Kürt tarihinin önemli üç ismiyle unutulmayan dostluk…

Kürt Halk Önderi’nin özellikle Osman Sebrî, Mele Evdilayê Timoqî ve İbrahim Ehmed ile dostluğu derindi. Abdullah Öcalan’ın bu isimlerle yaptığı diyaloglar Kürdistan’ın yakın tarihindeki kritik olayların aydınlanmasına da yardımcı olacaktı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1979-1998 yılları arasında kaldığı Ortadoğu’da Kürt özgürlük hareketini yönetmek ve PKK kadro/gerillalarını eğitmekle kalmadı, aynı zamanda Kürdistan’ın dört parçasından da onlarca siyasetçi, aydın ve sanatçının çekim merkezi de oldu. Özellikle 15 Ağustos 1984’te başlatılan silahlı mücadeleyle Kürdistan halkının Abdullah Öcalan etrafında kenetlenmesi şüphesiz dönemin Kürt aydın ve diğer liderlerinin de dikkati çekiyordu.

1984 sonrası Kürt Halk Önderi ile o yıllarda temas kuran belli başlı isimlerden birisi Osman Sebrî’ydi. Adıyaman'ın sınırları içinde kalan Narince köyünde 1905'te dünyaya gelen Sebrî, küçük yaşta Şêx Said serhildanına katılmış, iki amcasının idam sehpasında kaybetmiş, aç-susuz günlerce Anadolu'ya giden sürgün trenlerinde tıkalı kalmış, Xoybûn Cemiyeti'nin "gizli pusulasını" Seyid Rıza'ya ulaştırmak için 'Binxetê'den Dersim'e doğru aylarca süren zorlu bir yolculuğa çıkmış, ömrünü Rojava devrimi hayaliyle geçirmişti.

1930’lı yılların başında Rojava Kürdistan’ına geçen, orada Celadet Ali Bedirxan yönetiminde Latin alfabeleriyle çıkan ilk Kürtçe dergi Hawar’ın yazar kadrosu arasına giren Sebrî, Fransızlar tarafından Madagaskar adasına sürgüne gönderildi. 1957 yılında Halep'te küçük bir evde, Rojava'nın ilk Kürt partisi Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye (PDK-S) kurulmasına öncülük yapan Sebrî, Şam yönetiminin ağır işkencelerinden geçti, yıllarca cezaevinde kaldı.

Şam yönetiminin 1965'teki Kürt bölgelerini Araplaştırma operasyonu "Arap kemeri"ne karşı direnişi şiddetle savunan Sebrî, parti içi hizipleşmelerden dolayı 1970'lerin başında PDK-S'de istifa edip, “Ruknedin” ya da “Taxa Kurdan” (Kürt mahallesi) olarak bilinen Şam’ın bir kenar mahallesinde iki odalı, mütevazi evine çekilip ömrünün geri kalanını Kürtçe edebiyata ayırmayı tercih etmişti.

İşte 20. yüzyılın başından itibaren hemen hemen bütün Kürt hareketleri içinde yer alan Sebrî’nin hayal kırıklıklarıyla köşesine çekildiği dönemde Abdullah Öcalan ve önderi olduğu hareketin tarih sahnesine çıkması onu yeniden heyecanlandıracaktı. 1980’lerin ortasından itibaren kendisine çok yakın gördüğü Abdullah Öcalan’ı evinde birçok kez ağırlayan, onunla Şêx Said’ten Xoybûn’a, Mahabad’tan Mele Mistefa Berzanî liderliğindeki harekete kadar Kürdistan tarihinin önemli eşiklerini tartıştı.

‘HAYALLERİMİZİ GERÇEKLEŞTİRİYORSUNUZ’

Hayata gözlerini yumduğu 11 Ekim 1993’e kadar adeta Kürt aydınlanma istasyonuna dönüşen evini ziyaret eden ve Avrupa’ya çıkmak üzere olan diğer Kürt örgütlerindeki isimlere ve aydınlara "Siz Avrupa'ya giderken, Apocular ülkeye gidiyor, onlar kazanacak, siz kaybedeceksiniz" diyen Osman Sebrî, Abdullah Öcalan’a şöyle sesleniyordu: "Hayallerimizi gerçekleştiriyorsunuz, hayatımın hiçbir döneminde bu kadar gururlu olmadım.” Vefatından sonra Kürt Halk Önderi ise onu “büyük şehidimiz” olarak ilan edecek ve şu değerlendirmeyi yapacaktı:

“Büyük şehidimiz Apê Osman’ı (Osman Sebrî) sık sık ziyaret ederdim. O bizi tanıdı. Biz Apê Osman’ı tanıdık. Yüzlerce şehidimiz, ülkeye gitmeden önce onun yanına gitti. Ruhi yönden birbirini tamamladılar, moral güç aldılar. Gittiği her yerde söylerdi, -çok şey söylüyordu. Kürdistan’da 50 yılı aşkın bir süre yurtsever kalmış, kirlenmemiş, sonuna kadar bağımsızlık ve özgürlüğe bağlı ve hiç taviz vermemişti. Hepimize vasiyeti vardı. Sizlere vasiyetini sonuna kadar söyledi, bu vasiyet tutulmalıdır. Arkadaşlar anlatıyor, ölümü kabul etmediğini, gözleri ölümü reddettiğini söylüyorlardı. Evet onun rüyası Kürdistan’dı. Son görüşmemde özlemleri vardı.

Apê Osman gibi yalnız geldim. Ne bir tanıdık, ne de dost, hiç kimsem yoktu. Kimse benim kim olduğumu bilmiyordu. Başkaları da gelmişti. Geriye bir adım atmak bir ulusun ölümü olacağı için cesaret edemedik. Alelacele sınırdan geri girmek de ölümümüz olurdu. İkisini de kabul etmedik. Ne ülkeden çok uzaklaşacak, ne de tekrar öyle ölüme koşacaktık. Apê Osman 1925’lerde neden önderlik yapamadıklarını anlattı. 1945’ten sonra niçin önderlik yapılamadığını, 1960’ta bunu gerçekleştiremediklerinin nedenini anlattı. Onda yurtseverliğin kalmış olduğunu gördük. Bize cesaret verdi. Apê Osman’ın anısı üzerine sadık olduklarını söyleyenlerden istediğim, onun bir yaşamı, düşüncesi, ruhu vardı, bunlar bir şeyin üzerineydi, bir şeye bağlıydı.

Apê Osman ülkeyleydi, Kürdistan’dı. Belki ailesi geniş değildi, belki kimsesi de yoktu ama düşüncesiyle büyüktü. Büyük düşünce halkı, ülkeyi düşünmektir. Sonuna kadar birlikte olunacak, -yurtseverlik budur. Bu nasıl olur? İşte, böyle sonuna kadar bağımsızlık ve özgürlükle olur. Hiç kimseye, hiçbir devlete, hiçbir düşmana tenezzül etmedi. Böyle oluşur büyük bir millet. Bunu niçin söylüyorum? Çünkü Kürtlerde böyle insanlar çok azdır. Kürtler büyük düşünceden hemen kaçıyor, yüce ruhtan çabuk uzaklaşıyorlar. Bundan dolayı Apê Osman büyük bir yaşamın temsilcisidir. Belki siz beni şimdi tam anlamıyor, beni yalnız sayıyorsunuz, benimki öyledir. Apê Osman’ı sonuna kadar yoldaş sayıyorum, şehit kabul ediyorum. Kavgayla, güler yüzle mutlu gitti, bunun için üzülmüyorum.”

KÜRDİSTAN’IN YAŞLI ÇINARIYDI…

15 Ağustos Atılımı'nın hemen ardından PKK hareketi ve önderine yakın ilgi göstermeye başlayan bir başka isim de Kürt alim Mele Evdilahê Timokî’ydi. Gerçek adı Abdullah Beğik olan Mele Evdilahê Timokî, yaşadığı yüzyılda Kürdistan’ın önde gelen din adamlarından biriydi ve ömrünün son yıllarında ise Kürt Halk Önderi ile yoldaşlık yapacaktı. 1889’da Kozluk’un Timok (Gümüşörgü) köyünde dünyaya gelen Mele Evdilah, camilerde yurtseverliği ve sömürgecilere karşı mücadeleyi anlattığı için birçok kez Türk devletinin hedefi oldu.

1940’lı yıllardan itibaren defalarca gözaltına alınan ve işkencelerden geçirilen Mele Evdilah, 1960, 1971, 1980 darbelerinden sonra tutuklandı. Kürdistan özgürlük gerillalarının Garzan bölgesine ulaşmasından sonra evini gerillalara açan Mele Evdilahê Timokî’nin evi bir ihbar sonucu Türk devlet güçlerince basıldı. HRK gerillalarının esir düştüğü bu baskında tesadüfen evde olmayan Mele Evdilah, Kuzey'de ilerlemiş yaşına rağmen 8 ay illegal yaşayıp halk arasında gezip gerillaların örgütleme çalışmalarına katıldıktan sonra Batı Kürdistan’a geçti.

Rojava yıllarında arka arkaya birçok kez günlerce Mahsum Korkmaz Akademisi’nde Kürt Halk Önderi, PKK kadroları ve gerilla adaylarıyla kalan Mele Evdilahê Timokî özverili ve mütevazi duruşuyla dikkat çekti. Özgürlük mücadelesinin dine yaklaşımının nasıl olması gerektiği üzerinde Abdullah Öcalan ile derin sohbetler yapan Mele Evdilahê Timokî, 2 Şubat 1992 günü Hesekê’de tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini yumduğunda arkasında koca bir mücadele mirası bıraktı. Vefatından sonra Kürt Halk Önderi onun bu mücadelesini şu sözlerle anlatacaktı:

“Melê Abdullah 50-60 yıl Mustafa Kemal’in zulmüne karşı durmuş, sakalını kesmemiş. 97 yaşında olmasına rağmen yanımıza geldiğinde 18 yaşında bir delikanlı gibiydi. Gerilla nizamıyla hareket ediyordu. Kürdistan’ın direnen en eski tarihi kişiliği, halkımızın şeref ve onuru gerçek Mele’yi Mele Evdillah’ı anarken; buna vereceğimiz en iyi cevap, O’nu yeniden yaşamak, zaferde gerçekleştirmektir.

Partimizin ve benim çok saygı duyduğumuz, halkımızın da çok iyi tanıdığı, 100 yaşına varan çok değerli Melê Evdillah’ı şehit verirken, bir yandan da kendisinin “Biraz daha yaşayıp da şu bağımsız Kürdistan’ı göreyim” vasiyetine gerçeklik kazandırmak için mücadelemizin önlenemez bir gelişimle bugünü yaratmasına coşkuyla sevinir ve bugünü yakalamanın bütün anlamını halkımız ve partimiz iliklerine kadar duyarken, fiziki anlamda da olsa O’nu kaybetmiş olmanın üzüntüsünü de iç içe yaşadık.

Mele Evdillah Kürdistan halkının temiz, boyun eğmemiş bir kişiliği olarak özellikle din sahtekarlığı biçimindeki her türlü yabancılaşmaya, satılmaya, ajanlığa karşı çok iyi bir mücadele vermiş ve hele hele Kemalizm’in 70 yıllık tarihine olduğu kadar, ilkel milliyetçiliğin de 50 yıllık tarihine kararlı bir biçimde karşı koyabilmiş ve en sonunda da PKK ile muradına ermiştir. PKK gerçekliğinde kendi gerçekliğini kaynaştırmış, bundan büyük mutluluk duymuş, 15 yaşındaki bir delikanlı, PKK’li bir delikanlı gibi hareket etmiş olan bu büyük insanı ne kadar iyi tanısak, ne kadar iyi kavrasak ve bu temelde halkımıza ne kadar iyi kavratsak yeridir, bu vazgeçilmez bir görevdir. O gerçekten bağımsızlık soyağacının ta kendisidir.”

İBRAHİM EHMED’İN ULUSAL BİRLİK HAYALİ…

1990’lı yılların başında PKK öncülüğündeki hareketin dalga dalgaya bütün Kürdistan’a yayılması, o dönemlerde zorlu bir mücadeleden geçen Başurlu (Güneyli) aydınları da heyecanlandırıyordu. PKK’yi ve Abdullah Öcalan’ı merak eden bir grup Güney Kürdistanlı aydın bir heyet halinde 1991 yılının kışında Mahsum Korkmaz Akademisi’ne gitti. Kuzeydeki özgürlük hareketini yakından tanımalarına vesile olan bu ziyarette Güneyli aydınlar, Kürt Halk Önderi’nin oldukça etkilenir.

Daha sonra birçok kez Abdullah Öcalan’la yüz yüze görüşme fırsatı yakılacak olan heyetten şair-yazar M. Emin Pencewinî, Mahsum Korkmaz Akademisi’ndeki izlenimlerini ANF’ye verdiği bir söyleşide şöyle anlatacaktı: “Öcalan’ın yakın ilgisiyle karşılaştık. 700 kişilik kamptaki disiplin dikkat çekti. Özellikle de gerilla adaylarının yemin törenleri beni çok etkiledi. O tablo benim için çok yeniydi, sadece Kürt hareketleri içinde değil, bütün Ortadoğu'da yeniydi.”

Pencewinî’nin aracılığıyla 1990’lı ilk yarısında Güney Kürdistan’dan bir isim; İbrahim Ehmed, Abdullah Öcalan ile temasa geçecektir. 1914 yılında Süleymaniye’de dünyaya gelen, gençlik yıllarından itibaren Kürt hareketleri ve yazı dünyasının içinde yer alan yazar/siyasetçi Ehmed, 20. yüzyıldaki Güney Kürdistan tarihinin sadece canlı tanığı değil, aynı zamanda önemli isimlerinden birisiydi.

Mele Mistafa Berzani’nin Sovyetlere gidişinin ardından Irak Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-I)’ın liderliğini üstlenen ve 1953-61 yılları arasında da genel sekreterliğini yapan İbrahim Ehmed, ardından da “Eylül devrimi” olarak Kürt tarihine geçen Güney Kürdistan’daki hareketin lider kadroları arasına girdi, 1975’teki yenilginin ardından ise aktif siyaseti bırakıp İngiltere’ye yerleşmiş, Abdullah Öcalan’ın tarih sahnesine çıkıp kitleleri etrafında toplamadan önce Osman Sebrî ve Mele Evdilahê Timokî gibi deyim yerindeyse köşesine çekilmişti.

1994 yılında Kürt tarihçi Muḥammad Resul Hawar ile Kürt Halk Önderi’ni Şam’da ziyaret edecek olan İbrahim Ehmed ilerlemiş yaşındayken yeniden heyecanlanacaktı. Bu arada diğer Kürt hareketlerinin neden başarılı olmadığı, özellikle de Mele Mistefa Berzanî önderliğindeki mücadelenin karanlıkta kalmış ayrıntılarına ilişkin uzun uzadıya Abdullah Öcalan ile yapılan sohbetler yakın Kürdistan tarihinin bir muhasebesi gibidir. Zaten Muḥammad Resul Hawar ve İbrahim Ehmed daha sonraki yıllarda o diyaloglarını “Dadgayê Mêjû” (Tarihin Mahkemesi) adıyla Kürtçenin Sorani lehçesinde kitap hale getireceklerdi. 8 Nisan 2000’de İngiltere’nin başkenti Londra’da 86 yaşındayken vefat eden İbrahim Ehmed o sohbette şöyle diyordu:

“Ulusal kongre Kürt halkı için çok doğru ve önemlidir. Kürt halkının temsilini yapma, sesini duyurabilme, dışarıyla ilişkilerin geliştirilmesi açısından ulusal kongre bir gerekliliktir. Gördüğüm en önemli eksiklerden biri de; Kürt halk hareketlerinin 1940’tan beri böyle bir oluşumdan yoksun olmalarıdır. Şimdi, zamanı gelmiştir, acilen üzerinde durmamız gerekir. Kürt halkının düşmanları 1937’de Sadıabat’ta kendi aralarında anlaşma yaparken, o zaman Kürtler de böyle bir şey düşünüp; Kürt örgütleri, hareketleri, aşiretleri, önderleri toplanıp, düşmanın bu ittifakına karşı, bir Kürt birliği oluşturmalıydılar.

1992’de ben ve arkadaşım Hawar ile konuştuk ve ‘ulusal kongre yapılmalıdır’ dedik. Kürt partileri, ileri gelen şahsiyetleri bir araya gelip bir birlik kuramadılar. Apo kardeşimin görüşünü de 1992’de Talabani’nin yoluyla öğrendik. Ulusal kongreyle ilgili görüşlerini o zaman öğrenmiştik, biz Mam Celal’e sorduk, ‘bizim böyle bir düşüncemiz var. Acaba PKK bu karara katılacak mı? Yoksa katılmayacak mı?’ Mam Celal bize dedi ki; yüzde yüz katılır. Zaten bu karar PKK’nin kararıdır. Biz yapmazsak da PKK yapar. PKK’nin bizden daha fazla bu iş için çalıştığını görüyorum.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ise İbrahim Ehmed’in bu sözleri karşısında üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen hala Kürt ulusal kongresi için geçerliliği koruyan şu tarihi değerlendirmeyi yapacaktır: “Ben de Mamoste’nin çağrısına katılıyorum. Kendisinin Kürtlük için büyük emeği olmuştur. Şu anda bir araya geldik. Bu birlikteliğimiz Kürt halkı için önemli bir adımdır. Umarım bunun üzerine ulusal kongreyi yaratacağız. Sonuçta hepimizin yeri ulusal kongredir. Mamoste’nin gelişine pek sevindik. Mamoste on sekiz yaşında bir genç gibi. Mamoste Hawar’da da bu sevinci görüyorum. Bu ulusal bir ruhtur, devrimci bir ruhtur…”