Zap destanından Garê bozgununa

Türk medyası Zap savaşını “Karakışta Güneş Doğdu” gibi manşetlerle duyururken, televizyon ekranlarına çıkan uzmanlar “Bu defa PKK’nin işi bitirilmeden dönülmeyecek” diyordu. Ancak Türk ordusu tarihinin en büyük yenilgilerinden birini Zap’ta yaşayacaktı.

2007 Kürt özgürlük mücadelesi açısından en kritik yıllardan biri olarak kayıtlara geçmişti. Küresel güçlerin desteğini alan Türk devleti, PKK hareketine dayattığı tasfiye konseptinin 2000’lerin ortasındaki önemli ayağı bu yıl hayat bulacak, buna karşı da Kürdistan gerillasının silahlı direnişi 2007’nin planlarını alt üst edecekti.

2007 yılında ardı ardına yaşanacak kritik gelişmeler, Türk Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın ABD’ye yaptığı geziyle start aldı. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve dönemin diğer Beyaz Saray yetkilileriyle görüşen Büyükanıt’ın gündeminde PKK ile mücadele planı vardı. 17 Şubat 2007 günü Washington’da yaptığı basın toplantısında Büyükanıt, planladıkları “sınır ötesi operasyon” için ABD’den destek istediklerini şu sözlerle ifade ediyordu: “Açıkça ifade ediyorum ki Irak tarafı PKK’ya teslim edilmiştir. Bunu ABD yetkililerine çok açıkça izah ettim. Bunu kabul etmek mümkün değil. PKK bundan yararlanıp ülkeme zarar veriyorsa Türkiye’nin tedbir almasının zorunluluğunu söylemek isterim."

İMRALI’DA ZEHİRLEME GİRİŞİMİ

Büyükanıt ve ekibinin yeni savaş hazırlığı yaptığı günlerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın esir tutulduğu İmralı adasında da ilginç bir gelişme yaşanacaktı. Kürt Halk Önderi’nin iradesinin her türlü tecrit ve işkence yöntemiyle kırılamaması, dışarda da milyonların onun için “Benim siyasi irademdir” diyerek kenetlenmesi, Türk devletinin İmralı’da yeni yöntemler denemesine yol açmıştı. Abdullah Öcalan’ın zehirlenmiş olabileceği ihtimali üzerine 2007 yılının başında kendisinden alınan saç örnekleri İtalya ve İsveç’te iki ayrı laboratuvarda incelemeye alındı. Kürt kamuoyunun merakla beklediği açıklama, 1 Mart 2007 günü Roma’da yapıldı.

Basın toplantısında saç tellerinden alınan örneklerde Abdullah Öcalan’ın zehirlendiği ifade edilirken, Kürt özgürlük mücadelesinden peş peşe açıklamalar geldi. Bunun üzerine başta Avrupa’da olmak üzere dünyanın birçok ülkesi ile Kürdistan’da yüzbinlerce insan sokaklara çıkarak “Sağlığı sağlığımızdır” diyerek Kürt Halk Önderi’nin zehirlenmesine karşı harekete geçilmesini talep etti. Fransa’nın Strasbourg kentinde, 11 Nisan 2007 günü 18 Kürt siyasetçi ve aktivistin yaptığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi ve dünya çapındaki direniş hareketinin ardından Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi (CPT) İmralı’ya heyet göndermek zorunda kaldı.

AKP-ORDU KAVGASININ FATURASI KÜRTLERE KESİLDİ

12 Nisan 2007 günü Türk Genelkurmay Başkanı Büyükanıt karargahında basının karşısına çıkarak, aylarca hazırlığı sürecek ve güya Kürt gerillasına “büyük darbe” vuracak operasyonu ilk kez duyurdu. “Asker olarak baktığım zaman Kuzey Irak'a operasyon yapılmalı. Bir sınır ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım” diyen Büyükanıt, iktidardaki AKP’ye “elini çabuk tut” mesajını veriyordu.

Türkiye’nin siyaset tarihine AKP’nin ilk cumhurbaşkanını seçtireceği meclisteki ilk oylamanın ardından gece saatlerinde “27 Nisan muhtırası” olarak geçen Büyakanıt imzalı laikle ilgili yaptığı açıklamayla devlet içindeki kriz zirveye çıkarken, Kürt halkına topyekun savaşı dayatan konsept iki tarafın “buluşma noktası” olacaktı.

4 Mayıs 2007 günü Dolmabahçe sarayında bir araya gelen Büyükanıt ve Erdoğan Kürt inkarı ve imhası konusunda uzlaşma sağlarken, Kürdistan’da savaşı derinleştirmek için Büyükanıt’ın sözünü ettiği “siyasi irade” de sahneye çıkmış, inisiyatif tamamen artık Türk ordusundaydı. Büyükanıt’ın kafasındaki “büyük operasyon” planının ilk aşaması böylelikle tamamlanırken, sıra savaşa karşı çıkacak Türkiye’deki demokratik güçlerindeydi. 8 Haziran 2007 günü yine gece yarısı bildiri yayınlayan Türk Genelkurmayı “Her fırsatta, yurt içinde ve yurt dışında barış, özgürlük ve demokrasi gibi insanlığın yüksek değerlerini, terör örgütüne paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların, bu olayların gerçek yüzlerini görme zamanı artık gelmiştir” diyerek bütün toplumsal kesimleri tehdit etti.  

KCK’NİN KURULUŞ İLANI

2007’nin bahar ayında Kürt özgürlük hareketindeki bir kritik eşik de Medya Savunma Alanları’nda aşılacaktı. 16-22 Mayıs tarihleri arasında toplanan KONGRA GEL 5. Genel Kurulu’nda Koma Komalên Kurdistan (KKK)’nin ismi Koma Civaken Kurdistan (Kürdistan Topluluklar Birliği- KCK) olarak değiştirildi. KCK, KKK’den farklı olarak bütün parçaların temsil edildiği çatı örgütü fonksiyonunu görecekti. Aynı yılın yaz ayında yapılan genel seçimlerine “Bin Umut Adayları” adıyla bağımsız giren 22 milletvekili çıkartan DTP mecliste grup kurdu. Bu gelişme, 1994 yılında Kürt vekillerin yaka paça gözaltına alınarak meclisten çıkartılmasından 13 yıl sonra geldiği için bir dönüm noktası olarak yakın tarihe geçti.

2007’in sonbaharında ise Kuzey Kürdistan’daki halkın örgütlenmesi için önemli bir yere sahip olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin kuruluşu ilan edildi. Şüphesiz Kürt cephesinde ardı ardına cereyan eden bu gelişmeler Ankara’yı daha telaşlandırıyordu. Halk Savunma Birlikleri (HPG) 1 Ekim 2006 günü ilan edilen tek taraflı ateşkesten dolayı savunma konumunda olmasına rağmen, Türk ordusunun provokasyon ve saldırıları yaz aylarından itibaren artacak, peş peşe Kürt halkına yönelik iki katliam girişimi yaşanacaktı.

GÜNEY VE KUZEY’DE İKİ KATLİAM…

14 Ağustos’u 15 Ağustos’a bağlayan gece, ‘gıda yardımı’ görünümünde hareket eden dört kamyonla Şengal bölgesinde iki Êzidî köyünde terör saldırısı gerçekleştirildi. 250’den fazla kişinin katledildiği bu saldırı Êzidî halkı tarafından “73'ncü ferman” olarak anılırken, daha sonraki yıllarda bu bölgede yaşanacak gelişmeler, 2007’nin o yazında Êzidîlerin hedef seçilmesinin tesadüf olmadığını gösterecekti.

2007’nin ikinci katliamı ise 30 Eylül Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde gerçekleşti. Bir minibüsü tarayan Türk devletine bağlı çeteler, aralarında 7 korucunun olduğu 13 Kürdü katletti. Saldırının hemen ardından Türk Cumhurbaşkanı Gül “Terörün gerçek yüzünü bütün acımasızlığıyla ortaya koyan insanlık dışı saldırı” açıklamasını yaparken, HPG bu olayla hiçbir alakalarının olmadığını deklere etti. Aynı şekilde KCK de AKP ve Türk ordusunun Beytüşşebap’taki bu katliamının sorumlusu olduğuna dikkat çekmesine rağmen, Türk devlet yöneticileri savaş çığırtkanlığı yaparak yeni konseptleri için kamuoyu oluşturuyordu.

Beklenen gelişme 17 Ekim 2007 günü yaşandı. Meclis’e gönderilen yeni savaş tezkeresi 507 oyla kabul edildi. DTP’li vekiller dışında bütün vekillerin “evet” oyu verdiği tezkerenin ardından Ankara’da savaş hazırlıkları hızlandı. Dönemin Türk başbakanı Erdoğan “ABD binlerce kilometre uzaktan gelip Irak’ı vurduğunda, kimseden izin istemedi” diyerek Kürt özgürlük mücadelesine karşı yeni savaşı yürütecek Büyükanıt’ın takımına tam destek veriyordu.

Oramar bölgesinde bulunan Türk ordusuna ait Komanda Taburu’na yönelik 21 Ekim 2007 gecesi gerillanın yaptığı şok baskın ise o günlerde Ankara’da deprem etkisi yaratacaktı. Onlarca askerin öldüğü baskında 8 asker HPG güçlerinin eline esir düşmüş, Büyükanıt hala “Bize acı çektirenlere hayal bile edemeyecekleri yoğunlukta acı çektireceğiz” diyerek altından kalkamayacakları yeni bir savaş konseptinde ısrar ediyordu. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’ndan “Türk ordusu ve devleti şiddetten vazgeçerse biz her zaman çözüm projesini görüşmeye hazırız” açıklaması geldi. 4 Kasım günü bu açıklamanın iyi niyet göstergesi olarak esir askerler serbest bırakırken, asıl kritik gelişme bir gün sonra Washington’da yaşanacaktı.

5 KASIM GÖRÜŞMESİ VE İLK SALDIRILAR…

5 Kasım 2007 günü soluğu Beyaz Saray’da alan Erdoğan, ABD Başkanı George Bush ile yaptığı görüşmeden PKK’ye karşı birçok alanda destek sözü aldı. İstihbarat paylaşımından her türlü teknolojik desteğe kadar ABD’nin bütün imkanları Türk devletine sunulurken, Güney Kürdistan’a yönelik yeni işgal saldırısına da yeşil ışık yakılıyordu. Türk ordusu en son 1998’in baharında “Murat” adıyla Güney Kürdistan topraklarına karadan girerek büyük saldırı planını hayata geçirmiş, ardından da Saddam Hüseyin’in rejiminin yıkılmasını takip eden yıllarda da yeni girişimlerde bulunmuş, ancak onay alamamış, hatta saldırı hazırlığı içindeki askerlerinin kafasına ABD askerleri çuval geçirerek gözaltına almıştı.

5 Kasım görüşmesinden hemen sonra yeni işgal saldırısı için Medya Savunma Alanları’na yönelik ABD ve İsrail yapımı İnsansız Hava Araçlarının (İHA) keşif uçuşlarının başlatılmasıyla düğmeye basıldı. 2 Aralık 2007 günü Hakkari’nin Çukurca ilçesi sınır hattında Türk ordusunun karakol ve askeri üslerine ait topçu bataryalarından Zap ve Zap’a bağlı Çemço alanına havan, obüs ve katuşalarla yapılan saldırı işgal harekatının ilk adımı atıldı. Bunu 16 Aralık gecesi saat 01.00’de Kandil’den Zap’a kadar uzanan gerilla alanlarında 50’nin üzerinde savaş uçağının katıldığı hava saldırısı takip etti.

Ertesi gün bu kez Türk ordusu Xakurke’nin Geliye Reş bölgesinde özel askerlerden oluşan 500 kişilik bir birlikle tank, kobra helikopter ve savaş uçakları eşliğinde bir kara operasyonu düzenledi. Topçu atışlarıyla güvenli bir koridor oluşturarak ilerlemek isteyen Türk ordusu birçok noktada gerillanın direnişiyle karşılaşınca, güçlerini 19 Aralık’ta geri çekmek zorunda kaldı. Aynı günlerde İran rejimi de Ankara’ya “PKK’ye karşı her konuda ortak mücadeleye hazırız” mesajını veriyordu. Türk savaş uçaklarıyla eş zamanlı olarak İran ordusu sınır hattına yakın gerilla bölgelerini bombalayarak yeni savaş konseptinin bir parçası oluyordu.

20 ŞUBAT SABAHI BAŞLAYAN ZAP SAVAŞI…

2007’nin Aralığın başından 2008’in Şubat ayının ortalarına kadar devam eden saldırı ve işgal girişimleri Türk ordusunun asıl büyük savaş için hazırlık olarak yorumlanıyordu. PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan daha sonraki bir değerlendirmesinde o süreci şöyle anlatacaktı: “2,5 aylık sürede yaşanan saldırıları Zap operasyonuna gidişte gerillayı kendi kamplarında vuran, darbeleyen, rahatsız eden, taciz eden, dolayısıyla da dengesini, mevzilenmesini yıpratmaya, bozmaya götüren çabalardı.” Aynı şekilde HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal da Türk ordusunun o girişimlerini “hedefi baskı altında tutabilmek ve diğer yandan hazırlıklarını tamamlamaya çalışma” olarak adlandıracaktı.

Gerilla cephesi o günlerde büyük bir meydan muharebesine hazırlıklı olduklarını birçok kez ifade ederken, asıl saldırı dalgası 20 Şubat 2008 günü sabah 09.30-10.00 sularında HPG Anakarargahı’nın bulunduğu Zap alanına yönelik Türk savaş uçaklarının bombardımanıyla başlatılacaktı. Öğleden sonra saat 17.00’a kadar aralıksız süren saldırılarla eş zamanlı olarak sınır üzerindeki karakollardan ağır topçu atışları yapıldı. Bombardıman altında ilerleyecek Türk askerinin amacı Zap ile Zagros bölgesinin arasında kalan bağlantı bölgesi olan Çemço’yu kontrol altına almaktı.

O dönem HPG Anakarargahı’nı sevk ve idare eden Anakarargah Komutanı Dr. Bahoz Erdal Zap savaşının ilk saatlerini ve Türk ordu güçlerinin hedeflerini daha sonra ayrıntılarıyla şöyle anlatacaktı:

“Bombardıman altında Türk ordusu üç cepheden harekete geçti. Hakkari cephesinden Serê Sevê taburu üzerinden hareket edildi. Hedefleri Çiyayê Reş alanını ele geçirmekti. Burası üzerinden Zap suyu üzerine gelecek, batı yönünden Zap’ı çembere alacaklardı. Diğer bir cephe Êrîş Karakolu üzerinden Xerekol tepesi, oradan da Şikefta Birîndara tepesini ele geçirmek istiyordu. Zap alanı üzerindeki en hakim dağdır orası. Eğer orası ele geçirilirse karargah alanı da kontrol altına alınmış olacaktı. O yüzden bu cephenin esas hedefi Şikefta Birîndara’yı ele geçirmekti. Orayı düşürüp yerleşmek istiyorlardı. Üçüncü cephe de yine Êrîş Karakolu hattı üzerinden Bircela, Küçük Cilo, Şamkê hattını takip ederek Çemço ve Sîda alanına gelmekti. Bu cephenin amacı da karargahı doğu tarafından çembere almak, arkasına sarkmaktı. Bir anda ele geçirmek için şaşırtmak istiyorlardı. İki tugaya yakın asker hızlı bir şekilde hareket ederek arkadan dolanmayı ve karargahın doğu ve güney uçlarını kapatmayı hedefliyordu.”

‘ASKERİ ZAFERİ’ SADECE MANŞETLERDE KALDI

Türk devletinin resmi kayıtlarına göre 20 Şubat saat 19.00’da başlayan “operasyon” çerçevesinde 21 Şubat’ın ilk saatlerinde ilk Türk ordu birlikleri de sınırı geçerek Güney Kürdistan topraklarına girdi. Sayıları 10 bini geçen “Dağ komando birliği” ve “özel harekât timleri”ne termal kameralı M60 Patton tankları ve 20 tane F-16 savaş uçağı eşlik etti. Savaşın başladığının duyulmasının hemen ardından televizyon ekranlarına çıkan emekli Türk generalleri ve “strateji uzmanları” “Bu defa PKK’nin işi bitirilmeden dönülmeyecek, ordu bahar temizliği yapacak” diyordu. Ertesi gün ise gazeteler tek merkezden hazırlanmışçasına şu manşet ve spotlarla çıktı:

Hürriyet: “Karakışta Güneş Doğdu- Harekata Şehit Onbaşı Kasım Aksoy’un 3 yaşındaki kızı Güneş’in adı verildi. PKK’nın lider kadrosu panik halinde güneye kaçıyor”

Zaman: “Bin Terörist Namlunun Ucunda- TSK, yaklaşık bin teröristin barındığı Hakurk üçgenini adım adım tarıyor”

Sabah: “Yastan Cepheye- Harekatı 15 gün önce eşini kaybeden Korgeneral Kalyoncu yönetiyor”

Milliyet: "Terör Yuvasına Kış Baskını- Kuzey Irak’a giren Türk birlikleri PKK’lılarla sıcak temas sağladı.”

Star: "Kış Uykusunda Baskın- Kışın kara harekatı olmaz ezberi bozuldu. PKK kamplarına hava operasyonlarının ardından 10 bin askerle kara harekatı da başladı.”

Tercüman: "Dünyaya Parmak Isırtan Harekat- Helal Sana Yiğit Askerim”

Taraf: “Müsaitseniz Geliyoruz- Beklenen kara harekatı başladı. Bütün sayın dış liderler önceden bilgilendirildi.”

Ancak Türk ordusuna atfedilen “zafer” sadece Türk medyasının manşetlerinde kalacaktı. İlk sıcak temasın yaşandığı Çiya Reş’de Türk ordusu da ilk darbesini almış, çok sayıda asker ölürken, saldırının bu cephesi daha ilk günde kırıldı. Peşi sıra birkaç gün içinde diğer cephelerde de arka arkaya darbe alan Türk ordusu Kürdistan’ın derinliklerine takılıp kalmıştı. Türk askerleri “şok” baskından savunma pozisyona girerken, neye uğradığını şaşırmıştı.

Türk devleti üstelik beklediği desteği Güney Kürdistan’dan alamamıştı. 26 Şubat’ta 2008 tarihinde toplanan Hewlêr’deki parlamento saldırıyı kınarken, Türk ordusuna ait bölgedeki üslerin kapatılmasını karara bağladı. İşgal saldırısına sert tepki gösteren Güney Kürdistan halkı da Amediye, Deralok ve Kanimasi’deki Türk birliklerin harekete geçmesini engelledi. Operasyonun hedeflenen sonuçları ortaya çıkarmayacağı, tam tersi askerin bölgede kaldığı sürece daha büyük zayiatlar vereceğini anlayan Türk devlet yetkilileri geri çekilme için alelacele formüller aramaya başladılar.

‘SIWAR HATIN PEYA ÇÛN’

Ankara’da toplanan devlet zirvesinin ardından 29 Şubat 2008 günü Türk askerlerinin çekilmesine karar verildi. Türk basınındaki bazı kalemler geri çekilme için “sürpriz” diyecekti, çünkü Ankara’da konuşulan askerin bahar ayları boyunca “sınır ötesinde” kalmasıydı. Türk Genelkurmay Başkanı Büyükanıt çekilmeyi “Yağdan kıl çeker gibi çekildik” diye duyuracak, ardından 3 Mart günü genelkurmayda basına vereceği brifingde “Geri çekilmede bir tek askerimizi dahi yitirmedik” diyerek esas başarının operasyonda değil, geri çekilmede yakalandığını açıkça itiraf edecekti.

Kürt basını ise “Siwar hatin peya çûn” (Atlı geldiler, yaya gittiler) manşetiyle gerillanın Zap destanını duyuracaktı. HPG’nin operasyon ardından yayımladığı bilançoda şu bilgileri verdi: “TC kara harekâtında toplam 125 Türk askeri öldü, yüzlerce asker de yaralandı. Çatışmalarda 9 gerillamız şehittir, 6 gerillamız da hafif yaralanmıştır. Bir kobra helikopteri düşürülmüş, 8 silah ve çok miktarda mühimmat ile askeri malzeme ele geçirilmiştir.” Türk ordusu ise kendi kayıplarını 27, gerillanın kaybının ise 240 olduğunu iddia etti.

Ancak dünya medyası, hatta dönemin Türk basınının önde gelen kalemleri Zap’taki yenilginin farkındaydı. İşgal harekâtına katılan bir Türk askeri 4 Mart 2008 günü Milliyet gazetesine verdiği röportajda yenilginin faturasını Kürdistan’ın asi coğrafyasına kesecekti: “Irak’ın kuzeyindeki bölgeler sanki doğal bir kale görünümünde. Saklanabilecek, siper alınabilecek sayısız yer vardı. Dolayısıyla buraları sanki bir düz ova gibi, küçük tepecikli bir bölge gibi olduğunu sananlar var. Aksine, burası derin uçurumları, ürkütücü vadileri, yüksek dağları ve her türlü tuzakların kurulabileceği bir coğrafya. Orası göründüğü gibi değil.”

10 ŞUBAT 2021 GARÊ DİRENİŞİ…

Zap’a yönelik Türk ordusunun 9 gün süren saldırısı ve yenilgisi 2008’i takip eden yıllarda Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan gelişmelere damgasını vurdu. Dönemin Kürt siyasi partisi DTP, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde elindeki belediye sayısını 99’a çıkartırken, AKP iktidarı “KCK operasyonları” adı altında yıllarca sürecek siyasi soykırım operasyonları başlattı. Türk ordusunun “sınır ötesi operasyon” adını verdiği Güney Kürdistan ve Medya Savunma Alanları’na yönelik işgal girişimleri ise aralıksız şekilde sürdü.

10 Şubat 2021 günü sabah saatlerinde ise Türk ordusu 41 savaş uçağı, çok sayıda SİHA ve helikopterlerle gerillanın üstlenme noktalarından olan Garê dağına saldırdı. 4 gün süren saldırılar 13 Şubat günü gece saatlerinde son bulurken, havadan askerlerini indirerek işgale soyunan Türk ordu güçleri Zap savaşının 13. yıldönümünde Garê’de tarihi bir yenilgi daha alacaktı.