“Sahte referandum” “Sahte diyalog” -Veysi Sarısözen
“Sahte referandum” “Sahte diyalog” -Veysi Sarısözen
“Sahte referandum” “Sahte diyalog” -Veysi Sarısözen
Bugünkü yazımda, “onun arabası var, ama şoför acemi” diye yazdım. Mürekkep kurumadı, ekranlarda yazı eskimeye imkan bulamadı, bizim “şoför” arabayı, dünyayı hayretler içinde bırakarak Gezi Parkı duvarına bütün gücüyle çarptı…
Hükümet aklını kaçırmış gibi davranıyor.
İşte kronolojik durum:
Çarşamba günü, Gezi Direnişi temsilcileriyle “müzakere”ye başlayacağını ilan ediyor.
Ama Çarşambanın gelişi, bu defa “Salı’dan belli oluyor”. Hükümet “saldırmayacağım” dediği için, Taksim’e “dayanışma”, “merak”, “tanıklık” için gelenlere akıl almaz bir tuzak hazırlıyor; ansızın Taksim’i, öyle bir yerden değil, akademisyen Aziz Çelik’in suç duyurusunda söylediği gibi dört bir yandan, muhtemelen yüksek pencerelerden atılan gazlarla boğuyor. Yüzlerce insan yaralanıyor…
MASA VE ETRAFINDAKİLER
Sonra ne oluyor?
Sonra, Hükümet yeniden “müzakere” masası kuruyor. Gaza boğduğu direnişçilerle ve “sanatçılarla” görüşeceğini açıklıyor.
Açıklıyor ve masa da kuruluyor. Ne görüyoruz, masada Gezi Direnişinin temsilcileri yok, masada günlerdir Gezi Direnişçileriyle dayanışma içinde olan tek bir sanatçı yok.
Masada “sahte diyalog grubu” ile hükümet arasında yapılan toplantı tam 4.5 saat sürüyor. Bu süre, dünyada “sahte bir diyalog grubu” ile yapılmış rekor görüşme süresidir. Şimdiye kadar insanlık tarihi, “sahte bir grup” olduğunu bile bile, bir Başbakan’ın “son derecede değerli” olması gereken zamanının 4.5 saatini harcamasına şahit olmamıştır. Ama şimdi deniyor ki, “hayır oldu, Obama, Türk Başbakanıyla tam da böyle 4,5 saatlik bir zaman harcadı, onu ‘Ortadoğu’nun hakiki lideri’ sandığı için bunu yaptı”…Olabilir.
Demek ki, “müzakere masası sahteydi”, masada oturan “Gezi direnişi grubu” sahteydi; masaya iliştirilen “sanatçılar” sahte “dayanışmacı sanatçılardı”…. Tek gerçek Başbakan’dı, İçişleri Bakanıydı, Hükümet’ti…Ama onların da “diyalog siyaseti”, baştan sona kadar “sahteydi”…
Ah, keşke “sahtelik” bu kadar kalsaydı…
Masada Hükümetin ortaya koyduğu “çözüm önerisi” de sahteydi.
REFERANDUM ‘NARASI’
Başbakan, İstanbul’daki oylarına güvenerek, sözüm ona Gezi Direnişçilerine “demokratik” bir şekilde “meydan okuyordu”…Çayıra çıkmış Pehlivan gibi kisbetine vura vura, “madem öyle, öyleyse böyle, bulun sandıkta çoğunluğu, yaptırmayın Kışlayı” diyordu. Sonra “gidin benim Gezi Direnişçilerime söyleyin, onların önerilerini referanduma sunacağım” dedi.
Masada biri Başbakan, öteki “sahte diyalog grubu” vardı. Yağlı güreş meydancısı, “iki yiğit çıktı meydane, ikisi de bir birinden merdane” diye bağırıyor,gözler gülüyordu. Ne de olsa ortada “marjimanllerin”, “çapulcuların” değil, “uygar insanların” demokrasi “güreşi” vardı.
Başbakan’la “sahte diylaogcu”, “referadum er meydanına” çıkacakları yönünde söyleşip, birbirlerinden ayrıldılar…AKP sözcüsü Çelik ortaya çıktı: “İsterseniz Beyoğlu İlçesi çapında, ama derseniz ki, Taksim parkı tüm İstanbul’un parkı, o halde İstanbul çapında referandum yapacağız” dedi.
O bunları söylediği zaman, canlı yayında olan ne kadar medyatör varsa, sanırım Fikret Bila dışında, “referandum olacak da, acaba şu ölenlerin hesabı kimden sorulacak” demedi ve “Gezideki ‘çocuklar’ ‘marjinalleri dışlasın, bu iş de artık referandum şenliğiyle sona ersin” gibi zırvalamaya başladı…
SAHTE REFERANDUM
Devam edelim…
Ayrıldılar ama, bu “referandum” meydan okuması da sahteydi. Hem de ne sahte…
Dün gece yapılan bu büyük “demokratik, sandıksal, özgürlükçü, yerelci, özerklikçi” meydan okumadan sonra, bugün sabahleyin, eski İstanbul Valisi Güler, içişleri Bakanından çok, Ankaranın emriyle hareket eden o bürokrat devlet Valisi kimliği ile halkın karşısına çıktı ve dedi ki, “referandum anayasa için uygulanabilir, mevzuatta, Anayasa’da, Babayasada yerellerdeki halka böyle bir hak tanınmamıştır, binaanaleyh, Hükümetimizin önerdiği referandum değildir, kamuoyu yoklaması gibi bir şeydir….”
Böylece, “sahte müzakere”, sahte “Gezi Direnişi temsilcileri”, sahte “dayanışmacı sanatçılar”, sahte “pehlivan gümbürtüsü” ve sahte bir “diyalog” rezaleti yaşandı…
Şoför ve muavinleri Hükümet arabasını duvara gümbürtüyle vurmuştu.
Bütün bu rezalet yaşanırken AB’nden sesler yükseldi; Hükümet sert şekilde eleştirildi, bu arada ölümlerden dolayı devletin tazminat ödemesi ve gözaltındakilerin serbest bırakılması bile istendi.
Ve işte o zaman, Hükümetin şaşkınlık ve korkuyla krizden çıkışı karmakarışık hale getirmesinin altındaki nedenlerden biri aydınlandı…
SAHTE PARAYLA RÜŞVET
Başbakan, 15 gün önce yapması gerekirken, görevini yapmamıştı. “Tamam, ağaçları sökmeyeceğim, Kışla işini askıya alacağım” demediği için, tersine “çapulculara pabuç bırakmam, kışlayı da yaparım, Gezi’yi de dağıtırım, AKM’yi de yıkarım” dediği için beş insan ölmüştü, binlerce insan yaralanmıştı, milyarlarca dolar dışarıya kaçmıştı, halkın cebinden para eksilmişti, sermaye çevreleri şaşkına dönmüştü, Obama’nın, Merkel’in hayretli bakışları arasında, Ortadoğu için seçilen “Türk modeli testi” Başbakan’ın elleri arasından kaymış, paramparça olmuştu, NATO, ABD, AB saçını başını yoluyordu: Böyle bir Türkiye’yi İran’a ve Suriye’ye karşı “kullanma” stratetejisi yıkılıyordu. O nedenle CNN İnternational, hükümeti “yıkmak” için değil, Hükümetin “aklını başına toplaması”, “iyi ve inandırıcı bir müttefik olması” için azarlıyordu…
Ve işte, bütün bu “sahte müzakere masaları”, “sahte diyalog grupları”, “sahte dayanışmacı sanatçılar”, “sahte demokratik meydan okumalar”, “sahte çözüm önerileri”, “sahte referandumlar”, Gezi direnişçilerine, Türkiye, Avrupa ve Dünya kamuoyuna “sahte parayla” verilmiş bir “rüşvetten” başka bir şey değildi.
Başbakan “referandum” derken, “dik” durduğunu sanıyordu, ama, onun yanı başındaki Danışmanlar ona, “yargı kararı varken referandum yapamazsın”, “aynı zamanda senin anayasanda yerel halk için referandum hakkı yok”, “referandum yapacağım diyeceğine, demokratik bir Anayasa yapacağım ve Ey Gezi Direnişçileri, sizlere, yaşadığınız yerellerde nasıl yaşamak istediğinize karar verebilmeniz için, geniş referandum hakkı tanıyacağım deyiniz” demedi.
Şoförün muavinleri, ters yöne giren Hükümet arabasındaki şoföre, “aman usta, ters yola girdin” diyeceklerine, “Sayın şoförümüz, aman dikkat, arabalar, kamyonlar, otobüsler, motosikletler ters yola girdi” deyince…
Olan oldu.
AYRAN REHAVETİ GEÇİNCE
O toplantıda “ayranın verdiği rehavetle” akla gelmeyenler, sabah “ayıkınca” akla geliverdi. Referandum değil, kamuoyu yoklaması…Anket…
İçişleri Bakanı, “referandum değil, kamuoyu yoklaması” dediği sırada, örneğin CNN-Türk’te, iki medyatör “sahte referandum”un faziletlerinden söz ediyorlardı…
Kriz işte böyle derinleşiyor…
“Birkaç ağaç” işi, “beş ölüm, binlerce yaralı, bir o kadar gözaltı, darp” olaylarına yol açtı.
Ama bütün bu karmakarışık olayların sisleri arasından, Gezi Direnişinin en büyük demokratik sonucu da muhteşem bir şekilde ortaya çıktı.
Hükümet “referandum” sözünü, üstelik bir çok kere ağzından kaçırdı. Önünü sonunu düşünmeden, telaşla, direnişin dayanılmaz baskısı altında, baktı ki zorbalıkla olmuyor, aklına ilk gelen demokratik ilkeyi yüksek sesle dile getirdi…Referandum yerellerde halkın, Gezi’de direnişçilerin, Amed’de anadilde egitim isteyen Kürtlerin, dilleri yok olmak üzere olduğu için kültürel haklar isteyen Gürcülerin, Lazların, Çerkeslerin, dinlerini özgürce yaşamak isteyen “tarikatların”, mezheplerini özgürce yaşamak isteyen “Alevilerin”, cinsel kimliklerini her yerde özgürce ilan etmek isteyen LBGT’lerin kendi “demokratik özerk” yaşamları için en demokratik ilkeyi evet, telaşla ağzından kaçırdı.
Ve Türkiye’ye yaşattığı zulmü ve zararları, işlenen suçları bağışlatmak için bu ilkeyi “kirletircesine” onu “rüşvet” olarak kullanmaya kalkıştı. Ve tam bu “referandum rüşvetini” verecekken, yine kurnazlığı tuttu; “valizdeki hakiki dolarları, sahte dolarla değiştirip, rakip mafya çetesine madik atan” mafyacı gibi, halka vermeye kalktığı referandum rüşvetini, “sahte kamuoyu yoklamasıyla” değiştirip, yutturmaya kalkıştı…
KRİZDEN DOĞAN İMKAN
Bu hükümet için iflastır…
Ama aynı zaman halk için büyük bir imkandır.
Şimdi halk “sahte referanduma hayır, direnişte işlenen suçların sorumluları ortaya çıkarılana ve görevden alınana, göz altına alınan insanlar serbest bırakılana kadar devam” diyor.
Ama “sahte referanduma hayır” demek, “gerçek referanduma hayır” demeye varmamalı…
Hele “referandum istemiyoruz” demek, sevgili Gezi Direnişçileri, hiç olmaz…
Tam tersine, şimdi halk, “hem yaptıklarının hesabını ver, hem de önümüze fırlattığın şu ‘sahte referandumu’ “hakikisiyle” değiştir diyerek, devletin “Anayasa gişelerinde” kuyruk olmalı, bu hakkı talep etmeli…
Çünkü bu hak, bütün yerellerin, bütün yaşam tarzlarının , bütün kimliklerin özerkliği için en büyük demokratik ilkelerden birisidir.
CHP KAFASI MI 90 KUŞAĞI MI?
CHP kafasındaki siyasetçiler, “oylarımız yetmez, o nedenle referandumda yeniliriz” diyerek referandum ilkesine karşı çıkabilirler. Ama 90 kuşağı böyle “korkak” bir anlayışta olamaz.
Bugün yapılacak bir referandumda belki AKP kazanır, belki Gezi Parkı tarumar olur, ama buna karşı, yarın halkın çok daha kapsamlı talepleri için yapılacak referandumlarda özgür yaşamdan yana sonuçlar alınabilir.
Soralım; AKP çoğunlukta olduğu İstanbul’da Gezi Parkını referandumla yıksa da, örneğin İzmir’de, Gündoğan meydanına Erdoğan’ın heykelini bir referandumla dikebilir mi?
Soralım, AKP çoğunluğu Anayasa’ya “ana dilde eğitim hakkını” koymasa bile, Amed’de, Wan’da, Dersim’de yapılacak bir referandumda, “ana dilde eğitime hayır” sonucunu alabilir mi?
Ve bir ülkenin bazı yerellerinde elde edilen, örneğin “Erdoğan heykeli olmayan ve gösteriye açılan Gündoğan alanı” gibi alanlar olduğunda, bir başka ilde, örneğin İstanbul’un Taksiminde, Ankara’nın Kızılay’ında hükümet, ikinci bir referandumda o alanları yasaklayan bir sonuç alabilir mi? Hele, referandumla “genişleyen bir özgürlüğü”, diyelim ki, “farklı cinsel kimliğin tanınması” ya da “ana dilde eğitim hakkının sağlanması” gibi bir insan hakkının referandumla bir yerelde elde edilmesinden sonra, AKP çoğunluğunun bulunduğu yerde “yasaklanabilir mi?”
Yasaklanamaz…
REFERANDUM NE ZAMAN İSTENMEZ?
Referandum, elbette “Geziye kışla yapalım mı, yapmayalım mı” diye yapılabilir. Kim kazanırsa onun dediği olur…
Ama bir kere bir hak ve özgürlük kazanılmışsa, hiç kimse, o özgürlük ve hakkı ortadan kaldırmak amacıyla referandum yapamaz. Bir kere ister genel oyla, ister devrimle kazanıldıktan sonra; “Gösteri yürüyüşü özgür olsun mu, olmasın mı? Diye soru bile sorulamaz…Kazanılmış olan Cumhuriyetten geriye doğru, egemenlik seçimlere değil, soya sopa dayansın mı, yoksa dayanmasın mı sorusuyla da olmaz. Laiklik mi kalksın, yoksa şeriat mı gelsin” diye referandum yapılamaz. Kazanılmış hakları ileriye götüren referandum yapılır, hakları yok eden referanduma karşı isyan edilir. Ana dilde eğitim hakkı bir kere kazanıldığında, başörtüsü özgürlüğü bir kere kazanıldığında, cinsel kimlerlerle ilgili özgürlükler bir kez kazanıldığında, tarikatların yasallaşması bir kez kazanıldığında, Alevilik bir kere legalleştiğinde, yerellerin demokratik özerkliği bir kere kabul edildiğinde, bunlar yeniden referandum konusu olamaz…
Daha iki yıl önce “kazanılan Taksim’de gösteri hakkını”, bir yıl sonra yasakladığında, Hükümete karşı başlayan Gezi isyanı gibi…
Demokrasi böyle bir şeydir…
Haklar ve özgürlükler seçimle, direnişle, isyanla ya da devrimle ya da referandumlarla kazanılabilir.
Kazanılmış haklar ve özgürlüklerin “karşı direnişlerle, ayaklanmalarla, karşı devrimlerle” ortadan kaldırılması mümkündür; bunlar mümkündür, ama “referandumla özgürlük kaldırılamaz”. Bir kişinin özgürlüğünü yüz milyon insanın oyları yok edemez. Ederse devrim de, isyan da, ayaklanma da hak olur, farz olur, yapılırsa sevap olur…
Buna karşılık, Demokraksi savaşçıları, demokrasiyi “biz kazanırsak kabul ederiz” demezler…
Ve işte Gezi Direnişine düşürülmek istenen bu “demokrasiyi içselleştirmemiş” yaklaşımı hızla aşmak, “referandum istemiyoruz” yerine, “al sahte referandumunu, ver hakiki referandumumu” demek ve işlenen suçların hesabını sormak, bana sorarsanız Gezi Direnişine ve onun öznesi 90 kuşağına yaraşır biricik uygar, cesur ve demokratik yaklaşım olacaktır…
Özgür iradene güven Gezi Direnişi…
Biz Gezi Direnişini coşkuyla selamlıyoruz: Çünkü onun iradesi, o iradeyi koruyan ve şimdi “marjinal” diye göz altına alınan insanların cesaretini hayranlıkla izliyoruz.
Çünkü onlar, Potemkin zırhlısında “etteki kurtlara” karşı büyük isyanı başlatan denizciler gibi, “üç-beş ağacın hayatı” için, büyük bir “orman” yarattılar ve bu ormanda boy veren “çok renkli referandum” hakkını, hükümete, o artık geri almak için ne yaparsa yapsın, kabul ettirdiler.
Böylece 90 kuşağı bizim “eski Türk kuşaklarının” bir türlü yapamadığını yaptı; Gezi ile Amed’i birleştirdi.
Şimdi “demokratik özerk bir Cumhuriyet”te birlikte yaşamak çok daha mümkün…