Xerîb'in hikayesi...

Türk devletinin Kürtçeye olan düşmanlığından dolayı babasının koyamadığı Xerîb ismini dağlarda alan Xerîb, 1990'lı yıllarda Serê Spî’de mücadele eden yoldaşları ile ortak hikayenin parçası oluyor.

Alışık olmayan patikalara adımlarını atarken beton caddelerden kopmanın sevincini yaşıyordu yüreği. Onu bekleyen neydi? Nasıl bir masalın kapısını aralıyordu? Çocukken ayrıldığı ve bir daha kavuşmadığı ülkesine adımlarını atıyordu. Ve ülkesi uğruna savaşmak için yol alıp asıl mekanına gelmişti.

Önünde yürüyen kuryenin yüzündeki hafif gülüş, adımlarını daha da hızlandırıyorduı. Birçok şeyi merak ediyordu aslında. Ama sormalı mı yoksa acele etmemeli miydi diye sorular beyninden geçiyordu. O yürüyüşü ve bir de o sohbeti iyi hatırlıyordu. Kurye Zinar’ın sözü bir daha hiç çıkmadı aklından.

İlginçti; sohbetleri kar üzerineydi. Şimdi bu hikayeyi dinledikten sonra tesadüflerin varlığı üzerine daha çok sorgulamalarım çoğaldı. Tesadüf denen şey neydi? Var mıdır, bilemiyorum. Bu hikayeyi okuduktan sonra buna siz karar verin.

O söz… Zinar; “Biliyor musun, karda kalırsan ayakların yanar ve kangren olur” derken bir yandan da gülüyordu. İlerde bunun olacağını belki de hissettiğinin farkında olmayan masum bir gülüştü Zinar'ınki.

AMCASI MAHİR'İN ŞEHADETİNDEN SONRA ARAYIŞLARI BAŞLAR

Amed Eyaletine bağlı Muş Güneyi’nde ilk kış sürecini geçiren Xerîb, ilk inziva sürecini de, baharı da dört gözle bekliyordu. Çünkü bir de baharda dağları görmek istiyordu. Uzun zamandır ülkesinden koparılmanın verdiği özlemle dağlara sarılıyordu. Bir yandan da koparıldığı için düşmana duyduğu öfkeyi büyütüyordu yüreğinde.

Muş’lu olan Xerîb’in ailesi, düşmanın baskınlarından kaynaklı Türkiye metropollerine göç eder. Babası, kızının ismini o zaman ‘Xerîb’ koymak ister. Fakat düşman Kürtçe olduğu gerekçesiyle kabul etmez. Babasını nüfus idaresinden kapı dışarı ederler. Babası o zaman ant içer: “Bir gün kendi ülkemde ve kendi dilimde kızımın ismini Xerîb koyacağım.”

Xerîb büyür. Metropollerde ailesinin geçimine yardım eder. Uzun bir zaman diliminde tekstillerde çalışır. Ve sonra amcası Hüseyin Mahir’in şehadetinden sonra arayışları başlar. Ve bu arayış onu dağlara, ülkesine taşır. Artık ülkesinde ve dilini özgürce konuşuyordur. Babasının yıllar önce içtiği andı gerçekleştirir, ismini Xerîb yapar.

Kendi hikayesini arkadaşlarına anlatırken bir yandan arkadaşları hüzünlenirken, diğer yandan onu yürekten dinliyorlardı.

Bu sohbet arasında yanında duran bir yoldaşı radyoya yöneldi. Öğlen vaktine doğru ilerliyordu zaman. Radyoda dinledikleri haber, onları bir anda harekete sevk etti.

Haberler, Muş Güney’e bağlı Serê Spî’de (o alana bağlı bir dağın ismi) operasyonun çıktığını söylüyordu. Özgürlük savaşçıları göz göze gelirken bunun doğru olup olmadığını tartışıyorlardı. Bu tartışma devam ederken Xerîb onları merakla dinliyordu. Daha önce tanık olmadığı bu sohbetleri anlamaya çalışıyordu. Grup komutanları, inziva yerlerinden bir birimin keşif amaçlı çıkmasının daha doğru olduğunu söylüyordu.

Evet, karar alınmış ve önden bir birim üslenmeden çıkıp bahar noktası dedikleri yere doğru ilerleyecekti.

Kamptan Xerîb, Sara, Egîd ve komutanları Zinar, öncü birim olarak yola çıktı. Xerîb kamptan çıkarken garip bir his sardı yüreğini. Acaba düşmana ilk darbeyi vuracak olmasının yarattığı heyecan mıydı? Sonra kampa geri dönüp bakarken, sanki birileri ona geri gel dercesine garip bir hissiyata kapıldı. Biri çıksa, gitmeyin dese diye içinden gelen bu sese anlam veremiyordu.

SERÊ SPÎ'DE...

Takvim, 19 Mart 2016 tarihini gösteriyordu. Kar nazlı nazlı yağıyor, kendini çekici kılıyordu. Xerîb, dört kişilik grubu ile ilklerini yaşıyordu dağlarda. Karda attığı adımlarını bir bebeğin emekleyerek attığı adımlara benzetiyordu. Zaman zaman düşüyor, arkadaşlarını güldürmeyi başarıyordu. Yaklaşık iki saattir yürüyorlardı. Arkadaşları onun ara ara düşmesine gülse de yaşadıkları kaygıyı da gizleyemiyordu. Çünkü yürüdükleri yer artık zorlaşıyordu.

Serê Spî, karı ile meşhurdu. 90’lı yıllarda yirmiye yakın gerillanın ayakları orada yanmış ve bazılarınınki kesilmek zorunda kalmıştı. O yüzden orada birçok gerillanın hikayesi gizliymiş.

Grup yavaş yavaş ilerliyor ve artan kar yağışı yürümelerini zorlaştırıyordu. Altı saat sonra karanlık çökmüştü. Artan fırtına ve sis, yolu görmelerini engelliyordu. Önlerindeki dik tepeye vurmaları gerektiğini düşünen Zinar, çok geçmeden yoldaşlarıyla el ele tutuşarak yürümeye başladı. Fırtınaya adeta meydan okuyan sarp ve yüksek dağların kucağında bu dört kişilik gerilla birimi, tüm zorluğa rağmen birbirlerine gülümsüyordu. Vurdukları bu dik tepe, bu fırtına ve ilk görevi Xerîb’in hikayesinin başladığı yer olacaktı belki de. Ve bir de Gulik… Gulik genelde dağların sarp yerlerinde çıkan ve yenilen bir ot. Oldukça kaygandır.

Xerîb, yoldaşı Egîd’in ilerlediğini görünce ona yetişip tepenin zirvesine varmak için acele etmeye başladı. Gulik otuna bastığının farkında değildi. Ve basmasıyla aşağılara doğru kayması bir oldu. O hızla vadiye doğru kayıyor, ne olduğunu anlamıyordu. Düşerken bir yandan gözünün önünden çocukluğu beliriyordu. Serhat’ta gelincik tarlalarının içinde nasıl da yuvarlanırdı! Gelinciklerin kokusunu alıyordu. Ve sonra zozanlar beliriyordu gözünde. Zozanların o keskin sularını düşlüyordu. Memleketi, ülkesini seviyordu… Ve bu sevgi onu dağlara yönlendirmişti.

GERİLLA VERDİĞİ SÖZ İLE TANINIRDI

Vadiden akan suyun sesini dinliyordu. Gözlerini yavaş yavaş açtı. Karşısında beliren bir karaltı gördü. Ve bir de o ses… Kurye Zinar’ın sesi: “Heval Xerîb, beni tanıdın mı?” Sanırım tanımıştı sesini.

Başından yanağına süzülen sıvının su damlacıkları olduğunu sanıp gülümsedi. Zinar’ın bakışından o sıvının su olmadığını hissetti. Üşüyordu... Dişlerinin şakırtısı fırtınaya taş çıkartıyordu. Sonra Sara arkadaşı hemen üstündekileri değiştirmeye başlarken diğer yoldaşları kaya dibi ya da olur da bir delik bulurlar da onu ısıtmak için koyarlar umuduyla o fırtınada yer aramaya başladılar. Sara üzerini değiştirip yanına çömeldi. Yüzüne baktı. Gülümsemeye çalışsa da gözlerindeki o hüzünlü ifade Xerîb’in gözünden kaçmamıştı. Xerîb, Sara'ya çok değer veriyor ve güveniyordu.

Tam o esnada Zinar; ‘heval bir yer bulduk’ diye seslendi. Bir taşla desteklenmiş çoğunlukla kardan oluşmuş bir delik. Arkadaşların desteğiyle yavaş yavaş kalkıp deliğe doğru ilerlediler. Xerîb’i deliğe koyup üstlerinde ne varsa giydirip baş ucunda beklediler. Başına bir şemsiye açıp yağan karı az da olsa engellemeye çalışıyordu Sara. Fakat Xerîb hala üşüyordu. Alnının sol kısmında açılan yara arkadaşlarını endişelendirmişti. Zinar beklemenin çare olmadığını biliyordu. Ve sonra Sara ve Egîd ile kararlaştırıp yardım getirmenin daha yerinde olduğu sonucuna vardılar.

Sara yola koyulmadan önce çantasından çıkardığı ekmek parçasını ve undan yapılmış helvayı çıkarıp ekmeğe sardı. Sonra Xerîb’in başucuna bırakarak, yanağına bir öpücük kondurdu. Üçü de aynı şeyi söylüyordu: “Heval, bizi burada bekle, arkadaşları alıp geleceğiz.”

Onun için bu söz yeterliydi. Çünkü çocukluğundan bu yana bu şeyi çok iyi anlamıştı. Gerilla verdiği sözle bilinirdi. Bunu babasının anlattığı hikayelerden dinlemişti. Zinar öncülüğünde yola çıkanlar, yardım almak için hızla yürüyorlardı. Fakat fırtına, kar hala devam ediyordu.

KAR DELİĞİNDE 6 GÜN...

Xerîb, bir metre bile olmayan ama o kara deliğin içerisinde bekliyordu. Gece miydi gündüz müydü, tahmin edemiyordu. Zaman kavramı durmuş gibiydi. Sadece arkadaşlarının ‘bekle, geleceğiz!’ sözü sürekli kulağında çınlıyordu. Bu söz tazelendikçe yüzü farkında olmadan tebessüm ediyordu.

İkinci gün ayakları iyice üşümeye başlamıştı. Ayaklarını karnına çekerek ısıtmaya çalışıyordu. Elini kaldıramıyor, başındaki yaraya bakamıyordu. Başındaki yara kandan kurumuş ve donmuştu. Ama Xerîb yüreğinde büyüttüğü umut ile bunların farkında bile değildi. Acaba kendisi sergilediği irade ve büyüttüğü umudunun kaynağının bilincinde miydi? Nasıl bir yaşam iradesi bir yılı bile dolmayan bir savaşçıya kaynaklık edebiliyordu?

Zaman zaman uykusu gelse de soğuktan uyuyamıyordu. Belki de uyumanın onun için son olacağının verdiği his ile kendisini salıvermiyordu. Bazen hayallere dalıyor, çocukluğuna gidiyordu. Ama çoğunlukla arkadaşlarını düşünüyordu. Acaba varmış mıydılar? Arkadaşları buldular mı? Durumları nasıldı; merak ediyordu…

Hafızası gidip geliyordu. Bazen küçük bir çocuk gibi düşünüyordu. Kendisi de buna anlam veremiyordu. Başından aldığı darbenin farkında değildi. O kadar susamıştı ki, üstünde duran karın çoğunu yemişti. Böylelikle üst kısımda kar kalınlığını eliyle açabiliyordu. En sonunda elini vurup karı açtı ve üstünde kırılan şemsiyeyi kaldırdı. Dışarıya baktı, gözleri yandı, başı döndü.

Beşinci gündü… Evet, beşinci gün dışarı çıkmıştı ama o bunu bilmiyordu. Hala sanki birkaç saattir yoldaşlarından ayrılmış gibiydi. Düşe kalka vadide akan suya doğru yürümeye başladı. Suyu görünce atladı içine. Çok susamıştı. Sürekli su içiyor, dondurucu soğuğa aldırmadan suya dalıyordu. Yeni doğan bir bebek gibi yaşama yeniden gelmiş gibiydi.

Islak elbiseleriyle durup bir anda düşündü. Acaba çıkıp ilerlesem mi bu tepeyi? Sonra arkadaşlarının ona söyledikleri geldi aklına: “Bizi burada bekle!”. Ya arkadaşlar gelir de beni bulamazsa diye vazgeçti gitmekten. Karanlık deliğe doğru yürümeye başladı.

Xerîb, karanlık delikte bekleyedursun, arkadaşları uzun ve zorlu bir yürüyüşle günler sonra kampa varabilmişlerdi. Onlar da donmaktan son anda kurtulmuşlardı. Onları donmaktan kurtaran ise Xerîb’e verdikleri sözdü.

XERÎB’İ TEKRAR GÖRMENİN MUTLULUĞU

Biraz toparlandıktan sonra yanlarına aldıkları ilk yardım malzemeleri ve kazma kürek ile yola düştüler. Fakat altı gün geçmişti. Xerîb’in orada şehit düşmüş olma ihtimalini de düşünmeden edemiyorlardı. Kazma kürekleri bu ihtimalden yola çıkarak almışlardı yanlarına. Düşüncesi bile onları kahretse de bu tedbiri düşünmek zorundaydılar.

Zinar, yaşadığı üzüntü ile mahcup mahcup yürürken Xerîb’i dağlara getirdiği ilk günleri anımsadı. Sara ise onun yaşadığını hissediyor, bu hisle yürüyordu. Bu defa öncülük eden, komutanları Doza idi. Komutan Doza daha sonra Amed’de çıkan bir operasyonda, 2017 yılında şehadete ulaşacaktı. Amed'de sevilen, emek veren bir komutandı. Arkadaşları ona gelme, tehlikelidir dese de, komutan Doza kimseyi dinlemeden yoldaşını o durumdan kurtarmak için yola koyuldu.

Gittikçe yakınlaşmışlardı. Sara deliği aramaya çalışırken, Zinar sanki onun şehadetiyle karşılaşacakmış gibi, ayakları onu geri geri götürüyordu. Gözleri nemlenmiş, başını öne eğmişti. Ve kendi kendine ‘benim hatamdı’ diye tekrar ediyordu.

Tam bu esnada Sara çığlık çığlığa: “Heval Zinar, Xerîb yaşıyor! Xerîb yaşıyor” diye sevinç çığlıkları atıyordu. Zinar karmaşık duygular içerisinde, kaldığı yerde çömelmiş, bembeyaz kara bakıyordu.

Komutan Doza “Xerîb!” diye bağırıp onun delikten çıkmasını sağlıyordu.

Xerîb, bu sesi duyarken acaba rüyada mıyım diye düşünürken aniden, “Bu heval Doza’nın sesi” diyerek kafasını delikten dışarı çıkardı ve ağlamaya başladı. Bunlar sevinç gözyaşlarıydı.

Komutan Doza hemen Xerîb’in üstünü değiştirip battaniyeye sardı. Ona “Şimdi canın ne istiyor” diye sordu. Xerîb'in aklına sadece çay geldi. “Sıcak bir çay olsa da içsek… Fena mı olur” diyerek gülümsedi. Doza yanında bulunan küçük bardakta çay yaparak; “Sana bu çayı, burada içireceğim, merak etme” dedi. O an herkes derin düşüncelere dalmışken, Xerîb de sıcak çayını yudumluyordu fakat hiçbir şeyin arkadaşlarının sıcaklığının yerini doldurmaya yetmeyeceğini düşündü. 

BU HİKAYELERİN DİLDEN DİLE ANLATILMASI GEREK

Çaydan sonra yola koyulmaları gerektiğini söyledi komutan Doza. Xerîb’in birkaç çorap daha giymesinin iyi olacağını düşünerek tekrar çoraplarını değiştirmeye karar verdi. Xerîb, hafiften doğrulup çoraplarını çıkarmaya başladı. Ayaklarına bakarak, “A heval Doza, ben uyurken ayaklarıma kına mı yaktınız?” Doza, Zinar ve Sara hayretler içerisinde ona bakmadan başlarını öne eğdi. Komutan Doza, “O kına değil, ayakların kangren olmuş” dedi zorlukla. O anda Xerîb, Zinar’ın yüzüne bakarak derinlere daldı. Sanki altı ay önce kuryesi olan Zinar’ın yolda yaptığı şaka gerçekleşmişti: “Heval karda çok kalırsan ayağın yanabilir ve sonra da kangren olur.”

Daha önce kangrenin ne olduğunu bilmiyordu. Zinar ona anlatmıştı. Fakat o, bunun sadece bir hikayeden ibaret olduğunu sanmıştı. Zinar ise sadece yeni olduğu için şaka yapmak istemişti. Hepsi buydu… Xerîb ve Zinar yüz yüze geldiler o anda. Bir söz gerçekleşmişti. Belki de Zinar farkında olmadan, altı ay sonra olacakları hissetmiş ve o his dile gelmişti. Ve sonra Xerîb’i sırtlarına alarak Serê Spî’den uzaklaşmaya başladılar.

Aslında orada yaşanan sadece Xerîb’in hikayesi değildi. Yıllar önce aynı yerde, aynı mücadele içerisinde aynı hikayeyi yaşayan yoldaşlarının ortak hikayesiydi. Ve Xerîb onlarla aynı duyguları yaşıyordu. Hikaye kendisini yaşatıyordu. Ve şimdi Xerîb onları daha iyi anlıyordu. Özgürlük yolcusu Xerîb'te yoldaşlarının hikayesi dile geliyordu. Ben bu hikayeyi dinlerken sadece kendime şunu söyledim: “Geriye kalan sadece onların hikayesidir ve bunların dilden dile anlatılması gerekir.”