Tarih boyunca Kürt halkının maruz kaldığı sömürü, inkar ve imhaya karşı küllerinden var eden ve Kürt tarihindeki en büyük isyanın lideri olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında geliştirilen uluslararası kirli komplonun 17'nci yıl dönümü.
Kürt halkını yüzyıllarca sömürü sistemine tabi tutan hegemon ve küresel güçlerin bölge devletlerinin eliyle de Kürdistan'da geliştirdiği inkâr ve imha konseptine karşı Kürt tarihine 29’uncu isyan olarak düşen Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni başlatarak Kürt halkını küllerinden yaratan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999’da tutuklanmasının üzerinden 17 yıl geçti. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve Kürt halkının derin bir inkâr ve asimilasyon politikasına tabi tutulmasına karşı tarihte Seyit Rıza ve Şeyh Said gibi liderlerin öncülük ettiği isyanların kanla bastırılmasının ardından tarih, Öcalan'ın öncülüğünde başlayan en büyük Kürt isyanına ve direnişine tanıklık ediyor. Öcalan'ın PKK’yi kurmak ile başlattığı tarihi mücadelede yine Öcalan'ın şahsında geliştirilen uluslararası komployla Kürt Özgürlük Hareketi bitirilmek istendi. Öcalan önderliğinde sürdürülen mücadele kapsamında gelinen aşamada Kürt halkı, tüm dünya tarafından tanınan bir halk olurken, yine Öcalan’da bunun savunucusu olarak tüm dünya tarafından kabul edildi.
ÖCALAN'IN MÜCADELESİ ANKARA’DAN BAŞLADI
Öcalan’ın, 1960’ların sonuna doğru Kürt halkının kurtuluşuna ilişkin düşüncelerinden yola çıkarak başlattığı Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin tarihi, o dönemlerde Kürt siyasi hareketlerine de bir toparlanma zemini hazırladı. Öcalan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenim gördüğü sıralarda 1970'lerin başından önce DDKO sonrasında da Türkiye solundan bazı örgütlerde faaliyetlerde bulunmasının ardından çevresinde topladığı gençler ile “Kürdistan bir sömürgedir” tezinden yola çıkaran yeni bir sol fraksiyon oluşumu sağladı. Ardından Öcalan önderliğinde 1 Mayıs 1973'te Ankara Çubuk Barajı civarında toplanan 6 kişilik grup ile alınan kararlar neticesinde uzun soluklu Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin temelleri atıldı. Bir yıl sonra ise aynı grup tarafından Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) kurularak, çalışmalar için yasal bir zemin oluşturuldu. Öcalan, fikirlerini 1974'te açılan ve 1975’te de kapatılan yöneticisi bulunduğu ADYÖD üzerinden yaydı. Öcalan yoldaşı Hayri Durmuş ile kaleme aldığı “Kürdistan Devriminin Yolu” adlı 68 sayfadan oluşan broşür ile önlerine koydukları perspektif üzerinden çalışmalarının yol haritasını da o dönem belirlemiş oldu.
ÖCALAN ÖNCÜLÜĞÜNDE KÜRDİSTAN SEFERİ
Öcalan’ın önderlik ettiği grubun Ocak 1977’de gerçekleştirdiği Dikmen ve Tuzluçayır toplantılarıyla Kürdistan’a geçme kararı almaları ardından, mücadelenin Kürdistan'daki saha çalışmalarına başlandı. Kürdistan’a ilk dönüş, alınan kararın ardından grubun içerisinde bulunan kadrolarla başladı. Kürdistan’a; Urfa, Antep, Amed, Mardin, Elazığ, Bingöl, Dersim, Kars ve Ağrı’dan giriş yapan grup içerisinde yer alan kadrolar, bu kentlerde propaganda faaliyetlerini gerçekleştirdi. Bir yılı bulun propaganda çalışmalarının ardından bölgede düzeyinde toplantılar alındı. Öcalan ise 1977 yılının Nisan ve Mayıs aylarında gerçekleştirdiği ve "Kürdistan seferi" olarak tanımladığı Ağrı, Kars, Dersim, Karakoçan, Amed ve Antep gibi Kürt illerini bizzat gezerek, alınan toplantılar gerçekleştirdi. Giderek halk tarafından sahiplenilen bir yapıya dönüşen Kürt Özgürlük Hareketi'nin temelini oluşturan grup, böylelikle siyasi bir harekete dönüşme noktasında epey bir yol aldı.
KÜRT ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN ÖNDERİ
"Apocular” ve “Ulusal Kurtuluş Ordusu" olarak anılmaya başlanan Öcalan’ın önderlik ettiği grup, gün geçtikçe büyüdü. Her geçen gün büyüyen hareket, artık açıktan Türk devletinin de hedefi olmaya başladı. Öcalan’ın hareketin içerisinde en güvendikleri arasında olan ve kendisini “Gizli ruhum” diye tanımladığı enternasyonalist devrimci ve Türk olan Haki Karer’in çalışma yürüttüğü Antep’te vurularak katledilmesiyle grup resmen Türk devletinin hedefinde yer aldı. Karer’in katledilmesine Öcalan ve arkadaşları partileşme kararı alarak karşılık verdi ve Kürt halkının yeniden doğuş olarak adlandırdığı PKK’yi kurdu. 27 Kasım 1978'de PKK’nin Partiya Karkerên Kurdistan'ı (PKK - Kürdistan İşçi Partisi) kuruluşu Amed’in Lice ilçesine bağlı Fis Ovası’nda yapılan ve PKK’nin tarihine ilk kongre diye geçen toplantı ile ilan edildi.
KÜRTLERİN ADINI DÜNYAYA DUYURDU
Öcalan önderliğinde PKK, 1980'lerden itibaren adı sıkça duyulan ve Türkiye'nin yanı sıra Ortadoğu'da ve dünyada büyük yankılar uyandıracak olan bir örgüt oldu. PKK’nin kuruluşunun hemen akabinde 19 Aralık 1978’de Türk devleti tarafından gerçekleştirilen ve resmi rakamlara göre; 111 sivilin katledildiği Maraş Katliamı ile Kürtlere açıktan savaş ilan edildi ve 11 Kürt ilinde de sıkıyönetim kararı alınarak uygulandı. Maraş Katliamı'nın ardından Öcalan, PKK kadrolarıyla aldığı toplantıda Türkiye'nin gidişatını değerlendirdi ve kadrolara Maraş'la birlikte başlayan dalgalanmayı anlatarak askeri bir darbenin olabileceği düşüncesini aktardı. Çok geçmeden 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşti. Bunun üzerine Öcalan, Suruç üzerinden Suriye'ye geçti. Darbeyle birlikte tutuklanan PKK'li kadrolar cezaevlerinde insanlık dışı uygulamalarla karşılaştı. Yine en büyük direnişi PKK'li kadrolar verdi cezaevlerinde. Tutuklanan PKK kadroları Diyarbakır Cezaevi'nde insanlık dışı uygulama ve işkencelere karşı ölüm orucu ve kendini yakmak eylemleriyle bu uygulamalara karşı büyük bir direniş sergileyerek, isimlerini ve PKK'nin mücadele kişiliğini duyurmayı başardı.
ÖCALAN’IN DARBEYE DE CEVABI 15 AĞUSTOS ATILIMI İLE OLDU
O dönem Öcalan da geçtiği Suriye'deki Bekaa Vadisi'nde oluşturduğu kamplar ile askeri ve ideolojik eğitimler verdi. Öcalan önderliğinde yapılan PKK 1. Konferansı ve yine bunu izleyen "Ülkeye dönüş" kararının da alındığı 2. Kongre izledi. Kongrenin ardından PKK'liler artık gruplar halinde bölge illerine dönmeye başladı. 1984’te ise örgütün askeri kanadı olan Hêzên Rizgarîya Kurdistan'ın (HRK - Kürdistan Kurtuluş Güçleri) kuruluşunu ilan edildi ve ilanından sonra ise "15 Ağustos Atılımı" ile PKK'nin efsane komutanı olan Mahsum Korkmaz öncülüğünde Eruh'ta gerçekleştirilen eylem silahlı mücadelenin başlangıcının startı verildi. Her geçen gün Öcalan Önderliğindeki PKK'nin giderek halklaşması ve Kürt halkının talepleri karşısında baskı ve şiddetin sokaklara taşması Türkiye’ye; Öcalan'ı tasfiye ederek PKK'yi bitirme hesaplarına götürdü. Bu bağlamda 6 Mayıs 1996'da Öcalan’ı katletmeye yönelik yüzlerce kiloluk patlayıcı yüklü araçla Öcalan bizzat hedef alındı, ancak söz konusu suikast saldırısı sonuç alınamayınca Türkiye bu sefer Suriye'yi tehdit ederek Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasını dayattı.
* Uluslararası Komplonun Günlüğü
ÖCALAN'IN ÇÖZÜM YAKLAŞIMINA KOMPLO İLE CEVAP VERDİLER
Halbuki Öcalan önderliğindeki PKK, barış yönlü tüm düşüncelerini ve bu yönlü girişimlerine resmiyete bağlayarak 1993'de ilk kez ateşkes ilan etmiş, Kürt sorununun barışçıl çözümü için bu niyetini 1998'de de tekrarlamıştı. Öcalan'ın tüm barış ve çözüm temelli yaklaşımları Türkiye ise uluslararası güçlerin de desteğiyle Öcalan'ı tasfiye etmenin hesaplarını yapıyordu. Bu bağlamda 17 Eylül 1998'de Washington'da KDP, YNK ve ABD arasında toplantı yapıldı. Toplantıda 1992'de oluşturulan Kürt Federe Meclisi ve yönetimiyle Türkiye arasında anlaşma sağlandı ve Türkiye'nin savaş ve tasfiye planlarına hizmet etti. Öcalan'ın emriyle ateşkes pozisyonunda olan PKK'ye yönelik Türk devleti tarafından yapılan saldırılar sürdü. Öcalan ateşkes emriyle PKK'nin içerisinde bulunduğu eylemsizlik hali ve süreci Kürt sorunun demokratik yollarlar çözülmesi ve barışa evrilmesi adına tüm demokratik çevrelerde yeni bir umut yaratırken, Türkiye'de ise ilkin dönemin Kara Kuvvetler Komutanı Atilla Ateş, ardından da siyasal iktidar ve Türk devletinin yönetim kademesinde bulunan isimlerin Suriye'ye nota üzerine nota çekmesi uluslararası komploya şekil vermeye başlamıştı. Son olarak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 1 Ekim'deki Meclis açılışında yaptığı konuşmada Suriye'ye savaş ilanı tehdidinde bulunmasıyla Öcalan şahsında girişilen uluslararası komplonun fitilini ateşledi. Ardından Türkiye-Mısır ve Türkiye-Suriye arasında alınan toplantılarda Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması üzerine anlaşıldı. Bu devletlerarasında varılan kirli mutabakat 20 Ekim'de ise resmen açıklandı. 19 Ekim'de Adana'da yapılan Türkiye-Suriye görüşmesinin sonucu; "Öcalan şu andan itibaren Suriye'de değildir ve kesinlikle Suriye'ye girmesine izin verilmeyecektir denilerek mutabakat metni imzalandı ve ertesi günü deklare edildi.
AMAÇ PKK'Yİ ÖNDERSİZ BIRAKARAK ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ BİTİRMEKTİ
Bölge devletlerinin uluslararası güçlerin de eliyle Öcalan şahsında Kürt halkının üzerinde geliştirdiği kirli komplo, söz konusu Kürtler olunca hegemon ve emperyal güçlerin nasıl bir ittifak içerisine girdiğini bir kez daha göstermiş oldu. Uluslararası kirli komplo ittifakı ile Kürt Özgürlük Mücadelesi bitirilmek istendi. Kirli komplo ittifakının temelinde de Öcalan'ın liderliğini yaptığı PKK'nin öndersiz bırakılması ve böylece topyekûn hareketin tasfiye edilmesi yatıyordu. Öcalan, o dönemde yaptığı bir değerlendirmesinde önünde iki seçenek olduğunu; bunlardan birinin dağa çıkıp savaşı yaymak, ikincisinin ise Avrupa'ya giderek, Kürt sorununun siyasi çözümü için bir diyalog yolu açmak olduğunu vurguluyordu. Öcalan, ikinci seçeneğini tercih ettiğini "Rolümü siyasi kanallarda oynamak istiyorum" sözüyle açıklıyordu. Uluslararası kirli komplo Öcalan'a Ortadoğu'dan ayrılmayı dayattı. Öcalan o nedenle farklı kesimlerle ilişkilenmeye başlandı. Özelde de Avrupa üzeri diplomasi faaliyeti yürütüldü. Öcalan 7 Ekim günü Suriye'ye gelen Yunanistan'ın o dönem Ulaştırma Bakanı olan Konstantinos Bantouvas ile görüştü. Konstantinos, Öcalan'a Yunanistan'da fiili bir durum yaratma ve sorunu çözmeye yardım vaadinde bulundu. Öcalan'ın etrafındaki kuşatma ve suikast girişimleri için yerinin tespit edilmesi adına uluslararası istihbarat örgütlerinin devrede olduğu bir süreçte, özelde Suriye genelde ise Ortadoğu'da kalması zorlaştı. Yunanistan'dan aldığı söz üzerine yönünü Atina'ya çeviren Öcalan, 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkış yaptı.
Yoldaşlarıyla vedalaştıktan sonra 9 Ekim günü Suriye'den Yunanistan'a hareket eden Öcalan, Suriye Havayolları’nın Şam-Halep, Atina-Stockholm seferini yapan tarifeli uçağa normal bir yolcu olarak binerek Yunanistan'a geçti. Öcalan'a daha önce vaatlerde bulunan Bantouvas ise havaalanında karşılaması gerekirken, ortalıkta bile yoktu. Kendisine hiçbir şekilde ulaşılamadı. Öcalan'ın Atina Havaalanı'na inmesinin ardından verilen sözler tutulmayınca Öcalan, Moskova'ya doğru hareket etti. O dönem PKK'nin Rusya sorumlusu durumunda bulunan ve PKK'nin "Merkez Komite" üyesi Mahir Welat (Numan Uçar), Rüstem Broyi ile Rus Liberal Demokrat Partisi Başkanı Vladimir Jirinovski ve Duma Jeopolitik Komisyonu Başkanı Aleksey Mitrafanof, Öcalan ve beraberindekileri karşıladı.
SİYASİ SIĞINMAYI RUSYA ÜSTLENMEDİ
Öcalan, 33 gün Rusya'da kaldı. Bu süreç içerisinde Öcalan, Rusya'dan siyasi sığınma talebinde bulundu. 4 Kasım günü Rusya'nın Duma Meclisi, 298 milletvekilinin Öcalan'a siyasi sığınma hakkı tanıması için hazırlanan karar tasarısını onayladı. Ancak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albirght adına sözcüsü James Rubin yaptığı açıklamada; buna tepki göstererek, hiçbir ülkenin sığınma hakkı tanımasını kabul etmeyecekleri açıklamasını yaptı. Albright, Rusya hükümetinin Öcalan'ın ülkelerinde bulunup bulunmadığını araştırdıktan sonra iade etmesini ya da sınır dışı etmesini istedi. Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov, Öcalan'ın Rusya'da kalmasına izin vermedi. Rusya İçişleri Bakanı Sergei Stepaşin, Avrupa Konseyi'nde düzenlediği basın toplantısında, Duma'nın aldığı kararın hiçbir öneminin olmadığını belirtti. Öcalan'ı Moskova'ya geldiğinde karşılayan ve evinde konuk eden Jirinovski'nin yanında, Mitrafanof ve Rusya'nın güvenlik ve istihbarat yetkililerinden Heba Çili, hep birlikte Öcalan'ın kaldığı eve giderek, Öcalan'ın, Rusya'yı terk etmesini istedi.
RUSYA KOMPLOYA 8 MİLYAR DOLAR VE MAVİ AKIM PROJESİNE KARŞILIK DAHİL OLDU
Öcalan, Rusya'nın da dahil olduğu kirli komplo üzerine yönünü İtalya'ya çevirdi. Tarih yaprakları 12 Kasım 1998'i gösterdiğinde Öcalan'ın Roma yakınlarındaki bir hava alanında yakalandığı haberi basına yansıdı. Mesut Yılmaz, bu haber üzerine Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu'nu arayarak "İade işlemlerine derhal başlayın" talimatı verdi. Tam bu dönem Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Aleksander Lebedev, Rusya'nın Türkiye dostluğuna verdiği önemi göstermek için Başbakanlıkla görüşme talebinde bulundu. Lebedev, bu görüşmede şöyle diyordu: "Rusya federasyonunun sözünü yerine getirdiğini sizi bildirmekle görevlendirilmiş bulunuyorum. Ülkemizin içinden geçmekte olduğu ekonomik krizde Türkiye, Rusya'nın yanında durdu. Hükümetiniz, Türk şirketlerine Rusya'dan çekilmeme çağrısı yaptı. Biz, o zaman size gösterdiğimiz bu dostluğu unutmayacağımızı söylemiştik. Öcalan konusunda attığımız adım bunun bir ifadesidir" diye verdikleri taahhütleri yerine getirdiklerini bildiriyordu. Bunun üzerine IMF, Rusya'ya 8 milyar dolar kredi, Türkiye ise Mavi Akım projesini vererek, Öcalan'ın üzerindeki uluslararası komployu bu anlamıyla da bir kez daha ifşa etmiş oldular. Öcalan, komplonun içerisinde yer alan gelişmelere dair durumu şöyle özetliyordu: "Benim takibimde ve işlemez duruma getirilmemde İsrail'in payı belirleyiciydi. Tabi, ABD'nin büyük mali ve diplomatik desteğiyle birlikte yürütüyorlardı. Moskova'da kalmamam için IMF'nin 8 milyar dolarlık kredisi kullanılmıştı. Yine Türkiye'den bu amaçla Mavi Akım Projesi koparılmıştı."
KÜRTLER ÖCALAN'I ROMA'DA YALNIZ BIRAKMADI
Öcalan, 12 Kasım 1998 günü Ayfer Kaya, Mecit Mamoyan ve Yeniden Yapılanma Komünist Partisi Milletvekili Romana Montavani ile birlikte, uçakla İtalya'ya geçti. İtalya her ne kadar Öcalan'a güvence verse de Öcalan'ın topraklarına gelmesinin ardından hakkında tutuklama kararı alındı. Hükümet Başkanı Massimo D'Alema, Öcalan'ı ölüm cezası olan Türkiye gibi bir ülkeye iade etmeyeceklerini ve kendi kanunlarına göre, bir yargılama yapacaklarını açıkladı. Yeşiller Partisi, Öcalan'ın Almanya'ya verilmesini ve orada yargılanmasını istiyordu. Ancak buna da Almanya yanaşmıyordu. Almanya'da hakkında tutuklama kararı bulunmasına rağmen acil toplanan Alman yargı kurumları, “zaman aşımına uğradı” gerekçesiyle davanın düştüğünü ve bu yüzden Öcalan'ı istemediklerini belirtti. Öcalan'ı Türkiye'ye teslim alma istemine sıcak bakmayan İtalya'ya karşı Ankara tavır aldı. Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem, 15 Kasım'da Roma'da İtalyan yetkililerini Öcalan'ın iadesi için uyarırken, bu ülkeye ekonomik ambargo uygulanabileceğinin sinyallerini verdi. Bu uyarının hemen ardından TOBB ve İTO'nun öncülüğünde İtalyan mallarına karşı boykot kampanyası başladı. Avrupa'da bulunan Kürtler ise İtalya'ya akarak, Öcalan'ı sahiplendi. Kürtler, Öcalan'ın, İtalya'da kaldığı sürece evinin yakınında oturma eylemleri yaptı.
ÖCALAN: VARLIĞIMIZ AVRUPA'YA AĞIR GELMİŞTİR
Öcalan'ın Roma'da kalışı da artık imkansız hale gelmişti. 16 Ocak 1999 günü Öcalan Roma'dan ayrıldı. İtalya hükümeti, istihbarat servisi ve güvenlik birimleri ile PKK ve ERNK üst düzey yetkilileri dışında hiç kimsenin haberi olmadı Öcalan'ın İtalya'dan çıkışından. İtalya'da geçen 66 gün içinde Kürt sorunu ve PKK tartışılmış, çözüm amaçlı birçok girişim de gündeme gelmişti. Ancak İtalya devleti, içeride sağ muhalefetin dışarıda ise ABD ve Türkiye'nin yoğun baskıları karşısında geri adım atmıştı. Öcalan'ın "Varlığımız Avrupa'ya ağır gelmiştir" sözleriyle Avrupa ülkelerindeki iki yüzlülüğe işaret etti. Böylelikle rota 66 gün önce terk edilen Rusya'ya yeniden çevrildi. Öcalan, 16 Ocak'ta Ciampino Havaalanı'ndan özel bir uçakla Roma'dan ayrıldı. Öcalan'ın Rusya'ya yeniden dönmesi ERNK üyesi Mecit Mamoyan ve Mahir Welat tarafından ikna zorlamasıyla gerçekleşmişti. Öcalan'ın yeniden Rusya'da olduğu haberi çok kısa süre içinde her tarafa yayıldı. Mahir Welat'ın iddia ettiği gibi Moskova'da hiç bir hazırlık yoktu. Öcalan geldiği andan itibaren, söylenenlerin aksine, Rusya da Öcalan'ı kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Ermenistan ve Karabağ üzeri "Kürdistan"a dönme kararı verilmişti. Ancak uçağa binildiğinde rota kontrol dışı başka bir yere çevrilerek Öcalan Duşanbe'ye indirildi.
HERŞEY ÖCALAN'DAN BAĞIMSIZ GELİŞMEYE BAŞLADI
Duşanbe'de tecrit altına alınan Öcalan, artık kendi kararlarını da veremiyordu. Her şey ondan bağımsız gelişmeye başlamıştı. Öcalan, "Bağırsaydım haykırışımı kimse duymazdı, ölseydim kimse cesedime ulaşamazdı" diyerek, 6 günlük tecridi özetliyordu. 26 Ocak günü Duşanbe'den ayrılmadan önce KGB ajanları tehditte bulunarak, ertesi gün ülkeyi terk etmelerini istiyordu. Bu sırada Mahir Welat ve Mecit Mamoyan, Öcalan'ı Moskova'ya götürmek için ikna etmeye zorluyorlardı. Daha sonraki yıllarda Mecit Mamoyan'ın Ermenistan'da yaşayan bir İnterpol ajanı olduğu ortaya çıktı. Mahir Welat bilerek ya da bilmeyerek bu komploda büyük rol oynamıştı. Öcalan daha sonraki yıllarda İmralı Adası'nda yaptığı bir açıklamada Mahir Welat'a ilişkin "Mahir Welat'ın komplodaki rolünü Roma'da sezmiştim ama elimde net bir delil olmadığı için bu şüphemi saklı tuttum. Mahir ve dostu Mecit'in tarihi yanlışları var. Atina'da da geldiler aldılar bizi. Mahir çok olumlu dedi. 6 aylık süre aldık, dedi. İtalya hükümeti de çok zorladı. 'Gitmezseniz tutuklarız' dediler. Mahir demezse gitmezdim" diye belirtmişti. Öcalan, Rusya'da kalma koşulu olmadığı için yeniden ilk olarak gittiği Yunanistan'a gitme girişimlerini başlattı.
YENİDEN YUNANİSTAN...
Öcalan'ın önünde tek bir yol kalmıştı, Yunanistan'a yeniden dönmek. Ayfer Kaya emekli Amiral Andonis Naksakis ile görüşerek, Öcalan'ın hayatının tehlikede olduğunu ve yeniden Yunanistan'a dönmesi gerektiğini söylemesi üzerine kiralanan uçakla Öcalan, Atina Uluslararası Havaalanı'na indi. Naksakis havaalanında görevli polislere Öcalan'ı Rus Savunma Bakanlığı Müsteşarı Jenki V. olarak tanıtarak çıkardı. Emekli Amiral Naksakis, Öcalan'ı Atina'nın 40 kilometre uzaklığındaki Nea Makri köyünde bir eve götürdü. Öcalan'ın bir gün kaldığı bu ev, 78 yaşındaki eski partizan edebiyatçı Vula Damainako'ya aitti. Damainako ve ressam kızı Heleni Vassilopulos Öcalan'a dair; "İsterdim ki, ülkem bağımsız olsaydı ve Öcalan'a siyasi sığınma hakkı verseydi" diyerek o'na olan hayranlıklarını anlatıyor.
RUSYA'NİN KİRLİ OYUNU
Yunanistan'da kalmasına izin verilmeyen Öcalan, bu kez yetkililere Hollanda'ya gitme önerisini sundu. Öcalan, Hollanda'yı uluslararası mahkemeye çıkmak amaçlı seçmişti. Avrupa ülkesi olmasından dolayı bu talebi önce reddeden Yunanistan, ardından kabul etti. Daha sonra yeniden Avrupa'ya çıkış için start verilmişti. Bir uçak Öcalan'ı Atina'dan Beyaz Rusya'nın Minsk kentine götürecek, burada da ikinci bir uçak Minsk kentinden alarak Lahey'e götürecekti. Bu arada Öcalan'ın Yunanistan'dan yeniden Rusya'ya gittiği 30 Ocak günü bir başka gelişme yaşanıyordu. Davos'ta Dünya Ekonomi Forumu toplantısı düzenlenmişti ve foruma katılan Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov ile ABD'li petrol şirketleri arasında Öcalan'ın durumu pazarlık masasına yatırılmıştı. Kürt sorununun varlığının Hazar petrollerinin dağılımında güvenlik sorunu yarattığının farkında olan Rusya'nın Öcalan'ın ülkesinde bulunmasını Kafkas petrollerinin paylaşımında pazarlık konusu yaptığı, Rusya'da yayınlanan ekonomi gazetesi Komersant'ta çıkan haberle doğrulandı.
KOMPLO DERİNLEŞTİRİLDİ
Öcalan Yunanistan'dan Minsk Havaalanı'nda inildiğinde Lahey'e gidecek olan uçak ortada yoktu. Çünkü Hollanda ve Beyaz Rusya havaalanlarından uçak izni verilmemişti. Daha sonra Rotterdam Zestienhoven Havaalanı sözcüsü Mr. Breedveld tarafından Hollanda hava üssünün akşam saatlerinden itibaren tüm özel uçaklara kapatıldığı açıklandı. Bunun üzerine Yunanistan'a dönmek zorunda kalan Öcalan'ın yeniden ülkeyi terk etmesi için baskılar yapılınca bu kez apar topar aynı uçakla, Korfu Adası'na gönderildi. Korfu Adası'na gönderilen Öcalan Amerikan ve İngiliz askeri üslerinin bulunduğu istihbarat merkezinde tutulmaya başlandı. Korfu'da tutuklu muamelesi gören Öcalan'a kendi iradesiyle adayı terk etme şansı da verilmemişti. Öcalan, Korfu Adası'nda çıkmaya zorlanırken Ankara Başbakanlık konutunda dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile aynı zamanda Öcalan'la ilgili operasyon faaliyetlerinin koordinatörü Genelkurmay Başkanı Korgeneral Yaşar Büyükanıt bir araya geldi. Korfu Adası'nda bulunan Öcalan'ın yanına gelen istihbaratçı Savas Kalenderidis, bu kez Öcalan'a "Başardık. Pangalos'la konuştum, sizden özür diliyor. Çözüm bulduk" diyerek, Afrika ülkelerine rotayı çevirdiklerini söyledi. Önce bu plana karşı çıkan Öcalan, daha sonra bir umut olur diye kabul etmek zorunda kaldı.
Öcalan plana göre önce Afrika ülkelerine gönderilecek, buradan da Güney Afrika Cumhuriyeti'ne götürülecekti. Güvence veren Yunanlılar, Kenya'dan hiç bahsetmeyerek sadece Afrika demişti. Ancak uçağın rotası 2 Şubat günü Kenya'ya çevrildi. Öcalan'la birlikte İbrahim Bayar, Melsa Deniz, Aristos Aristou isimli bir Kıbrıslı ve Savas Kalenderidis uçağa bindirildi. Öcalan, Büyükelçi George Costoslas'ın evine götürüldü. Ancak Costoslas, Öcalan'ı karşısında görünce "NATO'da 20 yıldır sürekli seni araştıran birimin başındaydım. Seni gökte ararken yerde buldum" diyerek, artık uluslararası komplonun sona doğru yaklaştığına işaret etmişti.
ABD KOMPLONUN KENYA AĞINI ORGANİZE ETTİ
Tüm bu gelişmeler olurken, Türkiye'de ABD Merkezi Haberalma Örgütü CIA'dan gelen haberler üzerine Çankaya Köşkü'nde yapılan toplantıda, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun tekrar bir araya geldi. Öcalan'ın kaçırılmasının ardından Ecevit, yaptığı bir açıklamada, "Öcalan'ın Afrika'da olduğu haberi bize 4 Şubat tarihinde intikal etti" şeklindeki açıklamasıyla toplantının neden gerçekleştiğini itiraf ediyordu. Uluslararası komplonun bizzat ABD tarafından planlandığı yönündeki bilgiler gazetelerde belgeleriyle yayımlandı. Buna göre; MİT ve CIA arasında basit bir protokol yapıldı. Protokolde şunlar yer alıyordu; "Öcalan'ın ele geçirilerek Türkiye'ye getirilmesinde Türk gizli servisi MİT ile Amerikan gizli servisi CIA birlikte ve ortak bir operasyon yapacaklardı. Öcalan sağ olarak ele geçirilip ‘adil’ bir şekilde yargılanacaktı."
'BURASI KOMPLONUN SON DURAĞI MI OLACAK'
Kenya'da da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın üzerindeki baskı politikası artan bir tempoyla devam ediyordu. Öcalan'ın Kenya'da kaldığı konuttan derhal ayrılması için yapılan baskı dayanılmaz boyuta varmıştı. Bu arada Öcalan'ı vaatte bulunarak Kenya'ya götüren Yunanistan yetkilileri bu kez büyükelçilikten Öcalan'ı çıkarmak için zor yoluna bile başvurmak için planlar yaptı. Papaioannou ve EYP Başkanı Stavrakakis, Öcalan'ın büyükelçilikten çıkarmak için Atina'dan 4 kişi göndereceklerini telefonla Kenya’da bulunan yetkililerine aktardı. Öcalan yanında bulunan Kürt tarafına “burası komplonun son durağı mı olacak?” şeklinde bir değerlendirme yaptı. Öcalan, Şemse Kılıç'ı yanına çağırarak İmralı öncesi son açıklamasını yaptı. Öcalan, açıklamasında "Türkiye'nin halkımıza dayattığı soykırım girişimi, şahsıma yönelik komployla en vahim bir biçimde sonuçlandırılmak isteniyor. Buna karşı uluslararası alanda hukuk güvencesi aramak için birçok girişimde bulundum" diyordu.
ÖCALAN'IN KENYA VE TÜRKİYE'YE KAÇIRILIŞ SÜRECİ
Öcalan, Kenya'da Türk ajanları tarafından her an bir suikasta da kurban gidebilirdi. 10 Şubat 1998'de ilk rota olan Mısır üzerinden Uganda'ya diye çizilmişti. Uçakta yolculuğu belgeleyecek, video çekimleri yapıldı. Ekip Uganda'ya ulaştığında, Öcalan'ı almakla görevli olan 7 kişi uçaktan hiç çıkmamıştı. Hep Amerikalılardan talimat beklediler. 10 Şubat'ta Uganda'ya ulaşan ekip, 14 Şubat akşamına kadar haber bekledi. Bu sırada tam iki kez Öcalan'ın alınması için harekete geçirildi. Ancak Öcalan, Kenya'da baskılara karşı direniyordu. Amerikalıların ve Yunanistan'ın bastırmalarına karşın Yunan Büyükelçiliği'ni terk etmiyordu. Kenya, 15 Şubat'ta Öcalan'ın sınır dışı edilmesini talep etti. Öcalan da Hollanda'ya gitmek koşuluyla binayı terk etmeyi kabul etti. Ancak Öcalan'ı havalimanına götüren araç aniden konvoydan ayrılarak, kayboldu. Öcalan, 16 Şubat saat 03.00'te Türkiye'ye kaçırıldı. Yüzyıllar boyu süren, iç içe geçmiş birçok çelişkiyi ifade eden, son iki yüzyılda ise büyük isyanlara ve kanlı bastırma hareketlerine sahne olan Kürt sorunu, 15 Şubat 1999'da bir kez daha kritik bir dönüm noktasına geldi. 20 yıldan beri devam eden ve son on yılı "düşük yoğunluklu savaş" olarak tanımlanan mücadeleyi yürüten Kürt Halk Önderi ve PKK Lideri Abdullah Öcalan, Türkiye'deydi. Öcalan daha sonra, "Benim buraya getirilmemin sorumluları ABD ve NATO'dur" açıklamasında bulundu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ise, yıllar sonra "Öcalan'ın bize neden verildiğini halen anlamıyorum" diyerek uluslararası komplonun derinliğini anlamayacak kadar büyüklükte bir itirafta bulundu.
Öcalan, bu komployu Hz. İsa'nın yaşadığı trajediye benzeterek, "Çarmıha gerildim. Çivilerin biri Rusya'da biri İtalya'da, biri Yunanistan'da, biri de Türkiye'de çakıldı" sözleriyle yorumladı. Bir başka açıdan da Hz. İbrahim efsanesine benzeten Öcalan, "Türkiye bir odun deposu yapıldı, ben de mancınıkla (uçakla) oraya atıldım. Bunun için Balıklı Göl gibi barış ütopyası da gelişebilir. Eğer biz barışı kurtarırsak, İbrahim efsanesi gerçek olabilir" diyordu.
Yarın: Öcalan'ın İmralı Cezaevi'nde geçen 17 yıllık direnişi ve çözüm arayışı