Kerkük'e uzanan ihanet geleneği
Kürt tarihi direniş ve ihanet çizgilerinin diyalektiğiyle yol alıyor. Kerkük, Mexmûr, Şengal hattında yaşananları, bu iki çizgi üzerinden okumak mümkün.
Kürt tarihi direniş ve ihanet çizgilerinin diyalektiğiyle yol alıyor. Kerkük, Mexmûr, Şengal hattında yaşananları, bu iki çizgi üzerinden okumak mümkün.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir değerlendirmesinde tarih ve toplum ilişkisine değinirken, onların birer canlı organizma olarak görülmeleri gerektiğine vurgu yapar. “Onları yanlış yorumlayanlardan ve inkâr edenlerden er veya geç ama mutlaka karşılığını verecek ve hak ettiği tokadı vuracaktır. Temeli yanlış örülen, gereken düzeltmeyi yerinde ve zamanında yapmazsa, içeriğine göre bir yıkılışı yaşayacaktır. Hiçbir çağ, çağımız kadar bu kuralın doğruluğunu yaşamamıştır” diye devam eder.
Bu tespiti Kürt gerçekliğinde ele aldığımızda karşımıza daima iki çizgi çıkar:
* Direniş çizgisi
* İhanet çizgisi
Modern Kürt tarihi bu iki hattın diyalektiği ile yol alıyor dersek yanlış olmayacaktır. Kerkük şahsında yaşanan ve Mexmûr, Şengal hattına kadar uzanan gelişmelerin bize gösterdiği, hatırlattığı şey de yine bu iki çizginin hakikatıdır.
Öcalan, “Kendine ihanet ettirilmemiş tek bir Kürt yoktur” der. Bu yakıcı tespiti tam olarak nasıl algılamak lazım? Nasıl ele almak lazım? Şüphesiz bu toplum-tarih ilişkisiyle bilince çıkarılabilecek bir tespittir. Belki de Kerkük meselesini en iyi anlatan tespit budur. Durumun özü gelip bu tespite dayanacaktır. Fakat cümlenin zorluğu kendi içindedir. Tam olarak ihanet nedir, ihanetçi kimdir? Herkes ihanetçi ise o pozisyona gelmişse kime denilmez! Burada bu konuya açıklık getirmek önemlidir. Burada kastedilen ihanet olgusunu “Kendi toplumsal gerçeklerini işgal etmeye, fethetmeye, bastırmaya, sömürmeye, imha ve tasfiye etmeye yönelen, düşman diye tabir edebileceğimiz güce itaat etmek üzere, kendi gerçekliğinden kopan, ona ters düşen ve ona karşı savaşan” perspektifiyle anlamak gerekir. Enkidu karakteri bunun klasik bir örneğidir.
ENKİDU RUHUNUN ANLATTIĞI
Thomas R. P. Mielke'nin 'Gılgameş' kitabında “Hayvan Adam Enkidu” başlıklı bölümde Enkidu’nun yaratılışı anlatılır. Aruru, taleplere kulak tıkamamış ve tüm hünerlerini sergileyerek yeni bir varlık yaratmıştır... “Yarattığı varlığı dudaklarından öperek, ağzının içine nefesini üfledi. Balçıktan adamın sakallı yanaklarından aşağı gözyaşı akıyormuş gibi izlerin oluştuğunu gördü. Yavaşça, gayet yavaşça geri çekildi. Adam gözlerini açtı. Enkidu diye fısıldadı tanrıça. Uyan, ey güzel toprağın oğlu! Hayvanlarla birlikte gezecek, tıpkı bizim yapabileceğimiz gibi onlarla konuşacaksın... Uyan, uyan!”
Yaratılış anında da ifade edildiği üzere, Enkidu’nun en önemli özelliklerinden biri hayvanlarla konuşabiliyor olmasıdır. Kitabın karakterlerinden Dimus’un, Enkidu’nun bu anını keşfettiği yani karşılaştığı anlar şaşkınlıkla tasvir edilir. Çünkü Enkidu, aslanlarla konuşuyordu. O yırtıcı ve tehlikeli hayvanlarla beraber su içiyor. Hatta kuş ağlarını yırtan, aslanları düştükleri tuzaktan kurtarandır Enkidu. Hayvanları korur, yakalanmalarını engeller, yaşayabilmeleri için hayvanlarla işbirliği yapar.
Burada önemli olan ayrıntı Enkidu'nun halen Gılgameş ile karşılaşmamış, dağlı biri olmasıdır. Heybesi, gerçekliği yani varlığını dağ ile gerçekleştirir. İnsanlık içinde masum, ovada kalanların hiçbir özelliğini bilmez.
Onu evcilleştirme projesi kadın üzerinden yapılır. Kadın kullanılarak onu ovaya çekerler. Bu ovanın ilk tuzağıdır ve kadın üzerinden yaptırılmıştır. Bundan sonraki değişim ilginçtir. Asimilasyon süreci başlar. Tüm taktik ve teknikler devreye girer. Enkidu “uygarlaştırıldıkça” tüm benliğiyle ele geçirilir. Artık doğanın koruyucusu değil, doğaya zarar verenlerin destekçisidir.
Çobanlar gece rahat uyuyabilsin diye aslan avına çıkar. Onları tuzaktan kurtardığı günler geride kalmış, tuzak hazırlayan olmuştur. En önemli ihanet ise kendisinin ve Sedir Ormanlarının koruyucu ruhu Humbaba’yı yok etmek için yanıp tutuşan Gılgameş ile dost olmasıdır. Bu gelişen işbirliği sayesinde Humbaba kıstırılır ve el birliğiyle ortadan kaldırılır.
Mehrad R. Izady, 'Kürtler' adlı kitabında bu durumu Kürt olan Ziya Gökalp, İsmet İnönü vb. kişiliklere benzetir, bağlantı kurar. Yaşanan uşaklık ve çürüme benzerdir. Özelde Humbaba’nın öldürülüşü (öldürmeden önce, kontra tipi bir ölüm tasarlarlar! Buna göre öldürülecek, leşi ise hiç kimsenin bulamayacağı bir uçuruma yuvarlanacak...) genelde Enkidu’nun değişimi, siyasal bir süreci ifade eder. Enkidu, ihanet ettiğinin farkındadır.
Enkidu şahsında gerçekleşen siyasi gelişim, Kürt siyasetinin bin yıllardır egemenlerle olan ilişkisinin de bir prototipidir. Tarih boyunca iktidarlarla girilen işbirliği (genelde elit sınıf tercihi), kendini hep dağ eteklerinden ovaya kaydırarak yaşatabilmiştir. Sınıfsal çıkar gereği yeri geldiğinde Araplaşmış yeri geldiğinde hızla Türkleşmiş, hızla gönüllü rıza üretimine geçmiş. (Öcalan'ın 'kurmanc' kavramına getirdiği bakış açısı da bu ayrışma-refleks üzerinden önem kazanıyor. Kendisi bu sınıflaşmadan ayrışan yoksul halk kesimine yani emeğini satarak ya da kiralayarak geçinen bu kesime 'kurmanc' der.)
Kürt coğrafyasında herhangi bir başkaldırı geliştiğinde, buna gücünün tam yetmeyeceğini anlayan egemenler her zaman siyaset silahına sarılmışlardır. Vaatler üzerinden, genelde masa başında bitirmeye çalışmışlardır. Eli açık davranmıştır. Çözümlediği Kürt sosyolojik karakteri üzerinden Kürt'ü kendince ehlileştirme, kontrol altına alma politikası gütmüştür. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Mesela Koçgiri İsyanı’nda Alişan Bey’i kaymakam vekilliğine, kardeşi Haydar Bey’i de bucak müdürlüğüne atarlar; onları bürokrasinin içine çekmeye çalışırlar. İki kardeş oyunun farkında olduğundan kabul etmezler. Yine Dersim Soykırımı öncesi, Dersim özgünlüğünün anlaşılmaya başlandığı ve politik manevra olarak olası katılım mobilizasyonunu engellemek için Diyap Ağa, Hasan Hayri, Maço Ağa gibi isimler hemen mebus olarak Meclis'e sokulur. Burada da esas amaç denetim kurma, tahakküm aygıtlarını hazır tutmaktır. Buna benzer daha pek çok örneğe baktığımızda genel amacın Kürt'ü ovaya çekmek olduğu görülür. Çünkü Kürt siyaseti ovaya çekildikçe tasfiye olmuştur. Enkidu’nun da başına gelen budur. Onun trajedisi burada yatar. Özünden yani dağlardan kopmuştur. Bu kopuş koruyucu ruh Humbaba’ya ihanet ile de sınırlı kalmaz, doğa kıyımına kadar varır.
Bu kendine ihanet, gerçekliğine sırt çevirme; Enkidu şahsında önemli bir ivme kazanır ve günümüze kadar gelir. Mayasını Enkidu’nun attığı Kürt hainliği bundan sonra bir gelenek olarak durmayacak ve var olagelecektir. Burada tekrar Öcalan’a dönelim:
“Gılgameş Destanı'ndaki ilk şehirli işbirlikçi Kurti olan Enkidu, belki de tüm şehirli, sınıflı ve iktidar işbirlikçisi Kurtilerin ilk atasıdır. Destandaki Humbaba, Dağ Kurti’sidir. Enkidu ihanet ettiği Humbaba’yı öldürmesi için Gılgameş’e âdeta yalvarır. Günümüzdeki işbirlikçi Kürti’yi ne de yaman çağrıştırıyor!”
İhanet çizgisinin karakterinin güncel-geçmiş açısından daha iyi oturması açısından örneklerle devam edelim.
Diğer önemli bir tarihi ders 'Mattizawa' meselesidir.
MATTİZAWA’NIN İKTİDAR İHANETİ
Mitannilerin çok zorlandıkları süreçte -M.Ö. 1300’lerin ortalarında- fiilen ikiye bölünmüşlerdir. Kuzeyde merkezi krallığı temsil eden ve Mısırlılarca desteklenmekte olan Tuşratta, güneyde ise II. Artatama etkindir. Hititler ve Asurlar ise II. Artatama’ya arka çıkmaktadırlar. Her güç kendisine göre Mitannileri zayıflatmanın ve kendilerini etkin yapmanın yollarını aramaktadır. Hatta II. Artatama sırtını Hititlere dayayarak kendini Horrit yani Hurri Kralı ilan eder. Ardından da dış güçlerin kışkırtmasıyla kuzeyde bulunan Mitanni merkezine saldırmaya başlar. M.Ö. 1360’lardan itibaren Mitanniler, fiilen dağılma sürecine girerler. Aynı dönemde Tuşratta’nın oğlu olan Mattiwaza, babasına karşı gizliden Hititlerle görüşür ve bir anlaşma imzalar. Bu belge Hattuşaş’taki kazılardan gün yüzüne çıkmıştır. Mattizawa, Hititlerin bir nevi piyonu rolünü üstlenir.
Hititler, Mitannilere saldıracak ve Mattizawa’yı kral yapacaklardır! Mattizawa ise Hititlere bağlı bir kral olarak çalışacaktır. Hesap budur! İhanet bu derece derindir. Yani babası Tuşratta’dan tacı devralmak isteyen oğul Mattizawa umduğunu bulamayınca kendi kirli emelleri için Hititlere yamanacak ve Mitannileri zayıf düşürerek tarihten silinmelerine yol açacaktır. “Özcesi iktidar hırsı ihanete götüren bir duygu olmuştur.”
Hititler tesadüfe yer bırakmayacak tarzda ince çalışmaktadırlar. II. Artatama’yı, aynı Hititler Mitanni kralı olan Tuşratta’ya karşı zaten harekete geçirmişlerdir. II. Artatama, saldırılarını yoğunlaştırdığı süreçte Mattizawa Kassitlere sığınma talebinde bulunur. Ancak Aryen kökenli Proto-Kürt olan Kassitler, Mattizawa’nın ihanetini bildiklerinden dolayı bu sığınma talebini kabul etmezler. Mattizawa bunun üzerine Hititlere sığınır. Hitit kralı Suppiluliuma, Mattizawa’yı ihanetinin daha da katmerleşmesi için kızıyla evlendirir. İhanetçi böylece daha sağlam kazığa bağlanmıştır. Giderek parçalanmış olan Mitanniler, çok sayıda devletçiğe dönüşecektir. Bu devletçiklerinden birinin başına -ki en küçüğüne-Mattizawa’yı verirler.
II. Artatama öncülüğünde Mitannilere karşı saldırılarla zayıflatılacak, dağılan parçalanmış ülkeye de kendi istediklerini atayarak tuzak tamamlanmış olacaktır. Nitekim 1340’lara geldiğimizde Mitanniler zayıflamış ve tarihin ileri aşamasında ise tümden dağılmıştır. Dağıtılıp bölük-pörçük hale getirilmiş yapının gerisinde kalanlara çok farklı adlar takılacaktır. Bu adlardan bir tanesi daha sonra, Hanigalbat, Marani, Subaru ya da Subartu olacaktır.
Tarih sayfalarına düşen Kürt ve lanetli iktidar ilişkisi, iç çelişkilerine dair çarpıcı örneklerden biri de Harpagos ve Astiyages’ın durumudur. Kürt tarihinin ilk ihanetçisi 'Harpagos' kabul edilmektedir. Peki nasıl bir ihanetçidir?
HARPAGOS'UN 'ALÇAKLIK' TOHUMU
Tarihçi Heredot tarafından aktarılan bu hikayeyi, bugünün çarpık Kürt anlayışlarının nasıl tarihsel süreçte değişmediğinin de ifadesi olarak okumak mümkün!
Med kralı Astiyages bir rüya görür. Rüyasında kızı Madana öyle bir su bırakır ki, oluşan suyun içerisinde Astiyages boğulur. Astiyages bu rüyayı yorumculara anlatır. Onlar “Madana’nın bir oğlu olacağını ve bu oğlun Astiyages’in yerine geçeceğini” söylerler. Bunu önlemek için o zaman Medlerin bir nevi hizmetçileri konumunda, ancak uzaktan da kültürel bağları olan Persli Kambiyeses’e kızını vererek evlendirir. Böylelikle ileride olabilecek bir olay engellenmiş olacaktır.
Hikayenin devamında ise Madana’nın bir çocuğu olmak üzeredir ya da olur. O ara Astiyages benzer bir rüya daha görür. Remilciler, yani rüya okuyucular geçmişte söylediklerinin halen geçerli olduğunu söylerler. Bunun üzerine Astiyages, Madana’nın yeni doğmuş olan oğlu Kiros’u yanına alır. Ve öldürülmesi için o zamanların bir nevi Medlerin Genelkurmayı sayılabilecek olan Harpagos’u çağırarak, bu çocuğun öldürülmesini ve iç organlarının hayvanlara yedirildikten sonra ona geri getirilmesini ister.
Harpagos bunu yapmayacak ancak Astiyages’in çobanını çağırarak bunu yapmasını isteyecektir. Tesadüfen çobanın yeni doğmuş bir çocuğu yakın zamanda ölmüştür. Çobanın eşi olan Kino- bu Yunanca bir isimdir, muhtemelen kendisi de Yunanlıdır- çocuğun öldürülmemesini, bunun yerine ölen çocuklarının iç organlarını hayvanlara yedirildikten sonra Harpagos’a götürmesini ister. Sorun da bu şekilde “çözülmüştür”.
Ancak uzun bir zaman dilimi ardından bir gün Kral, maiyetiyle piknik yaparken, saraylıların çocukları oyun oynarlar. Bu oyunda çobanın oğluna da kral rolü verilir. Kral olan Kiros, kendi maiyetini belirler. Burada bir soylunun oğluna onu koruma görevi verir. Ancak soylu aileden gelen biri nasıl olur da bir çobanın oğlunun dediklerini yapacaktır? Yapmaz da nitekim! Bunun üzerine Kiros, bu çocuğa kırbaç cezası vererek cezalandırır. Çocuk babasına gidecek, çocuğun babası olan soylu da Astiyages’e giderek çobanının oğlunu şikâyet edecektir. Kral Kiros’u çağıracak ve onunla konuşacaktır. Kiros, “bir kralı dinlemeyen birini cezalandırmak hakkı olduğunu” söyleyerek, cevap verecektir. Küçücük bir çocuğun bu denli kararlı duruşu Astiyages’i etkileyecektir. Heredot hikâyesine devam ederken, Astiyages’in Kiros’un gözlerinde kendisini gördüğünü ve kendisine benzettiğini söyler. Sonra da kendi çobanını çağırdığını, olayın nasıl cereyan ettiğini anlatan çobandan sonra Harpagos’u çağıracaktır. Ve Harpagos’u af ettiğini ve torununun yaşamasından dolayı bir ziyafet vereceğini, bu ziyafette Harpagos’un oğlunu Harpagos’a pişirerek-Harpagos bunu bilmemektedir, yedirdiğini de anlatır. Bunun üzerine kin güden Harpagos’un alttan alta Kiros’la ilişkilenerek Med krallığını, “eğer o isterse ona vermek için çalışacağını, tek isteğinin; yeter ki Kiros bir saldırıya geçsin ve tahta geçmeyi istesindir.” Savaş esnasında ordunun başkomutanı olan kendisinin, Astiyages’i ona teslim edeceğinin de ayrıca sözünü verir. Kiros bunu kabul eder ve Medlerin üzerine gider.
Yıl M.Ö. 550’dir. Med kralı Astiyages, başkomutanı olan Harpagos’a hakaret etmiştir. İncitmiştir. Belki de giderek iyi bir yönetim tarzına da sahip değildir. Öyle anlaşılıyor ki, Medlerin saraylıları ondan rahatsızdır. Harpagos Akamenitlerle ilişkilenir. Astiyages’in kızı Madana, Akamenitlerden önde gelen biri olan Kambiyeses’le evlidir. Kiros onun oğludur. Kiros ile ilişkilenen Harpagos savaşı kışkırtır, Astiyages’i de buna ikna eder. Öyle bir komplo düzenler ki, Harpagos ordunun başkomutanıdır tek bir çatışma çıkmadan Astiyages’i esir düşürür.
Esareti ardından Harpagos, Astiyages’e “bak dün kraldın, bugün kölesin. Kendini nasıl hissediyorsun?” der. Astiyages’in verdiği yanıt hala kulaklarda yankılanır: “Ey alçak, bana ihanet ettin, krallığımın yıkılışını gerçekleştirdin. Bari kendin yerime geçseydin. Madem bunu yapmadın, hiç olmazsa krallığı Medlerde bıraksaydın. Neden alçakça götürüp Persli uşağımız Kyros’a teslim ettin?”
Böylece iktidar karşı tarafa sunulur…
Öcalan, savunmalarından 5. Kitap’ta bu konuya değinme ve hatırlatma ihtiyacı hisseder. Modern Kürt ulusal hareketinin geliştirilemeyişinin sebeplerine kafa yorar ve şöyle der:
“Modern Kürt ulusal hareketinin geliştirilemeyişinin birinci köklü nedeni, Kürt üst tabakasının tarihsel oluşum tarzıyla ilgilidir. Med Konfederasyonu’nun yıkılışından beri bu tabakanın oluşum tarzında bir çarpıklık söz konudur... İkinci köklü neden, birincisiyle bağlantılı olarak, üst tabaka unsurlarının dünya görüşü, program ve örgütleniş tarzıyla ilişkilidir. Bağımsızlık ve özgürlük köklü olarak zihniyetlerinden silinmiştir. Dünyayı katı bağımlılık penceresinden algılamaktadırlar. Bağımsızlık ve özgürlük sanki onlara düşman gibidir. Biraz da böyledir. Çünkü mensubu oldukları tarihsel-toplumsal kültüre ihanet ederek, o kültürün özgür yaşamına değer biçmeyerek ve yabancı kültürler içinde yaşamayı çıkarlarına daha uygun bularak kendilerini oluşturmuşlardır.”
MAGLARIN TASFİYESİNİN ETKİSİ
Herodot’tan öğrendiğimiz kadarıyla Kambyses’in Mısır işgali sırasında ölmesi, Med Maglarının –ki bunlar etkilidirler-büyük bir hareketlenmesine yol açar. İktidarı ele geçirme çabaları Pers üst sınıfının sert direnciyle karşılaşır. Tarih, Gomata adında bir Mag’ın iktidarı çok “sinsice” ele geçirmek istediğini yazar. Ancak olup biten yalnızca bu değildir. Asıl gerçekleşen durum, krallık içerisinde çok etkin olan Magların-ismi ne olursa olsun-en etkili Mag’ın önderliğinde direnişe geçerek tekrardan kendilerinin olan iktidarı ele geçirmek istemeleridir.
Darius’un öncülüğündeki Farsların etkili aileleri bir araya gelerek sarayda başat olan Mag etkisini kırmak için harekete geçerler. Fars tarih belgeleri, bu olayı Mag komplosuna karşı mücadele olarak ele alsalar da, muhtemelen olup biten bu değildir. Kambiyeses Mısır seferine çıkarken, Perslere güvenmediği için kendi yerine Medli kâhin Patizetites’i bırakır. Patizetites ise Mag olan Gomata Pasagarda’yı kral ilan ettiğini söyler. Mısır dönüşünde Kambiyeses ölünce, yerine Gomata tam kral ilan edilir. Buna karşı olarak M. Ö. 522 ya da 521 yılında Darius öncülüğünde Perslerin ileri gelenleri, acımasız bir katliam başlatırlar. Medlerin kâhinlerini, Magları, aydınları, aristokratları ve ne kadar umut vaat eden bireyleri varsa hepsini katliamdan geçirirler. Esasta Maglar karşısında küçüklük kompleksini yaşayan Pers egemenlerinin, iktidarı kaybetmeme hırsından ve yaşanan farklı komplekslerinden dolayı bu tasfiye yaşanır. Bu kompleksin üstünü örtmek için bu kez Pers Kralı Darius, M.Ö. 515 yıllarında Taqustan (Bestun Dağı) dağında yüksekçe bir yere, tarihi ters yüz eden, çarpıtan öyküsünü kayalara kazır.
Sonuçta; tüm Maglar katliamdan geçirilir. Denilebilir ki, Medlik bilinci ya da Kürtlük bilinci ve ona öncülük edebilecek tüm entelektüel ve aydın zihin katledilir. Arta kalanlar, bugünkü İran’ının içleri diyebileceğimiz sahaya sürgün edilirler. Çok az sayıda Mag, Medya’ya kaçabilir. M.Ö. 522–21 yılında gelişen bu katliam, Kürtlerin gerileyişinin de tarihidir aynı zamanda. Bu katliamı, Kürtler açısından bir felaket olarak ele almak yerinde olacaktır…
İHANET OLGUSUNUN ANLAŞILMASI
Yakın tarihsel kesitlerden de onlarca buna benzer örnek verilebilir. Fakat tarih ve onun algısı, anlama şeklimiz, onunla kurduğumuz ilişkinin sınırlarını belirler. Doğru yorumlanıp ders alındığında iyi bir öğretmendir; ders alınmadığında ise başımızın üzerinde eksik olmayan bir sopa!
Başkan Öcalan, “Öyle anlar olur ki, tarih bir kişilikte yaşanır, kişilik bir tarihte yaşar. Güncelliğin (şimdiki halin) tarih, tarihin şimdi olduğuna da ilke düzeyinde değer biçmekteyim. Yerel şimdiki hal, salt bir tekrar olarak, bir gelenek olarak tarihi tekrarlamaz. Hâlbuki ‘şimdi’ tarihtir, gelecektir” derken yukarıda anlatılan birkaç önemli olayın da özünü açıkça belirtmiş olmaktadır.
Bu çerçevede “ihanet” olgusunu şimdi daha geniş bir bağlamda tartışabiliriz.
“Var kalmak öze uygun olmakla mümkündür. Her oluş, kendi doğasına uygun gerçekleştiği ölçüde kendisi olur. Kendisi olmak bu açıdan kendi doğasına uygun olmaktır. Bu aynı zamanda o şeyin hakikati anlamına da gelir. Hakikatinden kopmak, kendi köküne kibrit suyu dökmekle eş anlamdadır. Zira var kalmak hakikatten uzaklaşıldıkça mümkün olmaz. Hakikatten uzaklaşmak başkası olmaya doğru yol almaktır. İhaneti de şeyi o şey yapan gerçeklerden -ki bu gerçekler varoluş koşullarıdır- uzaklaşma, kopma hali olarak tanımlamak gerekir. Hain ise bu durumu yaşayan kimsedir. “
Öcalan bir çözümlemesinde ihanete bir başka tanım daha getirir: “Toplumun olmazsa olmaz kabilindeki var oluş gerçekliğinin dışına çıkmak ve özgür yaşamın ilke ve amaçlarına karşıt hale gelmektir. Bireysel, ailesel ve sınıfsal çıkarlar için toplumun temel haklarına, özgürlük mücadelesine yüz çevirmek ve halkın hayati çıkarlarını hâkimiyet peşinde koşan sömürgeci ve inkârcı halk düşmanlarına peşkeş çekmektir”
İhanet, kişinin kendine yabancılaşmasıdır. Gerçekte kişi ancak kendine ihanet edebilir. İhanet, teori-pratik birliğinin olmayışı ile şekillenen münafık kişiliğin bir tezahürü olarak da okunabilir. İhanet bencilliğin en dibe vurduğu andır. Bu nedenle bencilliği kendi genlerinde barındırmayan, özel çıkarlar çerçevesinde şekillendirilmemiş, bozulmamış, kirli ellerin bulaşmadığı gerçek toplumsallaşmada ihanete yer yoktur. İnsanlığın ilk dönemleri sadedir, yalansızdır, hilesizdir, aldatmasızdır, bencilliğe, bireyciliklere yer yoktur, bu toplumsallaşmada.
İHANET VE İŞBİRLİĞİ DAMARI
İhanet ve işbirlikçilik olduğu yerde düşman güç kazanır. Düşman hareket alanı bulur. Ona her gün yeni bir kıyım, yok etme alanı tanıyan ihanetin boyutu, derinliğidir. Kendine ve halkına, gerçekliğine, vatanına, toprağına yabancılaştırılan birey, kendi içine yönelir ve kemirmeye başlar. Düşman bu boşluğu keşfettiğinde sızar oraya ve yarayı açar da açar. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, TV’de katıldığı bir programda şöyle bir değerlendirme de bulunur: “… Kürtler birliğini sağlarsa sömürgecilik yenilecek, inkâr-imha siyaseti tarihe gömülecek, Kürdistan özgür olacak, sömürgecilik Kürdistan'dan sökülüp atılacak ve artık tarihe karışacak. Hiçbir sömürgeci güç artık Kürtlerin inkârı, imhası üzerinden bir politika, bir siyaset yapamayacak ve sömürgecilik bitecek. Türk devleti bunu bildiği için Kürtlerin ulusal birliğini sağlamaması için her şeyi yapıyor ve bu konuda da en fazla sarıldığı şey Kürt işbirlikçiliğidir. Kürtlerin içerisinde o tarihsel ihanet damarıdır, işbirlikçi gelenektir. Sımsıkı sarılmış ona ve onu sürekli yanında tutuyor, kendi hizmetine koyuyor, tüm sömürgeci, soykırımcı planlara dâhil ediyor ve ona dayanarak soykırım siyasetini, inkâr-imha siyasetini Kürdistan’da Kürtler üzerinde yürütüyor, uyguluyor. Bir tarafta dünyada hayranlık uyandıran gerçekten muhteşem bir direniş geleneği, bir taraftan da büyük bir utanç olan, insanın nefret ettiği bir ihanet ve işbirlikçilik damarı geleneği. Mesela bu olmazsa Türk devleti Kürdistan'da katliam mı yapar? Bu işbirlikçilik olmazsa bugün AKP-MHP faşizmi Cizre’yi, Nusaybin’i ve köylerini, Sur’u, Şırnak’ı, Gever’i yakıp yıkar mı? On binlerce Kürt siyasetçiyi zindanlara mı tıkar, siyasi soykırım mı yapar, Kürtlere kültürel, fiziki soykırım mı uygular? İşbirlikçilik olmazsa bunu yapamaz. Bundan cesaret alarak yapıyor. İşbirlikçilik olmazsa AKP, Türk devleti cesaret alıp Cerablus'a, Bab’a, Minbic’e mi saldırırdı, tehditler mi savururdu? Rojava üzerinde, dört beş yıldır Rojava Devrimi'ni tasfiye etmek için politika plan mı yapardı işbirlikçilik olmasaydı. Yapamazdı.”
Evet, işbirliği ve ihanet olmazsa yerini birlik alsa, birlik o alandan daha güçlü olsa, düşman iç çelişkileri derinleştirip koza çevirmese nasıl başarılı olur? Mümkün müdür başarılı olması? Şüphesiz değildir.
ALTINOK’UN MEKTUBU VE KERKÜK!
En başta da belirttiğimiz gibi Kerkük’te yaşananları da bu iki çizgi üzerinden okumak mümkün. Gerçekleşen durumun izahı ancak direniş ve ihanet hattı ile açıklanabilir. Şehit Eser Altınok’un sözleri belki de aradığımız cevabı veya birilerinin duyması gereken utancı açıklayacak yetkinliktedir.
Eser Altınok, 1974'te Berlin’de dünyaya geldi, aslen Bingöl-Gençlidir. 1992'de PKK'ye katıldı. 3 yıl sonra tutuklandı. İtirafçılığa zorlandı. Alman polisi ifadeleriyle yetinmedi, Altınok'u PKK davalarında esas tanık olarak kullandı. Eser Altınok, bunun üzerine 5 Ocak 1998'de Görlitz'de kendini yaktı.
Kendini yakmadan önce annesi Remziye Altınok'a bıraktığı uzun mektupta “İhaneti en uzak olanlardan beklememek gerekir. Hain, en yakınına, kendisinin en çok sevdiğine ihanet etmiştir. Kişiye en yakın olan, kendisi değil midir? Bu nedenle hain, herkesten önce kendisine ihanet etmiştir. Bir hain her şeye karşı haindir. Sevgi ve saygı aramayın onda. İhanet kişiliği sevgi ve saygıya karşı saldırganlıktır, düşmanlıktır. İhanet her zaman arkadan vurmaz, insanın iki kaşının arasından vurur” der.
Mektubunun bir yerinde ise “Kendimle beraber düşmanı da yakacağım. Ben bir kişiyi değil bir sınıfı yakacağım, içimdeki emperyalizmi yakarken, yüreğimi küle döndürmek istiyorum. Benzini yutar içime de akıtırsam, yüreğimi içinden yakmış olacağım. Kaleyi içten fethediyorum” şeklinde ifadeler kullanır.
Mektubunu, “Kahrolsun ihanet! Yaşasın direniş” sözleri ile bitirir.