Şemzînan ve gerillası - II

Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından Xakûrkê’den Şemzînan’a ulaşıyoruz. Başından beri Kürt özgürlük mücadelesinin önemli alanlarından olan Şemzînan’da gerillaya tanıklık ettik.

Gerilla Zagros’u dinlerken Şemzînan’daki yürüyüşümüze devam ediyorduk. Bir dağ yamacında kısa bir mola verirken karşımdaki diğer dağlara doğru ve vadilere baktığımda ne kadar kudretli bir manzaraya sahip olduğuna tanıklık ediyorum. İnsan aşağıdan bile bu dağlara baktığında başı dönüyor. Derin uçurum ve keskin kayalardan oluşan vadiye nasıl bir yol gider diye düşündüm. Gerilla Zagros’a vadiye doğru inecek miyiz, diye sordum. Zagros, yol güzergahımızın kısa bir süre sonra bizleri vadinin derinliklerine doğru götüreceğini söyledi.

Mola bitmiş ve tekrardan yürüyüşümüze başlamıştık. Kısa bir süre sonra vadiye girer girmez sert ve oldukça serin bir hava karşıladı. Üzerinde yürüdüğümüz patika ise sanki insan eliyle inşa edilmişti. Özellikle birçok yerde kayalar kırılarak geçiş yerleri yapılmıştı. Ne zamandan beri bu patikanın kullanıldığını kimseler bilemiyordu.

Vadinin içinden yukarıya doğru baktığımda her iki yakasının da yüzlerce metrelik uçurum olduğunu, mevcut patikadan başka hareket alanımızın olmadığını gördüm. Hava yavaş yavaş kararıyordu ve biz patikadan ilerlerken vadideki su da sessiz bir şekilde akıyordu. Bu akarsuyun mevsim itibariyle yılın en sakin halini yaşadığını söyleyen gerilla Zagros, bu haliyle dahi bir insanı alıp götürebilecek kadar hırçın olduğunu da ekledi.

Hakkâri ve Zagros dağlarında Qevi denilen kar kütlelerinin erimesi ve bu suların birleşmesi sonucu oluşuyormuş. Vadide esen havanın Hakkari’nin ve Zagrosların buzul dağlarının havası olduğu anlaşılıyordu. Hava kararmadan birkaç kare yakalamak için elimdeki makine ile dikkatimi çeken manzarayı çekmeye çalıştım.

TELEFERİK MESELESİ

Hava karardı ama vadinin içinde suyun paralelinde ilerleyen patikamızda yolumuza devam ediyorduk. Belli bir noktadan sonra suyun karşısına geçmemiz gerektiğini söylendi. Suyu nasıl geçeceğimizi düşünürken birden patikadan çıkarak kendimizi suyun yanına bıraktık. Karşımızda duran teleferik bizi bekliyordu. Gerillalar bize “Bedava geçiş yok buradan, parasını veren geçer” diyerek takılıyor. Metrelerce uzunluktaki teleferik, kalın çelik halatların gerilmesiyle hazırlanmış ve içine üç kişinin yerleşebileceği tahtadan bir yer yapılmıştı. Hareket edebilmesi için makaraya her iki taraftan kalın ipler bağlanmıştı. Önce gerilla Zagros geçti suyun karşısına. Daha sonra gerilla Bahtiyar. Sıra bizdeydi. Boş teleferiği kendimize doğru çektik. Gerilla Zana ile birlikte teleferiğe bindim. Kuryelerimiz Zagros ve Bahtiyar, çekmeye başladılar. Teleferik ilerledikçe ben de altımızdan sessiz ve sinsice geçen suya bakıyordum. Suyun ortalarına yaklaştığımızda sakin ve durgun akan akarsuyun oldukça derin olduğunu görüyordum. Kısa bir süre sonra biz de suyu geçtik ve teleferikten indik.

Bu tehlikeli geçişten sonra bu şaheseri nasıl yaptıklarını sordum. Gerilla Zagros, “Bu malzemelerin her biri çok ağır ve ancak bir şekilde taşınabiliyor. Bu malzemeler gerillanın teleferik ustaları tarafından en uygun yer seçildikten sonra teleferik yapılmak üzere hazırlanıyor. İhtiyaca göre arkadaşlarımız gelip günlerce çalışıyorlar ve teleferiği yapıyorlar. Yapılan bir teleferik hemen kullanılmıyor bir dönem denendikten ve sağlam olduğundan emin olduktan sonra geçişlere izin veriliyor” diyor.

GERİLLA ZAGROS

Suyun karşısına geçtikten iki saat sonra bir gerilla grubunun yanına vardık. Birçok alandan gelip başka yerlere giden gerillaların dinlenme mekanıymış. Nöbetçi gerilla bize hemen akşamdan hazırlanmış olan mercimek çorbası ve zeytin getirdi. Yemeklerimizi yerken diğer taraftan da sohbet ediyorduk. Sohbetimizin en renklisi, şüphesiz gerilla Zagros ile oldu.

Zagros, Rojavayê Kurdistan’dan. Efrînli bir HPG gerillası. 2008’de Lübnan’da PKK saflarına katılan Zagros, Kürdistan’da en zorlu ve en sert arazi yapısına sahip olan Cilo ve Zagroslarda görev aldıktan sonra bir süre Xakûrkê’de kalmış. Uzunca bir süredir de Şemzênan’daydı. Zagros, savaşın en şiddetli yaşandığı yerlerde kalmış. 2012’deki Devrimci Halk Savaşı sürecinde de aktif rol üstlenmiş. 10 yıllık gerilla hayatında defalarca ölümden dönmüş.

Canlı ve atik bir yapıya da sahip olan Zagros’un hareket ve konuşmalarından oldukça tecrübeli biri olduğu anlaşılıyordu. Büyük savaşların ancak büyük bedeller ödenerek kazanılacağı gerçeğine vurgu yapan gerilla Zagros, “PKK özgürlük için verilmesi gereken bedeli fazlasıyla ödedi ve ödemeye devam ediyor. Birçok örgüt ayakta bile kalamadı, tasfiye edildiler. PKK’nin ayakta kalması büyük bir zaferdir. PKK’nin ayakta kalması sonraki yıllarda yapılan hamlelere zemin oldu. Dediğim gibi bedeli ağır oldu; yüzlerce arkadaş çatışarak şehit düştü. Yine binlerce arkadaş da zindanlarda teslim olmayarak direndi ve hala da direniyor. Yine halktan şehitlerimiz oldu. Kürdistan devrimi bayrağını kanımızın son damlasına kadar taşıyacak ve bizden sonrakilere teslim edeceğiz” diyor.

Gerilla Zagros anlattıkça pür dikkat dinliyorduk. Saat bir hayli ilerlemişti ve gerillalar yatmamız gerektiğini, bizi zorlu bir yolculuğun beklediğini söyledi. Yaklaşık 10 saat boyunca yürüyecektik, sabah erkenden kalkıp hemen yola çıkmamız gerekiyordu. Gerillaların getirdikleri battaniyeleri üzerimize atıp yıldızların altında, yorgunluğun verdiği ağırlıkla uykuya daldık.

AKŞAM SAKİN, SABAH KALABALIKTI

Sabah bir gerillanın ‘Rojbaş’ sesiyle kendime geldiğimde bütün gerillaların uyandığını gördüm. Battaniyenin altından çıkıp hemen ateşin yanındaki gerillalara katıldım. Biraz ısınıp kendime geldikten sonra etrafımdaki gerillalara daha dikkatli bakmaya başladım. Akşam oldukça sakin görünen yerde çok sayıda gerilla vardı.

Kaldığımız nokta gerilla misafirhanesini andırıyordu. Bütün yolcuların toplandıkları bir mekandı burası. Bir yerden başka bir yere gidiyorlardı. Birçoğu birbirini belki ilk defa görüyordu ama sanki yıllardır dostlarmış gibi sohbet ediyorlardı. Hayalleri, sevgileri, umutları ve yüreklerinde taşıdıkları sevdaları aynıydı. Hepsinin gözlerinde aynı pırıltı vardı. Ben kalabalık gerillaları izlerken, ateşin etrafında toplananlar kahvaltıya davet ediliyordu. Hemen kahvaltı edip çıkmamız gerektiğini söylüyordu gerilla Zagros. Kahvaltı ardından hiç beklemeden harekete geçtik çünkü uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Eğer gerilla alanlarına gelmişseniz yürümeyi göze almışsınız demektir. Gerilla demek, umutların ekildiği patikalarda uzun yürüyüş demektir.

MEVSİMLERİ YAŞAYARAK ANLAMAK

Yola çıkmamızla birlikte arazinin rengi dikkatimi çekti. Yaz - sonbahar renkleri sarmıştı. Bir yanda koyu yeşil, diğer yanda sarıydı arazi. Yürüdüğümüz patikanın kenarlarındaki ağaçlarda rüzgârın her esişinde birçok yaprağın kendini toprağa bırakması ayrı bir görsel şölen sunuyordu. 2016’da PKK’ye katılan, oldukça genç ve güleç bir siması olan gerilla Bahtiyar, “İnsan her şeyi en güzel dağlarda hissediyor. Eğer bütün mevsimleri yaşamazsan hiçbirinin değerini anlamasın. Her biri başka bir tat katar yaşama, hele hele gerillaya daha başka” diyor.

Yürüdüğümüz patika bir süre sonra yukarıya doğru dağ eteklerine doğru ilerlemeye başladı. Saatlerce sadece yukarı doğru tırmandıkça benim de enerjim tükeniyordu. Yol güzergahımızda hiç su da yoktu. Kavurucu Şemzînan sıcağında dilim damağım kurumaya başladı. Gerilla Zagros, eski ediyordu: “Biraz daha dayanın. Birazdan soğuk bir suya varacağız…”

Yukarılara çıktıkça Şemzînan’ın derin arazisinin geniş manzarasıyla karşılaşıyordum. Her görüntü karşısında dayanamayıp bir fotoğraf çekiyordum. Şemzînan’daki tepelere uzaktan baktığımda dik bir tepe gibi görünüyordu. Lakin yamaçlarına tırmandıkça birçok vadinin yanı sıra bir silsile şeklinde ilerleyen ardı sıra dizilmiş tepelerden oluştuğuna tanık oluyordum. Kayalardan oluşan uçurumlarda sadece dağ keçileri gezebiliyormuş.

1,5 saatlik bir tırmanış sonrası gerilla Zagros’un soğuk suyuna nihayet varabilmiştik. Neredeyse zirveye yaklaşmıştık ve bu yükseklikte böyle bir çeşmenin varlığı muhteşem bir şeydi. Çantalarımızı bıraktıktan sonra buz gibi suyu içtik. Oldukça da yorulmuş ve acıkmıştık. Tam bu sırada hareket ettiğimiz gruptan Cesur adlı gerilla çantasında ekmek, zeytin ve soğan çıkararak bir taşın üzerinde hazırladığı sofraya davet etti.

ŞEMZÎNAN MERKEZİNİ GÖREBİLİYORUM

Yemek yerken bir taraftan da gruptaki gerillalarla sohbet ediyordum… Yarım saatlik dinlenmeden sonra tekrar yola koyulduk. Yol bizi zirveye doğru yaklaştırdıkça esen rüzgar daha da sertleşiyordu. Zirveye ulaştığımızda artık gerillanın denetiminde olan ve hakim bir noktadan Şemzînan merkezinin büyük bir bölümünü görebiliyorduk. Birçoğunun adını haberlerde duyduğumuz bu dağlar ve tepelerin hepsi de gerilla savaşının kalesi konumunda…

Arda arda dizilmiş olan dağların sınırsızlığı karşısında bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf makineme sarıldım. Karşımda şahane bir şekilde duran bu coğrafya kaç savaşa şahitlik etmişti bilinmez ama bilinen bir gerçeklik gerillanın mevzilendiği bu araziye işgalci Türk ordusu, birçok defa yaptığı başarısız operasyonlardan birini daha yapıyordu.

Bir yandan eşsiz bu manzaraya bakarken diğer yandan yılların ve yolların gerisinde bıraktıklarımızı düşünüyordum… Tam bu sırada Şemzînanlı gerilla Bahtiyar, anlatmaya başlıyor: “PKK, 1984’te sömürgeciliğe ilk kurşunu bu topraklarda sıktı. O dönemde bir avuç olan PKK, bugün milyonlara ulaştı. O zamanlar bu arazinin çok az bir bölümünde kalabiliyorduk. Sayımız da fazla yoktu. Kürdistan arazisine de tam hakim değildik. Şimdi ise değil XakûrkÊ’den Şemzînan’a, Serhat’a, Amanoslar’dan Karadeniz’e, Şaho’dan Zagroslara, Dersim’den Amed’e kadar Kürdistan arazisinin büyük bir bölümünü denetimimizde tutuyoruz…”

Gideceğimiz yere götürecek olan patika meyve ağaçlarının içine girmişti. Ağaçlar o kadar iç içe girmişti ki birçok yerde birbirine karışmış ağaç dallarından sanki bir kökte iki farklı ağacın olduğunu zannettim. Medya Savunma Alanları’nda bulunan ağaç türlerinin neredeyse hepsi bu vadide mevcuttu. Kavak, ceviz, üzüm, nar, elma, incir, palamut ve adını bilmediğim birçok ağaç türü bir arada.

İnsan elinin değmediği bu arazilerin doğallığı insana acayip bir rahatlık veriyordu. Bir süre yürüdükten sonra gerillalardan bir tanesi gidip bize arazide yetişen simsiyah kuş üzümlerinden getirdi. Bu üzümler çok geç olgunlaşıyormuş, hatta ilk kar yağdığı zamanlar bile topluyorlarmış. Biz de fırsat diyerek üç saat önce verdiğimiz moladan sonra tekrardan bir su kaynağının başına oturarak yemek arası verdik. Yine yemek olarak gerillanın ekmeği, zeytini, soğanı ve bu kez kuru üzümü vardı sofrada…

DOĞANIN SESLER SENFONİSİ

Bir taraftan yemek yerken bir taraftan da doğayı dinliyordum. Esen rüzgar ile birlikte yerlere düşmüş olan yaprakların seslerine, akan suyun sesi ve cıvıl cıvıl öten kuşlar, yere düşmeyen ama sararmış, turunculaşmış, kırmızılaşmış olan dallardaki yaprakların ve esen rüzgarın sesi, hepsi de birbirine karışmıştı. Ama öyle bir melodiydi ki; insan hissettikçe kendi ruhunun derinliklerine gidebiliyordu. Hatta atmosfer insanın içine öyle bir huzur veriyordu ki buralarda insan yaşlanmaz dedirtiyordu…

Güneş yavaş yavaş tepelerin arkasında kaybolmaya yüz tutmaya başladığında yürüyüşümüz 9 saati bulmuştu. Yavaşlayan tempomuzdan herkesin yorulduğu anlaşılıyordu. Karanlığa kalmamak için acele ediyorduk. Neden acele ediyoruz dediğimde ise gideceğimiz yerdeki gerilla kampının yerini tam olarak bilmediklerini ve geceye kalırsak arazide açıkta yatacağımızı söylediler…

Ben de bacaklarımda ki tüm yorgunluğa rağmen yüksek tempoya uymaya çalıştım, başka yapabilecek bir şey de elimden gelmiyordu. Yetişme telaşı başlamıştı ki birden yürüdüğümüz yol güzergahında Numan ve Egit isminde iki gerillanın bize doğru geldiğini gördük. Uzaktan bizi fark edip karşılamaya gelmişlerdi.

MAĞARANIN İÇİNDEKİ KAMP

Gerilla Egit ve Sipan’nın peşinde kampa doğru ilerlemeye başladık. Yarım saat boyunca ağaçların arasında bir tepeye doğru tırmanıyorduk. Artık hava kararmıştı. Epey yürüdükten sonra büyük bir kayanın önüne geldik. Gerilla Sipan ‘sonunda ulaştık’ dedi ama ben çevremde herhangi bir kamp göremiyordum. Benim şaşkın halimi gören gerilla Sipan, “Ne oldu yoksa beğenmedin mi deyince, kampın nerede olduğunu sordum.

Benim sormamla birlikte gerillalar gülmeye başladı. Ben daha ne olduğunu anlamadan elimden tutan gerilla Egit, uzaktan bakıldığında pek de fark edilmeyen bir şikeftin (mağaranın) ağzına götürdü. Eğilerek ve metrelerce yürüdükten sonra şaşkınlığım daha da arttı. 10 saatlik yürüyüşümüzün sonunda karşıda duran yer dağların içine gizlenmiş dev bir doğal şikeft ve içinde de gerillaların kampı vardı. Burası öyle bir yerdi ki gerillanın deyimiyle ne havan ne obüs ne de uçakların attığı tonluk kazan denilen bombalar burayı etkiler…

Devam edecek…