Kürde her katliam devleti hatırlatıyor: Güçlükonak

Kürde her katliam devleti hatırlatıyor: Güçlükonak

Bundan 17 yıl önceydi. Tıpkı 2 yıl önce Roboski’de olduðu gibi; aynı sınıf ve ulusu temsil edenlere dönük katliamın vaktiydi. Türk devleti Kürt köylüleri, bu kez Güçlükonak’ta öldürüyordu. Tarih 15 Ocak 1996’ydı.

Kürt halkının toplumsal uyanış ve devrimci direnişini boşa çıkarmak için fiziki soykırımı yöntemlerinde takaddüm edinen Türk devleti, yalnızca eylem alanlarında deðil; Kürdü “en sivil hali”nde de hedeflemekten kaçınmıyordu.

Şırnak’ın Güçlükonak Ýlçesi’nde, tarih 15 Ocak 1996 iken, içerisinde köylülerin bulunduðu bir minibüs, durdurularak kurşunlandı. Kurşunlar, 11 Kürdün yaşamını yitirmesine yol açtı. Ne var ki, hıncını alamayan katiller, minibüsü ateşe vererek 11 Kürdün bedenini yaktılar.

Katliamın ardından Kürtler için tek fail vardı. Bu, daha önceleri gözlerinin önünde evlatlarını öldüren, babalarının gururunu inciten, annelerine tecavüz edenden başkası olamazdı. Kürtler katili tanıyordu. Devletti.

DEVLETÝ, ASKERLERDEN ÇIKAN KÝMLÝKLER ELE VERDÝ!

Türk Genelkurmay Başkanlıðı ise katliam henüz meydana gelmişken, suçlu olarak PKK’yi işaret ediyordu. Oysa PKK, ‘95’in sonunda tek taraflı ateşkes ilan etmiş ve buna uyum saðlıyordu. Ancak tek taraflı bu ateşkese raðmen devlet güçleri savaşta ısrarcıydı. Öldürülen 11 kişiden bir bölümünün üç gün önce gözaltına alınmaları ve katliam gününe kadar askeri taburda tutulmaları, olayı çözmede ipucu niteliðindeydi.

12 Ocak 1996’da, yani katliamdan üç gün önce de Güçlükonak’a baðlı Gêrê ve Yataðan köylerine baskın yapan Türk askerleri, eski korucu olan Abdullah Ýlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah Ýlhan, Halit Kaya ve Ramazan Oruç’u gözaltına almışlardı. Katliam günü ise Koçyurdu köyünün korucularından Hamit Yılmaz, Abdulhalim Yılmaz, Lokman Özdemir ve Mehmet Öner askeri yetkililerce “göreve” çaðrılmıştı. Türk askerlerine ait Taşkonak Taburu’nda, hem “görev” için çaðrılan korucular, hem de gözaltına alınan köylüler minibüse bindirildi. Hareket ettikten bir süre sonra silahlı grup tarafından durdurulan minibüs, içerisindeki 11 köylüyle birlikte silahlarla tarandı. Ve yakıldılar...

Aðır silahlarla taranan köylülerin bulunduðu minibüs yakılmıştı. Haliyle vücutları, elbiseleri, üzerlerinde bulunan bütün malzemeler de küle dönüşmüştü. Fakat olaydan sonra dikkat çeken bir detay vardı ve bu, katili tanımada daha önemli ipucuydu. Her şeyin küle dönüşmesine raðmen yaşamını yitiren köylülerin kimlikleri sapasaðlam ve askerlerin elindeydi!

BASIN GÜÇLÜKONAK’A GÖTÜRÜLDÜ; HALKLA GÖRÜŞMESÝ YASAKLANDI

PKK katliamla bir ilgisinin bulunmadıðını açıkladı. Devletse, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ateşkesi bozduðuna inandırmak istiyordu. Katliamın ertesi gününde Türk Genelkurmay Başkanlıðı, Türk ve Avrupalı gazeteciler için özel uçak takdim etti. Güçlükonak’a götürülen basın mensuplarına katliamın PKK tarafından gerçekleştirildiði ve böylece ateşkesi bozduðu anlatıldı.Gazeteciler olay bölgesindeki halkla da iletişime geçmek istediklerinde, askerlerce engellendiler. Zira, öldürülen köylülerin yakınları için de katil kendileriydi.

BÜTÜN SUÇLARIN ORTAÐI: MEDYA

Ana akım medya şaşırtmamış; kısa vadede devletin emrine riayet etmişti. Gazetelerin 16 ve 17 ocaktaki nüshalarındaki konuyla ilgili haberler, aşina olunan haliyle; özel savaş kalemşorluðunu aksettiriyordu. Haberin temel koşulları dahi gözetilmemişti. Ölenlerin aileleri ve köylülerin sözleri haberin konusu olmamış; devletin resmi açıklaması gerçeðin kendisi olarak yansıtılıyordu. Milliyet Gazetesi’nin 17 ocaktaki haber spotu, “PKK'li teröristler uzun namlulu silahlar ve roketle minibüse saldırdı” şeklindeydi. Diðer gazeteler de devletin tek taraflı ateşkesi boşa çıkarma gayretinin payandası oluyor ve katliamı şöyle duyuruyorlardı: “Ankara'ya her gün barış çaðrısı yapıyorum' diyen, sonra da MED TV'de ‘ateşkes süreci için yeni hükümeti bekliyoruz' diye konuşan Apo'nun bu açıklamalarının hemen ardından katliam oldu. Öcalan'ın seçimlerden önce tek taraflı olarak ilan ettiði 'sözde ateşkes' yine 'fos' çıktı.”

AYDIN VE SANATÇILAR: PKK DEÐÝL, DEVLET KATLETTÝ

PKK’nin açıklaması, devlete olan kronik güvensizlik ve köylülerin anlatımları sivil toplumu da harekete geçirdi. Aydın ve sanatçılar, ÝHD’nin de desteðiyle Barış Ýçin Bir Arada Çalışma Grubu adıyla toplandı ve bir ay sonra Güçlükonak’a gitti. Bu ziyaret, soru işaretlerini gidermelerini saðladı. Heyet, tespitleri neticesinde devlet güçlerine dikkati çekti ve Genelkurmay Başkanlıðı hakkında suç duyurusunda bulundu. Dönemin Genelkurmay Ýkinci Başkanı Çevik Bir ise hakikati arayanları sindirmekte kararlıydı: Orduya hakaret edildiði iddiasıyla suç duyurusunda bulundu; ÝHD Ýstanbul Şubesi Eski Başkanı Ercan Kanar, Petrol-Ýş Sendikası Eski Genel Başkanı Minür Ceylan ile sanatçı ve insan hakları aktivisti Şanar Yurdatapan, “ordunun manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif” suçlamasıyla yargılanarak, 10'ar ay hapis cezasına mahkûm edildiler.

Bu arada katliam bölgesini ziyaret eden sivil heyetlere gerçeði anlatan köylüler ise heyetin bölgeyi terk etmesinden sonra gözaltına alınmıştı. Ýki köylü, gözaltındayken işkenceye uðradı.

AÝHM, TÜRK DEVLETÝNÝ MAHKUM ETTÝ

Türk devletinin bizzat suçlu olduðunun anlaşılmasıyla birlikte iç hukuk yolları da beyhude kalıyordu. Katliamda yakınlarını kaybedenler, 12 Temmuz 1996’da Avrupa Ýnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Dava, uluslararası alana taşınmış ve bu kez sonuç alınacaktı: Türkiye, AÝHM tarafından, yakınlardan 10 kişiye 15’er bin avro manevi tazminat; Ýbrahim Kaya’ya 5 bin 160 avro maddi tazminat; sekiz kişiye de 3’er bin avro ödemeye mahkum edildi.

DÖNEMÝN DEVLET BAKANINDAN 13 YIL SONRA ÝTÝRAF

Dönemin Devlet Bakanı Adnan Ekmen 13 yıl sonra Güçlükonak’ta yaşananları itiraf etti: “...Olayın geliştiði yer, güvenlik güçlerinin tamamen hâkim olduðu, kontrolü altında bulundurduðu bir alandı, PKK'nın orada eylem gerçekleştirmesi mümkün deðildi.”

Ekmen, itiraf etmesini “vicdanım rahat deðil” diyerek açıklıyordu. Ekmen, olaydan sonra Güçlükonak’ta güvendiðini söylediði bir korucubaşını telefonla aradıðını, kendisinden ‘devletin açıklaması doðru deðil ama gerçekleri açıklarsak kendimizi koruyamayız’ sözlerini duyduktan sonra Güçlükonak’a gitmekten vazgeçtiðini de açıkladı.

Ekmen, itiraflarının ardından, mensubu olduðu CHP'nin o dönemki genel başkanı Deniz Baykal'la diyalogunu da anlattı: “...Duyumlarımı kamuoyu ile paylaşmak istediðimi söyledim. Suçun neden PKK'nin üzerine yıkılmaya çalışıldıðını sordu. Şimdi tam olarak anımsamıyorum; ama Avrupa'da Kürtlerle ilgili önemli bir oylama yapılacaktı. Bu olayın PKK'ye mal edilerek oylamayı gerçekleştirecek kuruma mesaj verilmek istenmiş olabileceðini söyledim. Böyle bir mesaj vermek için neden bu korucuların seçildiðini sordu. ‘Emin deðilim, ama kendi duyumlarıma göre olayda ölen korucularla PKK'liler birbirlerine saldırmamak konusunda uzlaşmıştı. Güvenlik güçleri bunu duydu ve bunları cezalandırdı’ dedim. Deniz Bey beni engellemeye kalkışmadı, ‘eðer bu iddialarını kanıtlayabiliyorsan, kendini zor durumda bırakmayacaksan, çık bildiklerini kamuoyuyla paylaş, aksi halde hiç girme’ dedi. Bunun üzerine bildiklerimi gidip Başbakan Tansu Çiller'e anlatmayı teklif ettim; ‘sen bilirsin, ama başbakanın bu ara derdi başından aşkın" deyince vazgeçtim. Gerçeði bildiðim halde bunu kamuoyuyla paylaşamadıðım için vicdanen rahatsızım.”

GÜÇLÜKONAK’TAN ROBOSKÝ’YE: ÇÝLLER’DEN ERDOÐAN’A

Roboski’nin Güçlükonak’ta yaşananlardan bir ayırt ediciliði varsa, o da, devletin artık başka güçlere yıkılmaya elverişli katliamlar yerine; bizzat faili olduðu anlaşılır vahşetlerde rol alması olabilir; savaş uçaklarını halka yöneltmesi bunun tezahürüydü.