Moskova’nın Kürdistan’a bakışı değişiyor mu?-Cahit Mervan

Moskova’nın Kürdistan’a bakışı değişiyor mu?-Cahit Mervan

Rusya Federasyonu iki kutuplu dünyada hatırı sayılır küresel bir güç olan Sovyetler Birliği’nin yıkımı üzerinde şekillendi. SSCB dağılmasıyla bu birliğin bünyesinde bulunan birçok cumhuriyet bağımsız devlet olarak tarih sahnesine çıktı. Sancılı ve çatışmalı bir süreç oldu. Olmaya da devam ediyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan Rusya Federasyonu eski nüfus alanlarını kaybetti.

Geçmişte SSCB üyesi olan cumhuriyetler bağımsızlık elde ettikten sonra NATO ve Avrupa Birliği üyesi oldular. Bir anlamda Rusya kuşatıldı. Bu kuşatma ne yazık ki kimi zaman Ukrayna örneğinde olduğu gibi çatışma ve kanlı bir sürece de dönüştü. Bugün Ukrayna ile olan krizin ana eksenini Rusya’nın ‘batı dünyası’ ile girdiği nüfus savaşı oluşturuyor.

Ancak geçmişin aksine Rusya batı sistemi içinde yer alarak bu rekabeti yürütüyor.  Bir anlamda kapitalist Rusya, Sosyalist Sovyetler Birliği’nin eski nüfus alanlarında bir şekilde etkili olmak istiyor.  Gücü yettiğince kendisini kuşatmaya çalışan batı devletlerine  ‘buralar benim çiftliğimdir’ diyor.

Sovyetler Birliği yıkılalı neredeyse çeyrek yüz yıl oldu. Ancak halen Rusya onun enkazı üzerinde bir türlü ayağa kalkamadı. Hala onu geriye çeken, bir taraftan iç sorunlar, diğer taraftan ise bölgesinde karşı karşıya akladığı ‘batı kuşatması’ var.

Fakat her şeye rağmen Rusya, askeri-ekonomik-politik ve insan gücü dolayısıyla küresel bir güç konumunda. Bugün Vladimir Putin gibi ‘güçlü’ bir lider tarafından yönetiliyor. Uluslararası sorunlara karşıda eski hantal ve statükocu tavrını giderekten terk ediyor.  Kriz bölgelerine daha fazla ilgi duyuyor. İnisiyatif almaya çalışıyor. Değim yerindeyse eğer Rusya dünya denklemine hızla geri dönüyor.

RUSYA’NIN AYAK BAĞLARI

Bunun en somut örneğini Suriye krizinde görmeye başlıyoruz. Suriye bir anlamda Rusya’nın Sovyetler Birliği’nden devraldığı bir ‘göz ağrısı.’ Hatta bir yük.

Geçmişte Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ABD’nin başını çektiği Batı dünyası ve NATO ile girdiği ‘yarışı’ kazanmak için Ortadoğu, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da Baas benzeri rejimlerin işbaşında olduğu devletlerle sıkı askeri-siyasi işbirliğine gitti. 

Örneğin Moskova, Irak, Suriye ve Etiyopya gibi ülkelerde diktatörleri destekledi. ‘Kapitalist olmayan kalkınma yolu’ adı altında ideolojik bir kılıfla bezenen bu politika giderekten Sovyetlerin ve daha sonrada Rusya’nın başına bir anlamda bela oldu. Yük haline geldi. Ayak bağı oldu.

Baas benzeri partilerin iktidarda olduğu bu ülkelerde halkların talepleri neredeyse yok sayıldı.  Örneğin Suriye ve Irak’ta Kürdistan, Etiyopya’da ise Eritire görmezlikten gelindi. Türkiye ve İran gibi sömürgeci devletlerle de ‘iyi komşuluk’ ilişkileri üzerinden iş kotarılmaya çalışıldı.

Sovyetler Birliği’nin Kürt ve Kürdistan politikası hep bu eksende oldu. Çoğu zaman ‘yok’ sayıldı. Kapalı kapılar ardında hep konuşuldu. Moskova yönetimi Kürt ve Kürdistan sorunu gündeme geldiği zaman, sömürgeci devletlerin toprak bütünlüğünün en ateşli savunucusu oldu. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ABD ve Batı karşıtı hareketler desteklenirken, Kürt hareketi görmezlikten gelindi. Hatta Saddam gibi bir diktatör desteklendi. Sovyetler Birliği’nin bu yaklaşımı sosyalist dünya bakışı ile çatışma halindeydi. Bu nedenle Sovyetler Birliği çökerken geleceğe de çözüm bekleyen ve kendisini dayatan bir hayli sorun bıraktı. 

İşte Rusya 90’lı yılların başında sadece bir yığın iç sorunla yüz yüze kalmadı. Bir de kendisini sürekli geriye çeken hantal bir yığın ilişkiyi de devraldı. Çoğu zamandan bu devraldığı ilişki nedeniyle eskinin reflekslerini göstermeye başladı. Bu da onu birçok konuda inisiyatifsiz hale getirdi. 

Son birkaç yılda Rusya’nın küresel ve bölgesel konularda daha aktif bir rol üstlenmek istediği gözden kaçmıyor. O bir taraftan Sovyetler Birliği’nden devraldığı ilişkileri canlandırmak istiyor, diğer taraftan Batı dünyası içinde kendisine bir yer açarak ilerlemek istiyor.

Suriye iç savaşı patlak verdiği zaman Rusya’nın pozisyonu geleneksel politikanın bir tekrarı gibi yansıdı. Rusya esas çizgisini Beşar Esad rejiminin korunması üzerine şekillendirdi. Baştan itibaren Kürtlerinde aralarında bulunduğu, rejim değişikliği için barışçıl ve demokratik yolları seçen muhalefete destek vermedi. Aksine tıpkı eskiden olduğu gibi toptancı bir yaklaşımla rejim karşıtı muhalefeti ‘Batının bir oyunu’ olarak gördü. Rejimin değişmesi halinde, Rusya Akdeniz’deki askeri varlığının sona ereceğini veya en azından önemli darbe alacağını düşündü.

KOBANÊ MOSKOVA’NIN DA BAKIŞINI DEĞİŞTİRDİ

Bu geleneksel politikanın son dönemlerde kısmen değişikliğe uğradığını görüyoruz. Rusya hızla Suriye krizi konusunda geleneksel politikadan sıyrılmaya çalışıyor. Özellikle de Kobanê direnişi sonrası Kürtlere bakışında da değişiklik gözleniyor. Rusya geçte olsa Kürtlerin Ortadoğu’da önemli bir aktör ve gelecekte stratejik bir partner olma olasılığını kavramaya başlıyor.  Bu konuda bazı işaretlerin ortaya çıktığını söyleyebiliriz.  

Rusya 26 Ocak’ta üç gün sürecek Suriye krizine çözüm bulmak için bir konferansa ev sahipliği yapacak. Bu konferansın Cenevre 2’nin devamı olduğu dile getiriliyor.  Şam rejimi ve muhalifler bir kez daha bir masa etrafında bir araya gelecek ve krize çözüm arayacaklar. 

Moskova PYD Eşbaşkanı Salih Muslim’inde aralarında olduğu Kürtleri de bu toplantıya ‘eşit partnerler’ olarak davet etmiş durumda.

26 Ocak’ta başlayacak olan konferans aslında ABD’nin Suriye krizine çözüm bulmak için yaptığı girişimlerden bağımsız değil. Yani bir anlamda Suriye sorununa çözüm bulmak için ABD ve Rusya arasında ortak görüş birliğinin olduğunu artık söyleyebiliriz.

ABD ve Rusya iki küresel güç olarak birçok alanda rekabet halindeler. Bu doğru. Ancak bu her alanda uzlaşmaz bir rekabet değil bu. Özellikle DAİŞ’in küresel çapta terör eylemlerinden sonra Rusya ve ABD’nin Suriye politikasında ciddi manada bir yakınlaşma ve benzeşme görülüyor. Taraflar savaşın sonlandırılması ve Esad’ın da içinde olduğu bir geçiş süreci üzerinde anlaştıkları gözleniyor.

TÜRKİYE’NİN KÜRT KARŞITI TALEPLERİ GEÇERSİZ

Türk devleti ve Suriye muhalefetinin Arap şovenizminin etkisi altındaki kanatları Kürtlerin çözüm masasında olmasını istemiyor. Bunun için çaba sarf ettikleri gözleniyor. Ancak Moskova buluşması Cenevre 1 ve 2 Konferansı’ndan çok farkı ortamda yapılıyor.  Bir yıl önce belki Kürtleri masanın dışında tutmak mümkün olabilirdi. Ancak bu şimdi mümkün değil.

DAİŞ çetelerinin Musul’u ele geçirmesi, Şengal’ı işgal etmesi ve 15 Eylül’den bu yana ise Kobanê Kantonu’na yönelik giriştiği istila hareketi sahada çok şeyi değiştirdi.  Her şeyden önce Irak ve Suriye ordusu karşısında çok kısa zaman dilimleri içinde zafer elde eden DAİŞ çeteleri, Şengal’de ve daha sonrada Kobanê’de Kürtlerin direnç duvarlarına tosladılar. Stratejik olarak yenilgiyle yüz yüze geldiler.  YPG-YPJ öncülüklü Kobanê direnişi gelişmelerin yönünü kökünden değiştirdi. Küçük bir şehir dünyayı salladı. Dünya Kürtlerin bölgesel ve kürsel çapta gericiliğe ve faşizme karşı mücadelesi karşısında gömüldüğü o sessiz karanlıktan çıktı. Uyandı.  

KÜRTLER OLMADAN ASLA

İşte bu nedenle Moskova ve daha sonrası yapılacak Suriye ilişkin hiçbir toplantı Kürtler olmadan bir sonuca gidemez. Kürtlerin hesaba katılmadığı hiçbir çözüm yolu ve modeli hayat bulamaz. 

Kürtler bir taraftan DAİŞ’e Suriye, Irak ve Kürdistan’da ölümcül darbeler vururken, öte taraftan halkların çıkarına ve yararına olacak çözüm modellerini de ortaya koyuyorlar. 

Kürtler Kobanê ve Rojava’da ‘demokratik bir Suriye, özerk yönetimler’ için mücadele ediyorlar.  Rojava Kürdistanı’nın en büyük ve kitlesel siyasi ve öncü gücü PYD’nin önerdiği model öz itibariyle de ABD, Rusya ve AB ülkelerinin Suriye’ye ilişkin çözüm modelleriyle bir çatışma içinde değil.  Hatta benzeyen ve örtüşen çok yanı var.

MASADAKİ EN GÜÇLÜ PARTNER: PYD

Bu nedenle PYD Eşbaşkanı Salih Muslim, Moskova toplantısında üç ana nedenden dolayı çantası dolu ve eli güçlü olarak katılıyor:

Bir: YPG-YPJ öncülüklü Kürt direniş güçleri sahada DAİŞ’e stratejik darbeler vuruyor. DAİŞ’in ilerlemesini durdurmakla kalmıyor, onu Kürdistan’dan söküp atıyor. Katiller ordusunun yarattığı korku ve dehşeti sıfırlıyor. Onun yenilebilinir bir güç olduğunu dünyaya gösteriyor.

İki. Kobanê Direnişi sayesinde Kürt ve Kürdistan sorunu dünya görülmemiş düzeyde uluslararası bir sorun haline geldi. Dünya insanlığı bir anlamda 21. yüzyılda kendisini Kobanê direnişinde buldu. Kobanê şuradan bir savaş ve direniş merkezi olmaktan çıktı. Dünya insanlığının vicdanı haline geldi.   

Üç: PYD savaşta ve krizden çıkış için önerdiği her türlü etnik ve inanç topluluğunun hakkını ve hukukunu gözeten ‘demokratik bir Suriye, özerk Kanton yönetimler’’ modeli giderek herkes tarafından büyük bir ilgi ve alaka ile kabul görüyor.

İşte 26 Ocak’ta başlayacak olan Moskova toplantısı Kobanê direnişinin ortaya çıkardığı yeni tarihsel koşullarda gerçekleşiyor. Bir anlamada bu toplantı Moskova’ya geleneksel ve özü itibariyle de Kürtleri yok sayan politikadan vazgeçme fırsatı da sunuyor. Pekala bunun için Moskova toplantının ev sahibi olarak Kürtlerin konferansta eşit şekilde yer almasını sağlayarak ilk adımı atmış olacak. Bunu Moskova’nın PKK başta olmak üzere Kürt hareketinin bütün dinamikleriyle açık, karşılıklı güvene dayalı ve bölgenin geleceği için yeni bir ilişki ve başlangıç yapması takip etmeli. Moskova eskinin yanlış ve kendisine ayak bağı olan ilişkilerden kurtarmalı.