Taşdemir: Tecritle başladı, linçlere dönüştü

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Dilan Dirayet Taşdemir, annelere dönük saldırılara tepki göstererek, derhal tecridin kaldırılması gerektiğini belirtti. Taşdemir, tecridin hukuksuzluğu büyüttüğünü, muhalefete saldırı olarak da döndüğünü kaydetti.

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Dilan Dirayet Taşdemir, gündemdeki gelişmelere ve saldırılara dönük değerlendirmelerde bulundu.

Taşdemir, 4 aydan fazladır tecride karşı açlık grevinde olan Gazeteci Kibriye Evren şahsında Kürt Gazeteciler Günü'nü kutladı.

HDP'nin rehin tutulan Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ için 'rehin tutulmasına devam' kararı veren mahkemeye tepki gösteren Taşdemir, "Biz kadınlar Figen’in mücadelesini sahiplenmekte ve sürdürmekte ısrarcıyız" dedi.

Cesaretle "çocuklar ölmesin" diyen kadınlarla dayanışmamızı yükselteceğiz

Taşdemir, "çocuklar ölmesin" dediği için tutuklanan Öğretmen Ayşe Çelik'e de atıfta bulunarak, "Cesaretle 'çocuklar ölmesin' diyen kadınlarla dayanışmamızı yükselteceğiz" mesajını verdi.

"Cezaevinde anneleriyle kalan çocuklar bu ülke için bir kara lekedir" vurgusunda bulunan Taşdemir, Ayşe Öğretmen’in de 18 aylık bir çocuğu olduğunu hatırlattı.

'KADIN DÜŞMANI POLİTİKALAR ŞİDDET GETİRİYOR'

Taşdemir, "Kadın düşmanı politikalar her yerde kadınlara şiddet olarak geri dönüyor" diyerek, şöyle devam etti:

"Bingöl’de futbol oynayan kız çocuklarından rahatsız olan, spor yapma hakkını engelleyen ve bunu fuhuşla benzeştiren akıldışılığı hep birlikte takip ettik. Bunun çocuğa ve kadına yönelik şiddet olduğunu biliyoruz, cezalandırılması gereken bir söylem olduğunu da biliyoruz ama buna yönelik bir cezalandırma olmadı. Kadın düşmanı politikalar her yerde kadınlara şiddet olarak geri dönüyor. Bunların 17 yıldır bu ülkeyi yöneten AKP iktidarının politikalarının sonucu olduğunu biliyoruz. 

11 yaşındaki Rabia Naz’ın şüpheli ölümünü HDP Kadın Meclisi ve kadın vekiller olarak ilk defa biz meclis gündemine taşıdık. Bir hukuk rezaleti ile karşı karşıyayız."

AÇLIK GREVLERİ

Taşdemir, tecride karşı açlık grevi direnişlerine değinerek, şunları ifade etti:

"Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi talebiyle milletvekilimiz ve DTK Eş Başkanı Leyla Güven’in açlık grevi 8 Kasım’da başlattığı açlık grevi 166’ncı gününde, Hewlêr’de Nasır Yağız’ın başlattığı açlık grevi 154’üncü gününde. Cezaevlerinde ilk grup siyasi tutsağın başlattığı açlık grevi eylemi ise 129’uncu gününde. Önceki dönem Milletvekilimiz Dilek Öcalan’ın da aralarında olduğu Strazburg’daki açlık grevi eylemi 127’nci gününde. Sebahat Tuncel ve Selma Irmak’ın açlık grevi direnişi ise 97’inci gününde. Şu anda Türkiye’nin farklı cezaevlerinde binlerce yakın insan Sayın Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi için açlık grevi eylemi sürdürmektedir.  Leyla Güven ve Nasır Yağız başta olmak üzere, açlık grevindekilerin kritik aşamayı geçtiğini söyleyebiliriz. Açlık grevindekilerin sesi duyulsun ve tecrit kalksın diye 8 insan da ne yazık ki yaşamını yitirdi. 

5 Nisan 2015’ten beri AKP kendi hukukunu, bağlı olduğu uluslararası sözleşmeleri keyfi biçimde ihlal etmektedir. Açlık grevi direnişçileri ve bizler AKP iktidarına bir çağrıda bulunuyoruz; kendi hukukunu çiğnemekten vazgeçin, sadece politik çıkarlarınız için keyfinize göre bir hukuk işleyişinde bulunamazsınız. Eğer biz bunu keyfi olarak yaparız diyorsanız meşru bir iktidar olmamanın ötesinde mafyalaşan bir suç örgütüne dönüşmüş olursunuz. Bu talebin bir arada yaşamı savunan herkesin talebi olduğunu ifade ediyoruz. Bu tecrit İmralı’da başladı ve her yere yayıldı. Akademisyeninden, gazetecisine, öğrencisine, kadınına kadar bu hukuksuzluk sarmalı bütün toplumu kuşatmış durumda. Bu hukuksuzluk sarmalı yıkılmak isteniyorsa ilk sözümüzün hukukun çiğnendiği yere çevrilmesi, İmralı tecridinin kırılmasına yönelik olması gerekiyor. Ciddi bir mücadele ortaklaşmasını sağlamalıyız."

'HUKUKSUZLUK MUHALEFETE LİNÇ OLARAK DÖNÜYOR'

"Muhalefetin linç edilmesi hukuksuzluğun sonucudur" diyen Taşdemir, şöyle devam etti:

"Bugün İmralı tecridinin kaldırılmasını talep etmek bütün toplumu hukuksuzluk karşısında savunmak demektir. Eğer sandıktan çıkan sonuçları beğenmiyorlarsa, eğer her muhalefet edeni bastırmak istiyor, linç girişiminde bulunuyorlarsa bilinmelidir ki bu hukuksuzluğun sonucudur. Eğer siz hukuksuzluğun başladığı yerde sessiz kalırsanız, bu siyaset karşısında tavır belirlemezseniz ülke bir hukuksuzluk sarmalına boğulmuş olacak.

Açlık grevi direnişçileri bu kuşatmayı yarmanın direnişini veriyorlar. Tüm muhalefet güçlerinin bu grevler üzerine sesini yükseltmesi gerektiği çağrımızı yineliyoruz. Ölüm sınırına gelinmesine rağmen hükümet hala sessizliğini koruyor. Bizler hakikati dile getirmeye devam edeceğiz. Sayın Abdullah Öcalan sadece bir politik tutsak değildir, aynı zamanda barışın tesisinde önemli bir aktördür."

ANNELERE SALDIRI

Gebze ve Kızıltepe'de Barış Anneleri'ne yönelik saldırılara dikkat çeken Taşdemir, şunları kaydetti:

"Hükümet bir insanlık suçu olan tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevinde olan insanların taleplerini duymak bir yana, açlık grevindeki çocuklarına ses vermek, destek olmak seslerini duyurmak isteyen annelere saldırarak, işkence ederek başka bir insanlık suçu işlemektedir. Dünyanın hiçbir yerinde anneler açlık grevindeki çocuklarının erimesine seyirci kalmaz. Annelik edebiyatını yapan, cennet annelerin ayaklarının altındadır diyen iktidarın bunu net görmesi gerekir. Gebze Cezaevi önünde nöbet tutan beyaz tülbentli annelerin yani ömrünü barış mücadelesine adayan kadınların joplarla itildiği, yine Mardin Kızıltepe'de yerlerde sürüklendiği görüntüler İsrail hükümetlerini geride bırakan AKP hükümetinin yapacağı, sahipleneceği bir işkence, bir utanç sayfası olarak tarihe düştü. 

AKP hükümeti öldürdüğü annelerin cenazesini günlerce sokakta bırakan, annelerin cenazesini gömüldüğü mezardan çıkartan, çocuğu öldürülen anneyi miting meydanlarında yuhalatan, Soma’da madende ölen 301 madencinin annelerinin, eşlerinin gözleri önünde failleri serbest bırakan bir hükümet olduğu gibi cezaevi önlerinde anneleri coplatan ceberut bir hükümet olduğunu da bir kez daha gösterdi. Tıpkı 30 yıl önce Amed zindanının kapısında direnen annelere saldırılması 12 Eylül faşizminin simgesi olduğu gibi, 30 yıl sonra Gebze’de annelere, direnen kadınlara, özellikle kadın vekillerimizi hedef alarak saldırmak AKP faşizminin simgesi olmuştur.

Bu beyaz tülbentli anneler, barış mücadelesinin, direnişe adanan ömürlerin simgesidir. Kimler, hangi kirli ittifaklar bastırmaya kalkışmadı ki bu direnişi, fakat hiçbiri başarılı olamadığı gibi hepsi AKP iktidarının gitmekte olduğu tarihin karanlık sayfalarında lanetlenmektedir.

Saldırıya uğrayan sadece barış anneleri değil, itiraz eden tüm kadınlardır."

ÇAĞRI

Taşdemir, açıklamasının sonunda da, "Başta kadınlar olmak üzere herkesi Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi direnişini sahiplenmeye, tutsak anneleri öncülüğünde gelişen tecrit karşıtı mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz" dedi.

KILIÇDAROĞLU'NA SALDIRI

Basın mensuplarının sorularını da yanıtlayan Taşdemir, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na dönük saldırıya dair soru üzerine şunları dile getirdi:

"AKP iktidarı ne zaman sıkışsa, ne zaman topluma karşı söz söyleyemeyecek duruma gelmişse, bu ve buna benzer politikaları devreye sokarak faşizan uygulamalarda bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak da bizler hep birlikte gördük, Gebze Cezaevi’nin önünde kadınlar saldırıya maruz kaldı, şiddet gördü ve gözaltına alındı. En temel demokratik talebi dillendirenler, her yerde yerlerde sürüklendi ve ciddi bir şiddet politikasına maruz kaldı. 

Maalesef her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de birçok kötü ve karanlık eylemin merkezinde İçişleri Bakanı’nın kendisi yer almaktadır. Süleyman Soylu bugün anti demokratik birçok uygulamanın altına imzasını atmıştır. Süleyman Soylu alenen, televizyonların, kameraların önüne çıkıp Eş Genel Başkanımızı tehdit ettiğini söylemekte beis görmemiştir. Ondan sonra da dün gördüğünüz gibi CHP Genel Başkanı’na bir saldırı oldu. İlginç bir şekilde bu saldırıya da medyada ve birçok mecrada sahip çıkma eğilimi var. Konuşmamın içeriğinde de belirttiğim gibi, İmralı’da devreye konulan tecrit uygulaması, giderek toplumun her tarafına sirayet etmekte ve kendini 'meşru bir sistem' şeklinde dayatmaktadır. Dolayısıyla bu uygulamalara, linçlere ve Türkiye’nin sürüklendiği bu ortama karşı çıkan herkesin tecrit başta olmak üzere devreye konulan konsepte karşı durması ve birlikte mücadele etmesi gerekir."