AKP hükümeti ve basını görmezden gelmeye çalışsa da, iki MİT yöneticisine yönelik PKK operasyonu gittikçe daha fazla siyaset ve tartışma gündemine oturuyor. Söz konusu olay YNK Sözcüsü Sadi Ahmet Pire tarafından basına duyurulmuş ve KCK yöneticileri Cemil Bayık ve Diyar Xerib tarafından da doğrulanmış bulunuyor. Yapılan açıklamalara göre, Güney Kürdistan’ın Süleymaniye bölgesinde PKK yöneticilerine yönelik olarak eylem hazırlığı içinde olan iki MİT yöneticisine PKK tarafından operasyon yapılarak yakalanmış bulunuyor.
Olay takriben Ağustos ayının ortasına doğru ve Dukan şehri çevresinde gerçekleşiyor. YNK Sözcüsünün yaptığı açıklamaya göre, diplomatik pasaport taşıyan iki MİT ajanı, Güney Kürdistan yönetiminin bilgisi dışında alanda bulunuyor ve söz konusu olayı planlamaya çalışıyor. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın açıklamasına göre ise, PKK tarafından yakalanan söz konusu MİT’çiler, PKK yöneticilerine yönelik kaçırma veya vurma eylemi hazırlığı içindeyken etkisiz hale getirilmiş bulunuyor.
Hiç kuşkusuz TC’nin ve AKP’nin tarihine bakılınca, söz konusu saldırıyı yapar türden oldukları açıkça görülüyor. Zira PKK Önderi Abdullah Öcalan da Kenya’dan 15 Şubat 1999 günü kaçırılarak Türkiye’ye götürülmüş bulunuyor. Gerçi bu korsanlık saldırısını baştan itibaren ABD yönetiminin planlayıp yürüttüğü ve TC yönetimine ise bu işte sadece gardiyanlık görevi verildiği biliniyor. Ancak böyle olsa da, söz konusu kaçırma olayının TC yönetiminin bilgisi, isteği ve katılımı ile gerçekleştiği bilinen bir gerçek oluyor. Yani ABD ve TC ilişkilerinin bu yönlü sicili kirlidir. Son dönemlerde bazı açılardan araları gergin olsa da, özellikle PKK’ye karşı ortak saldırı konusunda ABD ile TC yönetimlerinin sıkı ilişki içinde oldukları açık bir gerçektir. Zira CIA desteği ile MİT, yeni bir benzer saldırı peşinde olabilir.
15 Şubat 1999 komplosu gibi, 9 Ocak 2013 Paris Katliamı da Türk MİT’inin dış alanlarda ne kadar çok kirli iş çevirdiğinin çok açık bir göstergesidir. Zira 9 Ocak 2013 günü Paris’in merkezinde Ömer Güney isimli bir MİT elemanı tarafından PKK kurucularından Sakine Cansız ile PKK militanları Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in vurularak katledilmesi olayı daha belleklerde bugün gibi tazedir. Demek ki Paris ve diğer Avrupa kentlerinde DAİŞ çetelerinin insanlık dışı saldırılarından önce MİT çetelerinin vahşi saldırıları gerçekleşmiş. Bu kez de Fransız istihbaratının desteği ile Türk MİT’i Kürt kadınlarını vurarak katletmiş.
Kenya komplosu ve Paris katliamı ardından şimdi de bir Süleymaniye katliam veya provokasyonunun olmaması için hiçbir neden yoktur. Zira TC devletinin, AKP hükümetinin ve Türk MİT’inin sicilinin ne kadar kirli olduğu ortadadır. Ayrıca 24 Temmuz 2015 topyekûn faşist özel savaş saldırısının da ABD ile ittifak temelinde başladığı bilinen bir gerçektir. Söz konusu faşist-soykırımcı saldırı temelinde iki yıldır elinden gelen her şeyi yapmış olmasına rağmen AKP hükümetinin PKK karşısında başarısız kalması, onu her türlü vahşi ve çılgın saldırıya yöneltecek durumdadır. Zira yaşadığı başarısızlık sonucu içte ve dışta prestiji iyice sarsılmış olan Tayyip Erdoğan’ın çok sevdiği çılgınlıklara yöneleceği açıktır.
Bu bakımdan YNK’li ve KCK’li yöneticiler tarafından yapılan açıklamalar hiç kimseyi şaşırtmamıştır. Tersine herkes olabileceğini düşündüğü ve hatta beklediği için, söz konusu açıklamaları soğukkanlılıkla değerlendirmiş ve olayın ayrıntılarını öğrenme çabası içine girmiştir. Nitekim suçlu olduğu ve ağır bir darbe yediği içindir ki, Tayyip Erdoğan yönetiminden de hiçbir ses çıkmamıştır. Sadece Maxmur Mülteci Kampında MİT marifeti olduğu değerlendirilen bir bomba patlatılmış ve iki Kürt yurtseveri katledilmiştir.
Çok açık ki, Kürt halkının ve gerillanın yürüttüğü kahramanca direniş karşısında yıkımın eşiğine gelen, Türkiye toplumundan gittikçe daha fazla tecrit olan, Suriye ve Rojava Kürdistan’a yönelik bütün politikaları başarısız kalan, Şengal ve Güney Kürdistan’da sonuç alamayan, Katar dışında Arap Aleminden ve tüm dünyadan tecrit olan faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü, uyguladığı faşist terörü her tarafa yayma çabası içindedir. DAİŞ adı altında zaten dünyanın dört bir yanında faşist saldırılar tezgahlamaktadır. Bizzat Tayyip Erdoğan’ın güvenliği tarafından Amerika’da nasıl bir terör uygulandığı ortadadır. Yine Almanya’daki seçim çalışmaları MİT elemanları tarafından her gün sabote edilmeye çalışılmaktadır. Böyle bir ortamda Tayyip Erdoğan Yönetiminin PKK’ye her tarafta ve her türlü yöntemle saldırmaya çalışacağı açıktır.
Çünkü Tayyip Erdoğan’a, düşen prestijini düzelteceği ve özellikle Türkiye toplumu nezdinde kaybettiği itibarını yeniden kazanacağı olaylar lazımdır. Yani itibarını yükseltecek bir başarıya acilen ihtiyacı vardır. Zira yıllardır KDP ile bu kadar sıcak ilişki geliştirmeye çalışması bunun içindir. Yine bölgesel rakibi İran Yönetimi ile görüşmeleri giderek sıklaştırması bu nedenledir. Bir de TC Yönetimi ve AKP Hükümeti hemen herkes tarafından yıllardır ciddi bir biçimde şımartılmıştır. Örneğin ABD yönetimi, 15 Şubat komplosu temelinde Kürtlere yaptığı düşmanlığı ve TC faşizmine verdiği desteği düzeltmiş değildir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir ABD saldırısı sonucunda 19 yıldır İmralı işkence hanesi içinde tutulmaktadır. İki buçuk yıldır tarihte görülmemiş bir tecrit ve baskı uygulanmaktadır. Kürtlerin özgür iradesi İmralı’da baskı altında tutulmaktadır.
9 Ocak Paris katliamı karşısında Fransa yönetiminin tutumu ve duruşu ise tam bir felâkettir. Her şey çok açık ve net olarak bilinmesine rağmen, faşist MİT katilleri Fransa’da yargılanmamıştır. Adeta faşist katil Ömer Güney’in ölmesi beklenmiş ve bu temelde katliam davası ortadan kaldırılmak istenmiştir. Halbuki 9 Ocak 2013 Paris katliamının Hakan Fidan yönetimindeki MİT tarafından ve Hakan Fidan’ın emriyle yapıldığını en iyi Fransa polisi, adliyesi ve siyaseti bilmektedir. Ancak buna rağmen, Kürdistan’da işgalci Türk ordusunu vurdukları için Avrupa’da dava açıp Kürt devrimcileri ve yurtseverleri yargılamaya çalışan Avrupa yargısı, Türk MİT’nin Avrupa’da Kürt yurtseverleri katletme olayını adeta görmezden gelmektedir.
Başta ABD ve Fransa olmak üzere tüm Avrupa devletlerinin gösterdiği tutumun Türk faşizmini ve soykırımını destekleme yönünde olduğu açıktır. Bu durumun açık bir suç ortaklığı olduğu ortadadır. Eğer TC devleti, AKP hükümeti ve Türk MİT’i bu kadar şımarıyor ve Avrupa’da, Amerika’da, Güney Kürdistan’da Kürt yurtseverlere bu biçimde saldırma cüreti gösteriyorsa, bunun söz konusu şımartma ve destek sonucunda gerçekleştiği açıktır. Nitekim tam bir suçlu olmasına rağmen, bir de YNK yönetimini suçlamakta ve YNK’ye yönelik baskı ve ambargo uygulamaya çalışmaktadır. Bazı YNK’li yöneticiler de bundan korkarak, adeta TC’nin isteklerine boyun eğici bir tutum göstermektedir.
Oysa her bakımdan suçlu konumda olan iki MİT’çi ve bir TC yönetimi ortada vardır. Planlı ve örgütlü bir biçimde Kürt devrimci ve yurtseverlerini katletme veya kaçırma gibi bir suç olayı mevcuttur. Üstelik bu kişiler Güney Kürdistan’da görevli de değildirler. Diplomatik pasaportla Güney Kürdistan’a girmiş ve bunu kötüye kullanarak Kürt devrimcileri katletmek istemişlerdir. Bu durumda YNK ve Güney Kürdistan yönetiminin PKK’ye değil, suçlu olan AKP hükümetine karşı çıkmaları ve baskı uygulamaları gerekir. Hukuk da, Kürt yurtseverliği de bunu gerektirir. Çünkü ava çıkan Türk MİT’i bu kez avlanmış, 15 Şubat komplosunun ve Paris katliamının intikamı bu biçimde alınmıştır. Kürt yurtseverleri için bundan daha güzel ve sevinç verici başka ne olabilir?
Kaynak: Yeni Özgür Politika