KCK Bilim-Aydınlanma Komite üyesi Şiyar Adanalı tek başına başkanlık tartışmalarının diktatörlüğe götüreceğini belirterek, “Başkanlık yerel özerklik ve öz yönetim tartışmaları birlikte yürütülürse işte o zaman demokrasiye kapı aralanabilir. Zaten bunca bedel ödeyen ve direnen halklar gerçekliği karşısında tek başına başkanlık tartışmasının hükmü olmayacağı gibi öz yönetim hakkını tanımayan merkezi hükümetin ve devletinde toplum nezdinde meşruiyeti kalmaz” dedi.
Başkanlık, yetkileri arttırmaksa yerelin yetkileri tanınmadan, merkezin içine geçiş verilemeyeceğini de vurgulayan Adanalı demokrasinin daha fazla merkezileşmeyi değil, tüm dünyada ortak kabul gördüğü üzere daha fazla yerelleşmeyi gerektirdiğini de sözlerine ekledi.
Türkiye’de siyasi çözüm modelleri çokça tartışılırken farklı siyasi çözüm programları ihanet derecesinde değerlendirilmekte –öz yönetimler- bunu nasıl açıklayabilir misiniz?
Kürt halkı ve Aleviler başta olmak üzere farklı halklar ve inançları inkar eden, yok sayan Türk eril aklının yol açtığı kaos ortamında Ortadoğu İslamcılığına yayılmış olan üçüncü dünya savaşını karşılayan bir Türkiye tablosu ürkütücü gelse de üzerindeki ölü toprağını atan halklar gerçekliği umudu büyütmektedir. Dünyanın sonuyla değil yeni bir başlangıçla karşı karşıyayız.
Bu başlangıcı kendine göre şekillendirmeye çalışan güçler, Türkiye’ye özel mülkleri gibi yaklaşmakta, her farklı sesi ihanetle suçlayıp kaplanlar etkisinde sindirmeye çalışmaktadır. Demokrasi ve özgürlükler her çağda büyük direnişlerle ve bedellerle gelişmiştir. Halk sözüdür “gök ağlamayınca yer gülmez” derler. Türkiye’de siyasi tartışma kültürünün gelişmesi için binlerce bedel verilmiştir. Başkanlık üzerine tartışma serbest olsa da özerklik üzerine tartışmak ihanettir. Tam da bu nedenle başkanlık sistemini özerklik olmadan tartışmak ihanet suçlamalarına boyun bükmek olur ki asıl ihanet o zaman ortaya çıkar.
Demokratik özerklik ilk kez açıklanan bir siyasi çözüm modeli değil neden bu denli manipüle edilmek istenmekte?
Çözüm öncelikle özgür tartışma ortamının yakalanmasından geçiyor. DTK 2007 yılında, ilk kuruluş toplantısın da “demokratik özerklik” programını açıklamıştı. DTK ve BDP’nin siyasi programın da vardı. Bu günde HDP’nin siyasi programın da bulunuyor. Parti programında bulunacak ama parti temsilcileri bunu savunamayacak! Türkiye’de işler bu derece akıl almaz hal almışken şimdi “ihanet” nedir tartışmasına girilmeden başkanlıkla ve özerklik bağlantısını anlamaya çalışalım.
YENİ BİR OSMANLICILIK
Sorun parlamenter sistemden mi kaynaklanıyor?
Bilindiği gibi Türkiye de çok partili sistemin tarihi henüz 70 yıl kadar olmaktadır. 700 yıllık Osmanlı padişahlık sisteminden sonra oluşturulan yeni sistem (parlamenter sistem) on yıllık periyodlarla gerçekleşen askeri darbelerle ve yaşanan trajediler sonucunda hiçbir zaman gerçek bir parlamenter sistem halini alamazken şimdi başka bir sistem konuşulmaktadır.
Sorun parlamenter sistemden kaynaklanıyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Başkanlık ile belki de Putin’in ilk siyasette ki çıkışındaki gibi, Çarlık Rusya’sı canlanması gibi güç gösterisi, güçlülük bir büyüklük havası yakalanmak isteniyor. Yeni bir Osmanlıcılığın gelişimidir.
Fakat her ne denilirse denilsin sorunların özünü oluşturan tekçi-üniter devlet yapısı sorgulanacağına hükümet biçimi ile uğraşılmaktadır. Daha önce Turgut Özal ve Süleyman Demirel de yeni sistemin Başkanlık modeli olabileceğini ileri sürmüşlerdi. Şimdi de Erdoğan’ın en temel gündemi haline gelen Başkanlık sistemi nedir ne değildir? Toplumun demokratik özerklik talebiyle veya öz yönetim modeliyle ilişkisi-çelişkisi nedir?
Başkanlık sistemine değinmeden önce devletle toplumu özdeş yapılarmış gibi ele alan yaklaşımların gerçeklikle ilgisinin olmadığı bunun aslında yanlış bilinç ve algı yaratamaya çalışan egemenlik çarpıtmasından ibaret olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
BAŞKANLIK DEVLETİN, DEMOKRATİK ÖZERKLİK İSE TOPLUMUN YÖNETİM SİSTEMİDİR
Devlet ve toplum ilişkisi ağırlıklı olarak birbirinin zıttı olan karşıtlık ilişkisi midir?
Devlet toplumun üzerinde hâkimiyet kurma aracı iken, toplum hep özgür kalma eğilimi gösterir. Hatta özgürlüklerinin kabul ettiği ölçüde de devleti kabul eder. Bu anlamda devletle ilişki sınırı, toplumun demokrasi yani öz yönetim sınırıdır. Yine bu anlamda toplumun yönetim sistemi devlet idareciliğine ve hükümetle yürütme olayına benzemez. Toplumun yönetim sistemi doğrudan toplumun ölçüsü ve iradesine dayanır.
Bu tanımlamalar ışığında bakıldığında devletin parlamenter sistemle mi ya da başkanlık sistemiyle mi idare edileceği, hükümet yetkisini kimin nasıl kullanacağı, toplum açısından büyük farklar doğurmaz. Bu saha aslında daha çok devleti ilgilendirir. Fakat toplumu hiç ilgilendirmediği anlamına gelmez. Toplumu ilgilendiren boyutu uygulanacak sistemin, toplumun hak ve özgürlüklerine yani demokrasiye ne kadar duyarlı olacağıdır. Özetle ifade edilirse başkanlık devletin hükümet sistemidir, demokratik özerklik ise toplumun yönetim sistemidir denilebilir.
MODELİN YARATICISI ABD
Devlet açısından başkanlık sistemi ilk kez ABD’de uygulanmıştır. İlk başkanları ise George Washington’dur. 1789 yılında konfederasyon kongresi delegelerince oy birliğiyle ABD tarihinde emsalsiz olarak seçilmiştir. 1792’de üç çekimser oya karşın yine oy birliği ile ikinci dönem başkanlığa seçilmiştir. Üçüncü dönem ise kendisini geri çekmiş, başkanlığı muhalefete bırakmak suretiyle yeni bir geleneği başlatmıştır.
Başkanlık fikri nereden doğmuştur?
ABD bağımsızlık savaşından sonra kurucu meclis İngiltere Krallığından esinlenerek kraliyet değil ama başkanlık sistemini gündemine almıştır. Başkanlığın şekillendirilmesinde iki görüş çarpışmıştır. Yürütmenin güçlü veya zayıf olması tartışması vardır. Güçlü olmasını savunanalar bunun yolunun kuvvetler ayrılığından geçtiğini ileri sürmüşlerdir; neticede ilk başkanlık tarzı bu anlayışla şekillenmiştir.
ABD’de başkanlık sistemi Anayasa (Sözleşme), federasyon ve ikili meclis sistemiyle beraber anlam kazanmıştır. İlk anayasa 1782 yılında oluşturulmuş ve federal bir sistem kabul edilmiştir.
Henüz bu dönemde iki parti ve iki görüş etrafında kümelenme gelişmiştir. Güçlü bir merkezi yapıyı savunanlar yani federalistler ve yerel devletlerin egemenliklerini savunan cumhuriyetçilerdir, sonradan demokratlar adını almıştır.
Kongre (Yasama Meclisi) ise her alanın nüfusuna göre temsil edildiği temsilciler meclisi ve her eyaletin iki oyunun bulunduğu senatodan temsil edilmiştir.
ABD’de başlaya bugün birçok devlette de uygulanan başkanlık sistemi parlamenter sisteme göre en temel ayırt edici özelliği yasama organı ile yürütme organı iç içe geçmemesi, ayrı olmasıdır. Yasama organı yürütme görevini göremez buna karşın başkan da yasa öneremez veya çıkaramaz. Ama partisi aracılığıyla yasa çıkarılmasını sağlayabilir. Çıkarılan yasayı veto etme hakkına sahiptir. Fakat yasanın nitelikli çoğunluğu yasayı veto edebilir. Başkan meclisi, meclis de başkanı görevsizleştiremez tek istisnai başkanın suç işlemesi durumunda senato tarafından yargılanması ve suçlu bulunursa görevden alınmasıdır.
Devlet başkanı genellikle halk tarafından seçilir. Bakanlar kurulu için önerdiği isimler (ki hepsi parlamento dışından olmak zorundadır) yasama organının onayını gerektirir. Kabine üyelerini ve orduyu direkt yönetme hakkına sahiptir.
Başkanlık sisteminin genel prensipleri bu şekilde olsa da ayrıntıları ülkeden ülkeye değişiklikler gösterir. Güney Afrika gibi bazı ülkelerde devlet başkanını yasama organı seçer. Yine örneğin İrlanda ve Portekiz’de devlet başkanı sembolik düzeyde vardır. Yani yürütmede aktif değildir. Aslında uygulamada parlamenter sistem geçerlidir.
Başkanlık sisteminin riskleri ve avantajları nelerdir?
Neticede hükümet tarzına hükümet demek yürütme yetkisinin tek kişide toplanması demektir. Tarihsel-toplumsal-kültürel temelleri gelişkin olamayan, demokrasiyi sağlayamayan ülkelerde diktatörlüğe kayma riski olan bir sistem olmakla birlikte başkanlığın hızlı karar verme inisiyatif, istikrar gibi avantajları bulunmaktadır. Bu sistemin en büyük açmazı ise yürütme erkine muhalefet edebilecek gücün yoksunluğudur. Yasamada, yasa çıkarma sırasında muhalefet ortaya çıkar. Seçim zamanlarında da muhalefet ortaya çıkar ama yürütmenin icraatları sürecinde böyle bir muhalefetin yoksunluğu sistemi diktatörlükle veya tıkanmayla yüz yüze getirebilir. Seçilen partinin başkanı azınlıkta kalırsa o zaman da başkanın elini kollunu bağlayan bir sisteme dönüşebilir.
Türkiye’de nasıl bir başkanlık sistemi istendiği tarif edilmiş değildir. Konu kişi eksenli ele alınacak bir konu olmasa da yarattığı imaj sayesinde akla getiriyor ki; Erdoğan padişahvari yetkilere özlem duyabilir fakat bunu nasıl formüle edeceğini kendisi de bilmemektedir.
YENİ ANAYASA İÇİN YENİ ZİHNİYET, YENİ PARADİGMA LAZIM
Tüm bu tartışmaların ışığında Türkiye’de başkanlık modelinin durumu nedir?
İşe kurucu meclisle başlama gerekliliği ciddi anlamda tartışılırsa bu durum Türkiye tarihinde gerçekten bir dönüm olabilir. Kurucu meclisin mesaisi sırasında yapılması gereken esas sorunlar olacaktır. Yasama ve yürütmenin görevi ne olacak? Yargı üzerindeki yürütme gölgesi nasıl kalkacak, Savaş-barış gibi konulara kim karar verecek, devletlerarası antlaşmalar kim onay verecek, yerel yönetimler ile merkezi yönetimler-başkanlık- ile ilişkisi nasıl olacak, başkanlık sisteminde seçim yasaları nasıl olacak bunun gibi cevaplanması gereken birçok anayasal konu bulunmaktadır.
Tartışılması gereken en önemli husus hükümet biçiminin başkanlık sistemi olması şeklinde yansıtılıyor. Diyelim ki başkanlık sistemi kabul gördü bu durumda topluma yansımaları ne olacak? Her konuda tekçi-üniter anlayış değişecek mi? Başkanlık sistemi merkezi hükümet sistemidir. ABD’de yereller yani eyalet de aynı merkezdeki başkanlığın iz düşümü gibi örgütlenmiştir. Peki, Türkiye’de yerel yönetimler yansıması nasıl olacak? Örneğin valilerde başkan gibi halk tarafından seçilebilecek mi? Emniyet müdürlükleri belediye başkanlıklarına bağlanabilecek mi? Amerika da böyledir. Türkiye’deki çok kültürlülüğü gözeten yerel özerkliklere imkân tanınacak mı? Bu soruların hiç biri yanıtlanmış değildir. Fakat görünen o ki başkanlık sistemi sadece bir kişinin yetkilerini arttırmaya veya bir partinin hegemonyasını sağlamaya odaklanmış bulunmaktadır.
AZ İKTİDAR, ÇOK TOPLUM
Başkanlık sistemi tek başına demokrasiyi güçlendirir mi yoksa zayıflatır mı?
Başkanlık sistemi tek başına demokrasiyi ne güçlendirir ne de zayıflatır. İçeriyi yetki sınırları denetlenebilme mekanizmaları vb. önemli olmakla birlikte başkanlık sistemi idari-yönetsel denge; devlet-toplum dengesi sağlandığında geliştirici ve işlevli bir istikrar unsuru olabilir? Bu açıdan bir hükümet modeli tartışılırken amaç-araç olgunluğu ancak yetkin bir siyaset felsefesiyle sağlanabilir.
İşin özü şudur; Türkiye’de hakim olan tekçi paradigma terk edilmeden ne yeni bir anayasa ne de yeni bir hükümet modeli oluşturulabilir.
Kendini toplumdan aldığı oyla toplum üstü kılan, toplum farklılıklarını yok sayan bir anlayışın siyaset felsefesinin karşılığı hiçbir demagojiyle gizlenemeyecek bir totalarizmden başka bir şey olamaz. Siyaset felsefesi toplumsal aklın ve vicdanın özgür ifadesi olarak katı merkeziyetçiliği reddeder, bunun dışındaki her yaklaşım siyasetin değil ancak iktidarın felsefesi olarak tanımlanır. Diğer siyaset felsefesi cinsler arası eşitliğe dayanır. Eşbaşkanlık sistemi bunun teorik ve kurumsal ifadesidir. Ayrıca siyaset felsefesi toplumun özyönetim hakkını doğal ve meşru bir hak olarak kabul ettiğinden hükümet modelini demokrasi ilke ve mekanizmalarla kuşatır. Yani “az iktidar çok toplum” prensibi geçerli olur.
HEM MERKEZE HEM YERELE BAŞKANLIK!
Başkanlık sistemiyle ikili meclis sistemine geçilirse, illerin-bölgelerin temsilen senato, halkları ve inançların ifadesini bulacağı tüm yerelleri temsil eden temsilciler meclisi kurulabilirse yerel özerkliklerle Türkiye bütünlüğünün nasıl sağlanacağına da yanıt bulunur.
Yerele yansıması ne olacak?
Demokrasinin hakikat bahçesi olan yereller gözetilmeden ve hakkı kabul edilmeden hiçbir yenilikten bahsedilemez. Mahalleden ilçeye, ilden merkeze tüm siyasi ve idari sistem yeniden ve bütünlüklü olarak tanımlanmadan başkanlık model tartışmaları bir model tartışması değil gündem oluşturma ve etrafında oyalanma tartışmasından öteye geçmez.
Başkanlık, yetkileri arttırmaksa yerelin yetkileri tanınmadan, merkezin içine geçiş verilemez. Demokrasi daha fazla merkezileşmeyi değil tüm dünyada ortak kabul gördüğü üzere daha fazla yerelleşmeyi gerektirir.
Bu nedenle tek başına başkanlık tartışmaları diktatörlüğe götürür. Başkanlık yerel özerklik ve öz yönetim tartışmaları birlikte yürütülürse işte o zaman demokrasiye kapı aralanabilir. Zaten bunca bedel ödeyen ve direnen halklar gerçekliği karşısında tek başına başkanlık tartışmasının hükmü olmayacağı gibi öz yönetim hakkını tanımayan merkezi hükümetin ve devletinde toplum nezdinde meşruiyeti kalmaz.