LGBT bireyler: Can güvenliği ve eşitlik istiyoruz
LGBT bireyler: Can güvenliği ve eşitlik istiyoruz
LGBT bireyler: Can güvenliği ve eşitlik istiyoruz
Son 20 yıldır örgütlü bir biçimde seslerini duyurmaya, şiddete, nefret suçlarına, ayrımcılığa, hakaretlere karşı “eşitlik ve özgürlük” talebiyle yürüyen LGBT bireylerin “Anadolu’nun son tutsakları” olduğunu ifade eden Kaos GL’den Ali Erol, taleplerini şöyle sıraladı: “Özel, ekstra talepte bulunmuyoruz. Sadece öldürülmek, şiddete maruz kalmak, çalışma hayatında cinsel kimlik ayrımcılığına maruz kalmak, eğitim hayatında heteroseksüel sosyalizasyona maruz kalmak istemiyoruz. Can güvenliği ve mal güvenliği, mevcut sisteme toplumsal barışma eğer sağlanacaksa LGBT’lerin de sisteme katılımı için siyasi olarak da engellerin kaldırılmasını istiyoruz.”
Nefret, hoşnutsuzluk ya da ayrımcılık ile önyargısal biçimde homofobik bakışla nefret suçlarına tabi tutulan ve ötekileştirilenler LGBT bireyler, toplumun “psikolojik hastalık”, “sapkınlık” türünden yaklaşımlarla katliama varan çeşitli nefret suçlarına maruz kaldı, kalıyor. Buna karşın LGBT bireyler, son 20 yıldır örgütlenerek, birleşerek yaşadıkları baskı, ayrımcılık ve cinayetlere karşı taleplerinin artık yazılı kanunlarla da güvence altına alınmasını yüksek sesle dile getiriyor.
Yürütülen yeni anayasa tartışmalarına LGBT bireyler de kendi kimlikleri ve duruşuyla katılıyor. LGBT bireylerin örgütlülüğünde önemli bir yere sahip olan Kaos GL, yeni anayasa tartışmalarına kendi rengi ve olgunluğuyla katkın. Bugüne kadar nefret cinayetlerine kurban giden onlarca LGBT bireyin, yanı sıra uğradıkları ayrımcılık, nefret ve şiddetin de haddi hesabı yok. Tüm bunlara karşı 19 yıldır örgütlü mücadele yürüten Kaos GL’den Ali Erol ile mevcut anayasaya bakışlarını, taleplerini ve LGBT bireylere yönelik toplumsal değişim-dönüşümün parametrelerini konuştuk.
‘EŞİTLİKTE ‘AKLA GELMEYENLER’İZ’
* Yeni anayasa tartışmalarına sizlerin durduğu yerden değerlendirecek olursanız, konunun girizgahın
12 Eylül anayasası günümüze kadar gelen süreçte toplumun her kesimi tarafından sorgulandı ve eleştirildi. Gerekçesi, hareket noktası, hedefi ne olursa olsun en azından toplumun ortaklaştığı nokta mevcut anayasanın eleştirilip ele alınması ve mevcut anayasayla devam edilemeyeceğine dair ortaklaşma oldu. Bizim içinde Kaos GL olarak anayasaya eleştirel yaklaşımımız, daha sivil, demokratik ve yeni sıfatlarıyla gündeme getirilen tartışmalardan önceye dayanıyordu. Çünkü bize göre anayasada bazı hakların tanındığı ve kayda geçtiği varsayılsa bile iki anlamda bizim için geçerliliği yoktu. Birincisi bu LGBT toplumunu tanımayan, ima dahi etmeyen, mevcut anayasanın hayata geçirilmesi ve uygulanması söz konusu olduğunda akla dahi getirmeyen bir zihniyeti var. Bu aslında inkar anayasasıydı LGBT söz konusu olduğunda.
Mevcut anayasayla idare etsek. Nereye tutulabilir? Bu haliyle bile özgürlüklerden, haktan, hukuktan bahsettiği haliyle bile LGBT söz konusu olduğunda yalan olduğunu gördük. Ne kadar genel cümleler, herkes için dese, kapsayıcı olduğu varsayılsa bile hayat içinde LGBT başta olmak üzere bu toplumun fiilen dışarıda bırakılmışlar, adı anılmayanlar, yok sayılanlar diyebileceğimiz daha düne kadar Kürtler ve Aleviler buna dahildi. Hiçbir zaman anayasanın haklar ve özgürlükler şemsiyesinin altına dahil edilmediğini gördük. Anayasanın eşitlik ilkelerini düzenleyen 10. maddesi toplumsal süreçlerde uygulanması ve yorumlanmasında LGBT toplumu akla bile gelmedi. Yoksullar, işçiler, kadınlar akla gelmedi. Aynı şekilde Kürtler, Aleviler akla gelmedi. Dolayısıyla bizim bu sürece bakmamızın bir yönü bu” dedi.
Mevcut anayasanın inkar, realiteyi tanımayan anayasa olduğunu düşündüğümüz için 10. maddeye “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin eklenmesi”, LGBT toplumuna dair anayasada kapsayıcı bir biçimde tanınması taleplerimiz daha önceye dayanıyor. Bu tartışmalardan da öncesine, 15 yıl öncesine kadar dayanıyor. “LGBT bireyleri tanınsın” sloganımızın anayasa tartışmaları başladığında LGBT toplumu da dahil olduğunda taleplerimiz, diğer derneklerle ve kadın örgütleriyle, sendikaların, CHP, BDP gibi partilerin hazırladığı anayasa taslaklarında kabul gördü. Burada anayasa söz konusu olduğundan bir şeyi hatırlamak gerekiyor. Bu da zaman dar meselesidir. Bunu kabul etmemek gerekiyor. Toplumsal ilişkileri barışı öngörecek şekilde toplumsal ilişkileri eşitlikçi bir şekilde kurması hedeflenecekse buna anayasal güvence sağlayacaksa zaman dar ve bir an önce yapalım mantığıyla yüzeysel olmamalı.
* Örgütlü ya da örgütlü olmayan LGBT bireylerin talepleri neler ya da anayasa sürecine katılımı nasıl olacak/olmalı?
Anayasanın yazılmasından kasıt eğer formatta yazılmasıysa. Altı ay değil altı gün yetebilir. Artık Türkiye’de herkes öğrendi ki mesele yazımı meselesi değil. Hangi zihniyetle yaklaşımla yazılacağı. Anayasanın yazılmasında hangi noktalarda ortaklaşılacağı meselesi. Zaman yaklaşımının yanlış olduğunu düşünüyorum. Hükümet iktidar olmak üzerinden kendisi nasıl bir anayasa öngördüğünü, yeniden topluma döneceğini öngörmeden meclisteki muhalif partilerden siz ne düşünüyorsunuz diye soruyu onlara yöneltiyor. Aslında doğru olan hükümetin ne düşündüğü, nasıl anayasa düşündüğü. Eskisinden nasıl kurtulacağı, topluma nasıl cevap vereceğini ortaya koyması gerekirdi. Bu olsaydı muhalif partilerin çabaları çok daha somut olabilirdi. Yapıcı olabilirdi. Heba edilen süreçte işleyiş nasıl oldu? Meclisteki muhalif partiler, sivil toplum kesimleri sürekli ne istediğini ortaya koydu. Hükümet de olur ya da olmaz gibi kabul mercii gibi konumunda kaldı. Bu tartışmaların olgunlaşmasını engelledi. Şu an ki heba edilen süreci düşündüğümüzde sorumluluk hükümetin olması gerekiyor.
‘SORUMLULUĞU DEVLET, HÜKÜMET ALSIN’
* Bundan sonrası için yazımı teknik bir durum. Mesele zihniyet paralelinde uygulamayla alakalı. Toplumun da buna paralel değişim dönüşüm geçirmesi gerekli. “Kaybedilen” zaman göz önünde bulundurulduğunda nasıl ele alınması gerekiyor?
Toplumun ortalamasının zihniyeti ne olursa olsun bu süreçte mevcut anayasaya toplumun tüm kesimlerinden yoğun bir eleştiri söz konusu olduğu için AKP hükümetinin başlattığı yeni sivil demokratik anayasa sürecine her kesim katıldı. Kadın hareketi, sendikalar, meslek örgütleri, Kürt hareketi, alevi hareketi katıldı. Buna katılmayan hiçbir kesim kalmadı. LGBT özeline geldiğimizde biz de mevcut yasaların ab müktesebatına uyarlanmasından bu yana kadın hareketiyle ortaklaşma durumumuz var. LGBT bireylere ayrımcılık yasaklansın. Bununla kalmasın, devlet, hükümet sorumluluğunu üstlensin.
* Ayrımcılık önlensin diyorsunuz. Bu, bakış açınıza göre somut olarak nasıl olmalı?
Geleceğim oraya da. O dönem ortaklaştığımız kadın hareketiydi. Anayasa tartışmalarında taleplerimizi eşitlik bağlamında toplumsal mücadeleyle birlikte toplumun her kesimine ulaştırmaya çalıştık. Medyaya sendikalara BDP ve CHP’ye ulaştırdık. Taleplerimiz en azından eşitlik maddesinde kayda geçmesi, ardından ayrımcılığın yasaklanması dahil edilmesi anlamında CHP ve BDP ile ortaklaştık. Anayasa yazım komisyonunda bunu ortak bir şekilde sundular. Tüm bu sürece katkıda bulunan DİSK ile KESK anayasa taslaklarında cinsel kimlikleri ve yönelimi kayda geçirdiler. Yasaklanması ve takibini de kayda geçirdiler. Aynı şekilde işveren kuruluşlarında olsun, kadın hareketinde zaten olsun, Kürt ve Alevi hareketlerinde de kabul gördü.
‘AKP KENDİ ÜZERİNDEN POLİTİK OLARAK KARŞI’
Bizim açımızdan bakıldığında taleplerimiz karşısında AKP’nin toplum bunu istemiyor gelecek yüzyılda tartışılmalı yaklaşımının politik olduğunu düşünüyoruz. Bu kesimler kabul etmiş. AKP sadece kendisi üzerinden karşı duruyor. Karşı durduğu için komisyonda eşitlik maddesinin yazımı ve ayrımcılık noktasında tartışmaların kilitlendiği medyaya yansıdı. Paranteze alınmak durumunda kalınan konu tam da LGBT bireylerinin cinsel kimlikleri üzerinden eşitliğin tanınması kimliğiydi. AKP’nin bunu kabul etmemesi ve anayasa tartışmalarında sönümlendirmesi, neredeyse vakit kalmadı noktasından hareketle bir daha gündeme gelmesini fiilen önlenmesi tamamen AKP’nin politik bir itirazından kaynaklanıyor. Toplumla, sendikalarla, Kürt hareketiyle, kadın hareketiyle, Alevi hareketiyle ilgisi yok. Toplumla ilgisi yok. Doğrudan apaçık AKP şunu diyor; “Ben ulus devlet projesiyle şekillenmiş, daha düne kadar Kemalist olarak eleştirdiği bu sistemi inkar politikasını devralıyorum. Bununla da kalmıyorum. Anayasada ayrımcılığı yasaklamayarak şimdiye kadar LGBT bireylerin maruz kaldığı her türlü ayrımcılığın sürmesini istiyorum. Sırf cinsel kimliklerinden dolayı ölümleri engellemeyeceğim. Can güvenliğini sağlamayacağım. İş kanunu değiştirmeyeceğim. Şimdiye kadar olduğu gibi ayrımcılığa maruz kalacaksın işten atılacaksan alınmayacaksın süreçleri devam edecek. Aynı şekilde eğitim ve diğer alanlarda senin eşit vatandaş olarak sisteme katılmana izin vermeyeceğim.” Bu mantıkla ve politik yaklaşımla üç gün sonra yeni demokratik ve sivil diye kayda geçirilecek anayasanın da en büyük eksikliği olarak devam edecek. LGBT bireylere yönelik bu durum.
* Tablo buyken somut olarak ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Süreç içinde LGBT bireylerin topluma eşit katılması önündeki engellerin kaldırılması ve yasal uygulamalar çok çok basit. Türkiye’nin dahil olmaya çalıştığı Avrupa’da iş kanunlarının ortaklaştığı bir nokta var. Diyor ki; bir kişinin cinsel yöneliminden dolayı iş yaşamında ayrımcılık yapılamaz. Yasaklıyor ve bunun takibini yapıyor Avrupa devletleri. Türkiye 2000’lerin başında Avrupa’ya girme çabası, mevcut yasaların bu şekilde Avrupa müktesebatına uyarlanması sürecinde yeni magazinleştirilen Türkiye’den beklenen somut şartlardan birisi de iş kanununu değiştirmesiydi. Aradan geçen bunca yıla rağmen iş kanununun 5. maddesine cinsel yönelimi, ayrımcılığı engelleyebilmenin çok kolay yapılabileceği halde hükümet hiçbir şekilde bunu gündemine bile almadı. Bunu şunun için örnek veriyorum. Aslında LGBT bireylerin talepleri çok somut. Bunlar tartışılmadığı sürece LGBT’ler taleplerini, üstelik de anayasa uzlaşma komisyonunda doğrudan herkesin oradaki vekillerin ön yargı dünyasında akıllarına ne geliyorsa LGBT bireylerin taleplerini sulandırmak, gölgelemek, değersizleştirmek ve bunları bir şekilde damgalamak için tartışmalar oldu ve yansıdı.
ANADOLU’NUN SON TUTSAKLARI
Oysa talepler çok basit. Özel ekstra talepte bulunmuyor. Sadece öldürülmek istemiyor. Şiddete maruz kalmak istemiyor. Can güvenliği ve mal güvenliği istiyor. Artı çalışma hayatında cinsel kimlik ayrımcılığına maruz kalmak istemiyor. Eğitim hayatında heteroseksüel sosyalizasyona maruz kalmak istemiyor. Mevcut sisteme toplumsal barışma eğer sağlanacaksa LGBT’lerin de sisteme katılımı için siyasi olarak da engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Anayasal eşitlik talebimizin sembolik politik anlamı kadar bir de fiili anlamı vardı. Sembolik politik anlamı mevcut anayasanın onuncu maddesini cinsel kimlik eklenmiş olsaydı şimdiye kadar Türkiye’nin son inkarı belki de Anadolu’nun son tutsakları diyebileceğimiz LGBT’lerin tanınması anlamına gelecekti. Nasıl mevcut anayasa, ulus devleti kollayan anayasa olduysa, ulus devlet tekçilikle kendini yaratmıştı. Sahte bir bütün yaratmıştı. Bu sahte bütün parçalandı. Çünkü inkar politikaları hayatta karşılığını bulmadığı için Kürtler, Aleviler geri döndü. Hatta Kemalizmin kendi artı hanesine yazdığı kadınlarla ilgili tanınmış haklar bile bölük hak olduğu için kadın hareketi yeniden toplumsal mücadele arenasına geri dönmek zorunda kaldı. Onların karşılığı olmadığı için.
‘AKP SÜRECİ HEBA ETTİ’
1990’ların ortasına kadar telaffuz edilmeyen merkezi idareye karşı mücadele eden tek bir inkar alanı kalmıştı o da LGBT alanı. Kaos GL’nin öncülük ettiği bu alan toplumsal hayatta kabul görmesi ve muhalif ses anlamında dolaşıma girmesine neden oldu. Mücadelemizde birinci aşamayı bir şekilde tamamlamış vaziyetteyiz. Şu an ki anayasa tartışmaları üzerinden bu realiteden yasal olarak kayda geçmesi ikinci aşamaydı. Bu aşama maalesef toplumsal kesimlerde ortaklaşma olmasına rağmen AKP duvarına çarptı. AKP ise yeni sivil, demokratik anayasa sürecini ise heba etmiş durumda.
* Çalışma yaşamındaki sıkıntıları açacak olursak.
Tartışma gerektirmeyecek bir alan iş alanı. İnsanlar herkesin çalıştığı meslek alanlarında bu işin gereğini yerine getiriyor. Sırf cinsel yönelim ve kimliğinden dolayı işten atılıyor ya da işe alınmayabilir. Apaçık bir ayrımcılıktır. Aslında yalan söylüyorlar. İş kanununda baskı yapılacağı zaten belli. Avrupa’da da kolay yol alınmadı. Tartışılanlar var. İş kanununda ayrımcılığın yasaklanması artık tartışılmıyor. Dincisinden ateistine, sosyal demokratından yeşiline Avrupa’da ortaklaşılmış bir şey. En azından LGBT’lerin yaşam hakkı ve şiddete maruz kalmaları tartışılmıyor. AB sürecinde en somut şartlardan biri olduğu halde AKP bunu gündeme almadı bile. Şu an ki anayasal tartışmalarda şunu görüyoruz ki; aslında AKP’nin LGBT söz konusu olduğunda zihniyeti hiç değişmemiş. Belki şu yapılabilir. Sivil demokratik bir anayasa lafta kalmaması için şu yapılabilir. Bazı maddeler çok güzel yazılmış durumda. 10. madde ne diyor, şu şu gerekçelerden dolayı ayrımcılığa maruz kalamaz. Eşittir diyor. Yeni sivil, demokratik bir yaklaşımla uygulamalara bakacak olursak mevcut kanunların uygulanmasında bile LGBT oraya dahil edilebilir. Bu oluyor mu? Şimdiye kadar bir kere olmamış. Israrımız bundan kaynaklı. Kürt olsun mu vs tartışmaları var. Mesele ne olacağı ve nasıl uygulanacağı. Bir ortaklaşma, yeni aşamaya sıçrama olsa, Kürt yazsa ne olur yazmasa ne olur? Koşulları bildiğimiz için hayır, bu yazacak. Çünkü yazmadığı sürece mevcut süreç söz konusu olduğunda LGBT bireyler için bir şey değişmeyecek.
* Tabloda LGBT bireyleri açısından maruz kalınan ayrımcılık ve nefret suçları var. Buradan hareketle toplumun bakış açısı için neler söylersiniz?
Mevcut yasaların LGBT realitesini tanıyacak bir perspektifle uygulamaya dönük hayata geçirilmesi bir başlangıç ama biz biliyoruz ki, yasal düzenlemelerde görüldüğü gibi hayata geçmesi aynı paralelde olmuyor. Ama en azından yasal düzenleme insanların hak ve özgürlüklerini hayata geçirmeleri açısından garanti sağlar. Şu an toplumdan önce LGBT’lerin maruz kaldığı haksızlık ve ayrımcılığın baş kaynağı bu yasal düzenlemeyi yapmayan sistemin ilgili organları. Bunlar yapılmadığında seni realite olarak tanımadığında o topluma doğrudan ve dolaylı mesaj vermiş oluyor.
‘KÜRTLERE, ALEVİLERE, SENDİKALARA, MEDYAYA ULAŞMAYA ÇALIŞTIK’
Ayrımcılık, homofobik yaklaşımlar için. Eşcinsel, trans birey öldürülüyor. “Ben onu kadın sandım”, erkek eşcinsel öldürüldüğünde “ters ilişki teklif etti” diyor. Yalan söylüyor. Mevcut kanunlar tahrik indirimi verebiliyor. Bu, şu anlama geliyor; “LGBT bireylerin hayatları, bedenleri benim için önemli değil. Korumayacağım, istediğini yap.” Toplumdaki bu ayrımcı uygulamaların değişmesi vakit alacak. Ama şunu da biliyoruz. Değişmezmiş, dönüşmezmiş gibi görünen toplumun değişeceğini biliyoruz. Biz ısrarla mola vermeden verdiğimiz mücadelede toplumda farklı kesimlere ulaşmak oldu. Kürtlere, Alevilere, sendikalara, medyaya ulaşmaya çalıştık. Yirmi yıllık mücadelemizde başarılı olduğumuzu da düşünüyorum.
* Toplum sapkınlık, hastalık gibi algıyla ya da yorumla yaklaşıyor. Böylesi bir bakış açısının etkileri ve bu etkilere dönük tepkinin neticesinde varılan ya da varılacak noktayı nasıl tanımlarsınız?
Anayasa sürecinde tam da bu noktada Kürtler, Aleviler, işçiler, kadınlar LGBT bireylerin taleplerini kendi metinlerine de yazdılar. Eşcinsel realitesini sistem politik olarak inkar politikasıyla cumhuriyetin başından beri hayata geçirdiği için toplum da buna adapte oldu. Oysa biz çifte kıskaç içinde kaldık. İlk derdimiz kendimizi anlatmakla oldu. İnsanlar en sonunda şunu gördü; herkes kendi durduğu yerden, sosyal kültürel politik alanda önyargıları ortadan kalktı yavaş yavaş. Eşcinsellerin kentte köyde olabileceğini, fakir ya da zengin olabileceğini, Kürt ya da Türk olabileceğini, inanan ya da inanmayan olabileceğini gördüler. Bu şu anlama geliyor; aslında toplumun içinde insanın olduğu her kesimde LGBT bireylerin olduğu ve olacağı anlamına geliyor. Ortadoğu söz konusu olduğunda şüphesiz ki ilk akla gelen Kürt halkının yarattığı siyasi özgürlük mücadelesi ve Kürt siyasi hareketi olacaktır. Kürt siyasi hareketi de eşcinsellik realitesine baktığımızda imrendirecek ve heyecan verecek bir biçimde değiştiğini görüyoruz.
‘KAYDA GEÇMEMİZ YİNE KÜRT SİYASİ HAREKETİYLE MÜMKÜN OLDU’
Kürt hareketi temsil ettiği Ortadoğu’daki, Mezopotamya’daki Kürt halkının sosyal, kültürel anlamdaki bütün negatif ve olumsuz yaklaşımlarını aşacak şekilde LGBT’lerin de haklarını gocunmadan savunacak, eşitlik ve özgürlükçü perspektifine dahil edecek duruma geldi. Bu nasıl oldu? Karşılıklı etkileşimle oldu. Bizim mücadelemiz toplumsal dönüşüm mücadelesi. Özgürlük istiyoruz diyorum. Benim özgürlüğüm seni de özgürleştirecek. Birlikte özgürleşirsek benim senin özgürlüğün önünde engel teşkil etmediğinde, bunu idrak ettiğinde değişmez dediğimiz kesimlerin değiştiğini görüyoruz. Kürt hareketine baktığımızda DEHAP’tan günümüze kadar gelen süreçte cinsel yönelimi programına alması, ardından kendi medya organlarından siyasilerine kadar takip ettiğini görüyoruz.
LGBT’nin kayda geçmesi yine Kürt siyasi hareketinin partileriyle olmuştur. Bütün bunları düşündüğümüzde Kürtlerin değiştiğini görüyoruz. Düne kadar kendi içine kapanan Alevilerin de değiştiğini görüyoruz. “Toplum değişmez” diyenlere katılmıyoruz. Toplumun hazır olmayacağını söyleyenler aslında yalan söylüyorlar. Diplomatik dile gerek görmeden kendi yargılarını topluma mal etmeye çalışıyorlar. Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Düne kadar bu ülkenin en ilericisi olduğunu varsaydığımız sol kesimlere bakalım. Aynı cümleyi bize kuruyorlar. Halkımız hazır değil diyorlar. Aslında halkın hazır olmadığı birçok şeyi halka sormadan hayata geçiriyorlar. Ne zaman eşcinsellik söz konusu olduğunda halkımız hazır değil diyorlardı. Oysa hazır olmayan kendileriydi. Biz buna reaksiyonal tepki gösterdik mi, hayır. Kaos GL olarak 20 yıldır etkinliklerimizle, savaş karşıtı mitinglerle, 1 Mayıs’la, kampüslerde kendimizi anlatmaya, mücadelemizi hayata geçirmeye çalıştık. Bunun ardından bu kesimler gördüler. “Bizim önyargılarımıza uymuyormuş” dediler. Toplum değişebilir. Muhafazakar yapıyı da yek pare yapı olarak görmemeliyiz. Bunun arayışında olan nasıl birlikte yaşayabiliriz diyen kesimleri de biliyoruz.