açıklaması var, böyle bir potansiyel taşındığını görüyor, kaygı duyuyoruz, dedi. Yani açıkça bugün AKP-MHP faşizmini, TC yönetimini soykırım potansiyelini taşıyan yönetim olarak tanıdı. Bu önemli bir durum, bir gün önce seni devlet olarak tanıyorum, dedi; bir gün sonra bilmem şöyle potansiyelini tanıyorum. Kimi soykırımdan geçirecek? Kürtleri geçirecek, Kürtlere saldırttı zaten. Biz geçen sefer konuşmuştuk, mücadele ediyoruz, zorluyoruz, faşist sömürgeci zihniyet siyaseti daraltıyoruz, sınırlandırıyoruz, çöküş noktasına getiriyoruz, hemen Avrupa’dan, Amerika’dan, Rusya’dan el atıyor, kurtarmaya çalışıyorlar. Faşizmi bu sistem ayakta tutuyor.

Diyorlar ki sistemde sağcılık gelişiyor, sistemin sağı, solu yoktur. En kötüsü bu sistemin solcusu olmaktır. Sistemi en çok ayakta tutan, sistemin solcusu denenlerdir. O sahte solculuk, uydurma solculuktur. Öyle bir durum yok, zaten sistemin kendisi tektir. Sağ mı dersin, ne dersen de, faşizmi üretiyor, faşizmi uygulatıyor. Diğer görüntüler sahtedir. İşin özü kesinlikle bu, işte yaptılar. Avrupa el atmıştı Tayyip’i kurtarmak üzere, Rusya el atmıştı en son ABD el attı. AKP-MHP faşizmi kuşatılmıştı, çökertilme noktasına getirilmişti, ona yeni can suyu vermeye, yeniden ayakta tutmaya çalışıyorlar. Yeni saldırılara teşvik ettiler, ediyorlar. Bunu çok net gördük. Böyle bir durum var.

Önder Apo, bu politik durumu, “Tavşana kaç, tazıya tut” politikası olarak tanımladı. Bu en tehlikeli, kötü politika, dedi. İşte bu “tavşana kaç, tazıya tut” politikasını yeniden yaşadık. Ermeni Soykırımı üzerinden, yeni soykırım potansiyeli taşınacağı şeyiyle, şu Kürt’le, bu Kürt’le ilişki kuruyorum denerek, Kürt’e hadi sen de bir şey yap, deniliyor. Diğer taraftan öbürüne saldır, arkandayım, deniyor. Böyle olmaz, bu biçimde gerçekten de herkes görmeli bu gerçeği, niye yapıyorlar, buradan çıkar sağlıyorlar.

Çatıştırıyorlar, çıkar sağlıyorlar, emperyalist politika nasıl tanımlandı; böl, parçala, çatıştır yönet, çıkar sağla. Ortadoğu’da 2 yüzyıldır uygulanan bu Kürdistan’a 2 yüzyıldır dayatılan bu. Öyle anlaşılıyor ki sürdürmek istiyorlar, bu gerçeği herkes görmeli, hepimiz görmeliyiz. Doğru anlaşılması ve bu politikaya karşı durulması önemli. Çünkü burada çatışanların faydası yoktur, çatıştıranlar kazanıyor. Böyle bir durum var. Yani önceki ABD yönetimi eleştiriliyordu, bir farkı yok, devlet politikası olduğu ortaya çıkıyor. Böyle olmaz, olamaz.

Bu temelde işte ne hale getirildi dünya, insanlık, koronavirüsü denen şey gösteriyor, kanserleşme durumu, dedi. Kanserojen bir hal aldı sistem, yer küre çöküyor, insanlık çökertiliyor. Hepsi bu politikaların sonucu. İşin bir boyutu bu, işin diğer boyutu ama bir de tabii AKP-MHP faşizmi var. TC devleti denen sistem var.

Önder Apo, ‘Devlet aklını arıyorum. Nesnel yaklaşımı arıyorum. Devlet olarak çıkar üzerine kuruluyor. Çıkar hegemonyasıdır. Kendi çıkarını gözeten aklı arıyorum' dedi. Kendi çıkarını gözetmiyor mevcut akıl. Birileri tarafından yönlendiriliyor. Kendisini de çökertecekler sonunda. Türkiye'ye de Kürdistan'a da en büyük zararı veriyorlar. Gerçekten de durum böyledir. Yönlendiriliyor. Kısa vadede de kazançlar sağlıyor mu? Saraylarda yaşıyor mu Tayyip Erdoğan? Devlet Bahçeli’nin o histerik faşist, şoven, ırkçı söylemleri biraz dinleyici buluyor mu? Bu kendilerine yetiyor. Bu temelde saldırıyorlar, saldırtılıyorlar. Onlara bu zihniyet I. Dünya Savaşı’yla Kürdistan ve Ortadoğu bölünüp paylaşıldığı zaman İttihat ve Terakki temelinde verildi. Bu zihniyet faşisttir, sömürgecidir, bu zihniyet soykırımcıdır, bu zihniyet saldırgandır, işgalcidir. Bu soykırım zihniyet ve siyasetini ürettiler ve TC’yi bu temelde kurdular. Haklar ve kadın düşmanı yaptılar. İşçi ve emekçi düşmanı yaptılar. En önemli boyut halklar boyutu oldu. Ermeni, Rum, Asuri, Süryani soykırımı ve esas olanda Kürt soykırımını yüz yıldır yürütüyorlar. Şimdi de bu saldırı, bu soykırımcı zihniyet siyasetin gereği olarak yürütülüyor. 

Neden PKK’den korkuyor, tehlikeli görüyor ve saldırıyorlar?

AKP/MHP faşizmi, Kürt özgürlüğünü isteyen PKK’yi imha ve tasfiye ederek, Kürt soykırımı gerçekleştirmenin önünü açmak istiyor. Bazıları, saldırı sadece PKK’ye değil, diyor. Bir yanıyla doğru. Kürt soykırımı gerçekleştirmek için PKK’ye saldırmak istiyorlar. PKK Kürtlerden ayrı değildir fakat şu an saldırı PKK’yi hedefliyor. Gün gibi açıktır. Bunu da açıkça ifade etmemiz lazım. PKK’yi hedefliyor, çünkü Kürt varlık ve özgürlük çizgisinde yürüyen PKK’dir. Kürt Özgürlük Mücadelesini doğru anlayan ve her türlü bedeli ödeyerek yürüten PKK’dir. Dolayısıyla bunu yok etmek istiyorlar. Önder Apo’yu niye 23 yıldır İmralı’ya koydular. Başka Kürtlere bunu yapıyorlar mı? Kürt özgürlük ve varlık iradesini temsil ettiği için bunu yapıyorlar. Dolayısıyla mevcut saldırı, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini doğru ve etkili bir şekilde yürüttüğü için PKK’yi hedefliyorlar. Kürtler ders çıkartmalı bundan. Herkes buna göre kendisini düzeltmeli ve özeleştiri vermelidir. Doğru çizgiye gelmelidir. Niye PKK hedefleniyor da başkaları hedeflenmiyor? PKK'nin terörist ve kötü oluşundan ya da çok silahı veya ordusu oluşundan değil. KDP ve YNK’nin daha çok silahı ve ordusu var. Niye onlar değil de PKK hedefleniyor? Demek ki PKK’den korkuyorlar ve tehlikeli görüyorlar. PKK sömürgeci, soykırımcı zihniyet karşısında duruyor. Buna karşı doğru ve etkili bir mücadele yürütüyor. Kürt soykırımını engelliyor. Kürt varlık ve özgürlüğünü geliştiriyor ki; bunu ortadan kaldırmak için öncelikle PKK’ye saldırıyorlar.

Metîna, Avaşîn ve Zap’ta devam eden saldırı, ne kadar ciddidir, neyi hedefliyorlar?

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanlığı ve KCK Yürütme Konseyi de açıklama ve uyarılarda bulundu. Gerçekçi yaklaşalım diye. Gerçekten de durum ciddidir. İşin öyle basit yanı, şuyu buyu yok. Soykırım amaçlı saldırıdır. Bu Kürt soykırımı hedefleyen bir saldırıdır. Bunun için de PKK’nin tasfiyesi gerekiyor. Uluslararası komplo böyleydi. Önder Apo’ya saldırdılar. 23 yıldır İmralı'da tutuyorlar. Halka saldırıyorlar. En önemli olarak da örgütümüze saldırıyorlar. Yönetimimiz hakkında tutuklama, imha kararları vermişler. TC bir taraftan ödül koymuş, Amerika bir taraftan koyuyor. Başkaları da kendi içlerinde gizli gizli yapıyorlardır. Bildiklerimiz, gördüklerimiz bu oluyor. En önemlisi gerillaya saldırılar. Özgürlük ruhunu, bilincini, iradesini canlı tutan ve özgürlük mücadelesine öncülük eden gerilladır. Bunu iyi biliyorlar. Dolayısıyla gerillanın öncülüğünü imha etmek üzere gerillaya saldırıyorlar. Geçen yıl Xakurkê ve Heftanîn’e saldırdılar, şimdi de Metîna, Zap, Avaşîn’den Xakurkê’ye olan alanlara saldırıları birleştirmeyi hedefliyorlar. Bu anlamda bu saldırılar çok ciddi ve tehlikelidir. AKP/MHP faşizmi tüm gücünü kullanıyor. Her türlü gücü seferber ediyor. Tüm teknik imkanını kullanıyor. Göze almış bir çok şeyi. İmha etmek amacıyla yapıyor. Gerillayı ezmek istiyor. Gerilla şahsında PKK çizgisini zayıflatarak, gerileterek, Kürt soykırımının önünü açmak istiyor. Kürt soykırımı yakalamak için daha etkin bir ortak oluşturmak istiyor. İşgalci saldırı, diyoruz. Evet ama bunun arkasında soykırım var. Bu soykırımcı bir saldırıdır. İmha ve yok etmek saldırısıdır. Buna dikkat edelim. 

Faşist Türk devletine küresel, bölgesel ya da başka biçimde destek veriyorlar. Açıktan destek vermeyenler, gizli veriyor. Susarak en azından destek veriyorlar. Bağdat ve Hewlêr’den ses çıkmıyor. Bu Kürdistan Parlamentosu ne zaman, hangi durumda konuşacak? Güney Kürdistan toprakları işgal edilirken susacaksa ne zaman konuşacak? Hangi durumda karar alacak? PKK’ye karşı sadece karar almak için mi kurulmuş bir parlamento mudur. PKK’ye karşı tartışma yapıyor, PKK’ye karşı karar alıyor. 1992’den bu yana kaç karar aldı PKK’ye karşı? Bir de TC’ye karşı karar alsın, biz de görelim. Böyle de destek verenler var. Bu bakımdan hiç kimse hafife almamalıdır. Durum ciddidir. Kürt aydınları, sanatçıları, kadınları, gençleri herkes bilmelidir. Faşist, soykırımcı TC zihniyeti ve siyaseti bugün AKP/MHP şahsında sonuç almak istiyor. Bu temelde saldırıyor. Başarır ya da başaramaz, bu ayrı bir konu. Bu saldırı soykırım ve imha saldırısıdır. Gerillayı etkisizleştirirsek sonuç alırız hesabı yapıyorlar ki, çok da haksız değiller. Bu konuyu herkes doğru anlamalıdır. Dolayısıyla işin ciddiyetiyle buna yaklaşık göstermelidir. 

HPG’nin günlük açıklamaları ve 10 günlük bilançosu ortada dururken Türk devleti tarafı başarılıymış gibi propaganda yapıyor…

HPG, gün gün ayrıntıları paylaşıyor, 10 günlük bilançoyu da verdi. Bu açıklamalar gerçeklerdir. Bu durum, Türk Genelkurmayı’nın ya da savaş bakanlığının faşist şeflerin maskelerini düşürüyor. Yalanlarını ortaya koyuyor. Bol bol onlar da kendilerine göre bilançolar veriyorlar. 1984’ten bu yana kaç PKK’liyi etkisiz hale getirmiş bu Türk ordusu. Açıklamalara bakarak bu bilançoyu çıkarsın birileri. Öyle bir şey çıkacak ki PKK’ye katılmış olanların toplamının 3-5 katı olacak. Oysa bütün PKK’lileri vurmadıysalar bu söyledikleri nedir? Ortada bir yalan makinası var. Aynı makina şimdi burada da işliyor. Şimdi geçmişle bağı değerlendiriliyor. Mayıs 1983’te PKK’ye karşı ilk sınır ötesi operasyona başvurmuşlardı. Yer neresiydi? Zendura’ydı. Şimdi de bir tesadüf değil. Bu işe başlarken saldırdıkları yer Zendura’ydı, şimdi de Zendura’ya saldırıyorlar. 83’ten bu yana 38 yıldır saldırıyorlar. 38 yıl içerisinde en çok sınır geçilen ve sınır ötesi saldırıların yapıldığı yer Zap ve Avaşîn oldu. Şimdi de tekrar oralara saldırıyorlar. Öyle bir hava veriyor ki, AKP/MHP faşizmi bu işi ilk defa sanki kendisi yapıyormuş gibi. Öyle olmadığını ifade etmek için söylüyorum.

Mam Reşo alanında büyük bir direniş gösterildi ve şehadetler yaşandı. Siz buraya adı verilen Mam Reşo’yu tanıdınız. Bu konuda neler paylaşabilirsiniz?

Mam Reşo’yu doğru anlamak lazım. Mayıs 1983’te tanıdım. Diktatör Saddam Hüseyin'in saldırılarına da boyun eğmemiş bir yurtseverdi. Gerçekten de heybetli bir kişilikti. Çok tutarlı ve ateşli bir yurtseverdi. Saddam Hüseyin köyleri yakıp yıkıp milleti göçerttiğinde o Bağdat’a ya da İran’a gidenlerden olmamıştı. Tersine sınıra çekilerek kayalıklar arasında, derin vadilerde yaşam yerleri yaratıp ama kendi toprağında, Kürdistan’da yaşamayı esas almıştı. Kendine bir zom kurmuştu. Biz, Mayıs 83’te zomunda kaldık. Ekmeğini yedik, çayını içtik. Saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 94’e kadar elinden ne geliyorsa, tüm gücüyle gerilla çalışmalarına güç ve destek verdi. Gizli askeri bir kamp gibi zomunu kullandırdı. En ileri bir milis gibi üzerine düşen görev ve sorumluluklarının gereğini yerine getirdi. Kendisi, ailesi ve çocukları. Defalarca saldırı ve baskı oldu. Bunlara da göğüs gerdi ve toprağını terk etmedi. Özgürlük mücadelesine güç ve destek verdi. Düşman, Mayıs 1994’te o bölgelere on binlerce askerle operasyon yaptı. Mam Reşo’yu ve ailesinin diğer fertlerini tutukladılar. Günlerce işkencelerden geçirdiler. Zulmün her türlüsünü yaptılar ama bir kelime dahi alamadılar PKK’ye ve gerillaya dair. Hiçbir bilgi vermedi. Hiçbir şey alamadı Türk ordusu. Bunun üzerine Mam Reşo’yu helikoptere bindirip sarp kayalıkların olduğu bölgeye attılar. Bu devlet böyle bir devlettir. Bu operasyonu yapanlar, onların ardıllarıdır işte. Daha sonra arkadaşlar cenazelerini taşıdı. Şimdi zomunun yan tarafındaki türbeleri vardır. Bir kere daha saygıyla anıyorum. Yurtseverliğin ölçüsü Mam Reşo’nun ölçüsü olmak zorundadır. Bu çizgiye yükseltmek gerekiyor. En azında Başûr insanları, gençleri, kadınları için şunu söyleyebilirim; Mam Reşo’nun türbesine sahip çıkmaya yürüsünler. Düşman o zaman da ‘Saldırdım, bitirdim’ dedi. Bir kişi, bir zom oldu bir dağ. Gerilla bu sefer Mam Reşo’nun anısına dağa bu ismi verdi. Herkes şu an o dağı o isimle anıyor. Dahası Mayıs 1995’te ‘Çelik operasyonu’ da yine Mam Reşo dağına olmuştu. Türk devleti en büyük kaybı Mam Reşo dağında verdi. İsterlerse araştırsınlar. En ağır kayıpları Mam Reşo’daki çatışmalarda gördü. Onlarca asker, Basya suyuna kapıldı. Hiç aramadı bu ordu. Hiç sormuyor bu devlet, askerim nereye gitti, diye. Cenazelerini bile alamadılar. Bunun yüzlerce tanıkları vardır. Mam Reşo böyle bir çatışma ve mücadele alanıdır. 

Şimdikiler de gelmişler, sanki ilk defa yapıyorlar gibi ‘Biz burayı ele geçiriyoruz, herkesin yapmadığını yapıyoruz’ diyorlar. Onlara demek lazım; ‘Sizden önce çokları geldi gitti. Kimisi çıldırdı, kimisi cenaze haline geldi oralarda. Yeni bir durum değil. Sizin de sonunda onlarınkinden farklı olmayacak.’

Denebilir ki gerilla da şehit veriyor. Evet, mücadele alanıdır. Türk devleti 94’te de oraya girdi, çıktı. 95’te geldi çatışmalar oldu. Bu bir gerilla hareketidir. Evet alanlarda, Kürdistan’da mücadele ediyor, alanları savunuyor ve direniyor. Bunu gerilla tarzıyla yapıyor. Öyle mevzide savaşı biçiminde yürütmüyor. Bu gerilla mantığına aykırıdır. Şimdi girince ‘Ben girdim, aldım’ diyor ama öyle değil. Şimdiye kadar da çok yeri aldıklarını iddia ettiler. Şimdi ‘biz aldık. Buraya karakolumuzu kurarız’ diyorlar. Tamam da Bakur’a kurmuşsunuz o kadar. Oradakiler de zarar görüyor. Dersim’deki, Amed’deki, Zagros’daki, hatta İstanbul ve Çukurova’daki de gerillanın saldırılarının hedefi oluyor.

Gerilla mücadelesinin temel karakteri mücadelesi budur. Bu temel de bir mücadele yürütülüyor. Çok önemli bir direnme ve savunmada var. Gerillanın çok iyi hazırlıkları da vardı, alan da önemli ve güçlü coğrafya. Gerilla ve savaş için çok güçlü bir alan. Türk ordusu tüm tepeleri tutsa bile gerilla yine o alanda yine hareket eder, her yerden yine hareket imkanı bulur ve düşmanı takip eder, yakalar vurur. Mevcut durumda da öyledir. Avaşîn, Metîna ve Zap hattında çatışmalar yoğun bir biçimde sürüyor. Öyle anlaşılıyor ki daha da sürecek. Tabi teknik gücüne dayanarak bazı yerlere indirme yapılmış. Bu ordunun bir başarısı değildir. Biz ‘hiç kimse askeri olarak giremez, indirme yapamaz’ demedik ama girer de geri çıkar mı? Bu konu tabi tartışmalı. Orada nasıl kalır ya da kalabilir mi, o tartışmalı. Biz bunları ifade ediyoruz. Kürdistan’ın bir çok alanlarını tutmuş zaten. Bu anlamda tutabilir de fakat her yer yine savaş alanı olur. Bu bir çıkmaz durumdur. Mevcut durumda o coğrafyada mevzilendiren bir askeri güç her zaman gerillanın saldırısına kendisini hedef yapmış demektir ve bundan sonra böyle olacaktır. Zaten 2016’dan bu yana Çelê’de bazı tepelere böyle girdiler. Hep gerillanın saldırı hedefleri oldular. Sürekli gerilla saldırılar yaptı, vuruşlar yaptı, darbe vurdu. Şimdi de gerilla öyle darbe vuracak. Durum budur. Çatışma her boyuta sürüyor. Bazı yerde gerilla Türk ordusunu tuzağa düşürüyor, o temelde vuruyor ve eylemler yapıyor. İlk verilen bilançosu 147 ölü, çok sayıda yaralı ve ne kadar helikopter zarar görmüş açıklandı. Savaşan güç şehit de veriyor. Biz savaşarak şehit vermeyi göze almış bir hareketiz. Savaşamadan şehit düşersek, o bizim için üzerinde durulması gereken, düzeltilmesi gereken bir husus oluyor. Yoksa savaşın gereği olarak şehadeti zaten göze alıyoruz. Bütün alanlar savaş ve çatışma alanı haline gelmiş durumdadır.

Bu işgal saldırısı ve soykırım siyasetine karşı Kürdistanlılar, Kürt güçleri ve tüm demokrasi güçleri neler yapmalı?

Biz parti, gerilla ve PKK’ye gönül vermiş halk olarak bu işgalciler karşısında direniyoruz, direneceğiz. Dört parça Kürdistan’da da direniyoruz, direneceğiz. PKK kendisini Kürdistan’ın öz savunma gücü ve özgürlük iradesi olarak görüyor. Bu işgali yıkma gücü olarak görüyor ve bunun için 40 yıldır savaşıyor, savaşacak. Bu direniş 220 yılı buldu. Kürt halkı, sadece PKK ile direnmiyor, önceden de direndi. Bakur, Başûr, Rojhilat ve Rojava’da direnmeler oldu. 200 yıl daha sürse bu savaş, yine direnir bu halk. Bunu herkes bilmelidir. PKK’yi yok etseler, bu halk yeni PKK’leri yaratır, yine direnir. Yok edemezler de. Farz edelim öyle yapsalar da yine yeni PKK’ler yaratılır ve direnilir. Bunu bir defa böyle tanımlayalım. Bu sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaseti yıkmak Kürt özgürlüğünü, Türkiye'nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde yaratmak üzere direneceğiz. Bu direniş bir özgürlük direnişidir. Kürdistan'ın özgürlüğüdür. Kadın özgürlük mücadelesidir. Bu direniş, bir demokrasi direnişidir. Kürt demokrasisini yaratma direnişi, Türkiye'yi demokratikleştirme direnişi, Ortadoğu demokratik devrimi geliştirme direnişi, Ortadoğu halklarının demokratik birliğini yaratma direnişidir. Bir bu özgürlük ve demokratik direnişini yürütüyoruz, yürüteceğiz. 

Kürt güçlerine ‘Gelin Kürdistan’ı birlikte savunalım. İşgale karşı birlikte direnelim. Özgürlüğü birlikte kazanalım, yaratalım. Kürt demokrasisini birlikte örelim’ çağrısında bulunduk. Bütün Kürt siyasi güçlerine. Güney’de, Kuzey’de, Batı’da bütün partilere, örgütlere bu çağrıyı yaptık. Bu çağrımıza devam ediyoruz. Doğrusunun bu olduğuna inanıyoruz. Soykırım sürdürülürken, işgal devam ederken, halk katledilirken, özgürlük güçleri imha edilirken durmak kime hizmet eder? Oturmak, görmezden gelmek ne anlama gelir? Güney Kürdistan Parlamentosu ne zaman karar alacak? Kuzey-Doğu Suriye Parlamentosu ne zaman karar alacak? Kuzey’deki meclisler ne zaman karar alacaklar? Şimdi konuşulmalıdır. Sözler şimdi söylenmelidir, kararlar şimdi alınmalıdır. Özgürlükçü tutum şimdi gösterilmelidir. Zamanında gösterilmeyen tutumun başka zamanda hiçbir değeri ve anlamı olmaz. Biz gelirler gelmez bilemeyiz. Kendimiz direneceğiz ama istiyoruz ki birlikte direnelim. Kürdistan’ı birlikte savunalım. İşgali birlikte kıralım. Özgürlüğü birlikte kazanalım. Sloganımız budur.

Aynı çağrıları, Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun demokratik güçleri için de yapıyoruz. Bu direniş demokrat Türkiye ve Ortadoğu direnişidir. Ortadoğu haklarına, Arap, Fars haklarına, devrimcilerine, siyasi güçlerine çağrı yapıyoruz; faşizme karşı birlikte direnelim. Demokrasiyi birlikte inşa edelim. Kardeşçe demokratik yaşamı birlikte kuralım. Demokratik Türkiye ve Ortadoğu’yu birlikte yaratalım. Buna daha güzel ve daha anlamlı bir çağrı olamaz. Dikkat edilirse kendimize has istediğimiz bir şey yok. Direnmek gerekiyor, işgalci, imhacı bir saldırı var. Bu direnişin en zorunu biz üsteleniyoruz. En önce biz direniyoruz. En ağır bedeli biz ödüyoruz. Yine de istiyoruz ki, özgürlükçü Kürt güçleri, demokratik Ortadoğu güçleri bu direnişe destek versinler, katılım göstersinler. İşgale, soykırıma karşı dursunlar. Kürtler soykırımdan geçirilirken, Araplar, Farslar özgür olamazlar. Demokrasiyi inşa edemezler. Demokratik yaşam bulamazlar. Bunu herkes bilmeli ve görmelidir. Destek açıklamaları oluyor her taraftan. Önemli bir tutum kadınlardan, gençlerden ve halklardan gelişiyor. Rojava'da, Başûr’da, yurtdışındaki halkımız, dostlarımız önemli destek veriyorlar. Faşizme karşı bir mücadele ve direniş var. Hepsini anlamlı ve doğru buluyoruz, selamlıyoruz. Fakat mevcut direniş düzeyi yeterli değil. Dardır ve azdır.

Yayılması ve geliştirilmesi, büyütülmesi gerekiyor. Faşizmi yıkmaya özgürlüğü ve demokrasiyi kazanmaya yetmiyor. Bir defa böyle görülmesi lazım, bu nedenle biz de kendimizi böyle ele alıyoruz, gerilla, parti öncülüğü olarak, eleştiri, özeleştiri yapıyoruz. Zayıf buluyoruz. Güçlendirmek için mücadele ediyor, çaba harcamaya, örgütümüzü büyütmeye yeni tarz ve taktikler geliştirmeye, daha etkili mücadele etmeye çalışıyoruz. Bunu herkes yapmalı, bütün anti faşist özgürlükçü ve demokratik güçler yapmalı. Bütün Kürt direniş güçleri, kadın gençlik örgütlülüğümüz yapmalı. Dört parça Kürdistan’da yurt dışında faşizme karşı direnenler, Türkiye’de direnenler yapmalı. Direnişi geliştirmemiz, derinleştirmemiz, geliştirmemiz, yaratıcı yöntemlerle etkili hale getirmemiz gerekiyor.

Faşizme karşı mücadele her yerde olmalı. Gerillanın direnişini destekliyorum, demek yeterli olmuyor. Herkes olduğu yerde anti faşist direnişi büyütmeli, geliştirmeli. Faşist saldırı her yerde, faşizm her yerden besleniyor. Mamreşo, Zendura’ya saldıranlar Mersin, Antalya turizminden para kazanıyorlar, bilmem filan işten para kazanıyorlar, o paraları silaha dönüştürüyor, gerillanın üzerine atıyorlar, halklara, insanlara onunla zulüm ediyorlar. Yani hedef her yerdir, faşizm her yerde var, direniş her yerde olmalı. Mamreşo’daki gerillaya destek vereceklerse oraya cephaneye yığdıracak maddi imkanı bulmasını engellesinler. Örneğin Antalya’daki, Mersin’deki, İzmir’deki para kazanmasını engellesin. Ancak böyle olur.

Kadınlar, gençler başta olmak üzere, işçi ve emekçileri, halklarımızı, dört parça Kürdistan’da, yurt dışında olduğu yerde AKP-MHP faşizmine karşı, bu faşist soykırımcı, sömürgeci zihniyet ve siyasete karşı onu yıkmak üzere mücadele etmeye çağırıyorum. Görev bu, gerekli olan bu. Gün mücadele günü, gün faşizmi yıkmak için her türlü imkanı kullanarak, her yerde mücadele etme günüdür. Ancak böyle başarılı oluruz. Özellikle gençler durmamalılar. Gerillaya, mücadeleye katılmak Mamreşo’ya gelmek demek değildir. Savaş ve faşizm sadece Mamreşo’da değildir, her yerdedir. İstanbul, İzmir, Antalya, Çukurova, Karadeniz, Kuzey Kürdistan’ın her yerindedir, Efrîn’dedir, Başika’dadır. Her yerde var, herkes bunu görmeli, o halde ne yapacağını doğru bilmesi gerekiyor. Evet protesto eylemleri, destek olmalı, kitle tutumunu koymalı, özellikle yurt dışında bu gelişmeli, önemli, selamlıyoruz. Özellikle Türkiye ve Kürdistan’da, Başûr, Rojava’da faşizm saldırı halinde o halde orda her yerde anti faşist direnişin geliştirilmesi lazım. Bunun için ne yapayım, bilemiyorum, imkanım yok denmemeli. Herkes bulabilir imkan. Her türlü biçimde faşizme karşı mücadele edilebilir. Eylemin büyüğü küçüğü olmaz. Örneğin maddi imkanlarını azaltmak en büyük eylemdir. Türkiye bütçenin bütününü savaşa veriyor, parası olmazsa veremez, dolayısıyla bu kadar zulüm yapamaz, bu kadar cezaevi kuramaz, bu kadar insanları dolduramaz, bu kadar silah alıp saldırı yapamazdı. O halde demek ki yapılabilecek her şey var, herkes yapabilir de, yeter ki düşünsün, yoğunlaşsın, yapmak istesin.

Medya Savunma Alanları’na dönük, Başûr ve Rojavayê Kürdistan’a dönük TC’nin işgal saldırılarına karşı durmak, ona karşı mücadele etmek demek, Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde faşist soykırımcı zihniyete karşı, AKP-MHP faşizmine karşı, onun ekonomik, siyasi, askeri, istihbari varlığına karşı mücadele etmek demektir, bu da herkesin görevidir. Bu temelde herkesi ortak, topyekun, faşizmi yıkma mücadelesine, özgürlük ve demokrasiyi birlikte kazanma mücadelesine çağırıyorum.