'Rejim ve Türkiye halklar arasında fitne oluşturmaya çalışıyor'

Türk devletinin Kobanê’de yaptığı katliamın soykırım saldırılarının bir konsepti olduğuna dikkat çeken İlham Ehmed, "Türkiye Kobanê’nin tamamını işgal etmek istiyor fakat bunu yapamadığı için yer yer bazı öncü kişileri hedef alıyor" dedi.

Rejimin Suriye krizinin demokratik yollarla çözülmesi konusunda özerk yönetimle yine diğer taraflarla diyaloğa kapalı olduğunu söyleyen Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Yürütme Kurulu Başkanı İlham Ehmed, "Rejim Sezar yasasını demokratik özerk yönetim çıkarmış gibi bir propaganda yürüterek kendi değişim dönüşüm sorumluluğundan kaçıyor.

Rejim her zaman diyaloglarımızı sadece Kürtler çerçevesinde dar bırakmak istedi. Kürt sorununu da çözülmesi gereken büyük bir mesele ve haklarından mahrum olma şeklinde ele almıyor. Kürtlerin de kendini yönetme hakkını tanımıyor" diye konuştu.

ENKS ile yürütülen ittifak görüşmeleriyle eş zamanlı olarak rejim ve Türk istihbaratının, 'Kürtler tüm yönetimi ve petrolü alıp diğer halkları dışlayacak' şeklinde bir kara propaganda başlattığını kaydeden İlham Ehmed, "Rejim ve Türkiye istese de istemese de biz bu diyaloglardan sonuç alıp daha sonra Suriye genelinde bir ittifak oluşturma noktasında ısrarlıyız" dedi.

MSD Yürütme Kurulu Başkanı İlham Ehmed, 23 Haziran Kobanê katliamı, Rejimin Suriye krizine yönelik çözüm ve özerk yönetimle diyaloga yaklaşımı, Sezar yasası ve ENKS ile diyaloglara ilişkin sorularımızı yanıtladı.

23 Haziran’da Kobanê’de 3 Kongra Star üyesi 3 kadın katledildi. Bu saldırı Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim Alanlarına ve bu alanlardaki toplumsal öncülere dönük yeni bir saldırı konseptinin işareti mi?

Türkiye devleti her zaman Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik işgal planları yapıyor. Önceki süreçte de tüm Kuzey Suriye’yi işgal planı vardı fakat tümünü işgal edemese de bir kısmını işgal etmeyi başardı. Ama bu plandan hiç vazgeçmedi ve işgal alanlarını genişletmek istiyor. Bu nedenle hep böyle toplumsal öncülük rolü üstlenen aktif kişilikleri hedef alacak saldırıların peşinde. Kobanê katliamı da bu çabalarından birinin ürünüdür.

Türkiye devleti artık Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim alanlarında çalışma yürüten kadın ve erkek, aktif kişilerin hepsini hedefe almış durumda. Şimdiye kadar kadın ve erkek onlarca arkadaşımız Türkiye tarafından tehdit edilmiş durumda. Tabi en fazla da kadınlar hedef alınıyor. Çünkü kadınlar daha aktif ve etkili bir rol oynuyor.

Diğer taraftan da zaten kadın ve toplumun özgürleşmesini engellemeye çalışan erkek egemen yaklaşımın hakim olduğu bir sistemi var. İlk olarak kadınları hedef almasının bir nedeni de bu. Kobanê katliamı Türk devletinin alanlarımızda yaptığı ilk kadın katliamı değil. Hevrîn Xelef arkadaş da Türk devleti ve çeteleri tarafından tüm dünyanın gözleri önünde vahşice katledildi. Şu ana kadar onlarca kadın katledildi. Türkiye içinde de özel olarak kadınlar hedef alınıyor.

Neden böyle bir katliam için DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadele ile dünya çapında sembolleşmiş bir alan olan Kobanê seçildi?

23 Haziran’da 3 Kongra Star üyesi kadının Türkiye tarafından katledilmesi 25 Haziran 2015’te DAİŞ’in geliştirdiği 233 insanımızın yitirdiği Kobanê katliamının yıldönümüne denk getirilmiştir. Bu bir tesadüf değildir. Türk devleti "DAİŞ başaramadı ama ben başaracağım" mesajını vermek istiyor.

Sizin de belirttiğiniz gibi Kobanê, DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadele ile sembol olmuş bir alan. Esasta Türkiye Kobanê’nin tamamını almak istiyor fakat alamadığı için yer yer bazı öncü kişileri hedef alıyor ki yavaş yavaş kamuoyu saldırılarına alışsın ve daha büyük saldırılar geliştiğinde refleks göstermesin.

Kobanê Kantonu’nda hava sahası kontrolünün ve bir uluslararası güç olarak genel kontrolün Rusya'da olduğunu biliyoruz? Rusya böylesi bir saldırıyı engelleyemez miydi?

Kobanê Rusya’nın kontrolünde. Rusya’nın herkesten fazla tepki göstermesi gerekirdi. Ama biz Rusya tarafından hiçbir açıklama yapıldığını görmedik. Bu nedenle bu ciddi bir tehlike. Burada da Rusya için şunu söylemek istiyoruz, şimdiye kadar geldiğiniz yerler için 'Biz buradayız, artık Türk devletinin bu alanlara geçmesine gerek yok. Rejim bu alana geldi' dediniz. O zaman Türkiye’nin bu alanlara saldırılarını durdurma sorumluluğunu da almalısınız. Artık Türkiye nereye saldırırsa orada Rejim ve Rusya sorumlu tutulur.

Türkiye-Amerika arasında 17 Ekim’de ateşkes antlaşması imzalanmıştı. Fakat Türkiye bu anlaşmayı hiçbir biçimde tanımadı. Bulunduğu alanlardan sürekli alanlarımıza saldırılar geliştiriliyor. Yine Türkiye’nin işgal ettiği alanlarda her gün insan kaçırma, fidye, işkence, katliam, patlamalar, çetelerin çatışmaları yaşanıyor. Bu alanlar daha önce güvenli ve huzurlu alanlardı ama şimdi cehenneme dönüşmüş alanlardır. Bütün bunlardan da Türkiye sorumludur.

Geçtiğimiz süreçte MSD ve Şam arasında Suriye krizinin çözümü noktasında görüşmeler başlamış yine Türkiye saldırılarına karşı askeri de olsa bir uzlaşma yaşanmıştı. Bu görüşmeler neden durdu? Şu anda rejimin Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim alanlarındaki güçlerle diyalog ve Suriye krizinin demokratik temelde çözülmesi konusunda yaklaşımı nasıldır?

Rejim diyalog konusunda açık değil. İster Cenevre görüşmeleri olsun ister bunun dışında başka girişimler olsun, ister özerk yönetimle olsun rejim diyalog ve dönüşüme hazır değil. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimine karşı yaklaşımı olumlu değil. Örneğin Sezar Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte rejim basını sanki bu yasayı başta Kürtler olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve SDG çıkarmış gibi bir propaganda yürütüyor. Bu şekilde bir kara propaganda yürütülüyor. Halbuki ekonomik çember ya da ekonomik ambargo koyanlardan biri de Suriye rejimi.

Rejim Sezar yasasının yürürlüğe gireceğini öğrenir öğrenmez ilaç fabrikalarını kapattı. Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim bölgelerine ilaç girişini engellediler. Suriye'de bölgeler arasındaki yiyecek, içecek yani gıda maddeleri konusundaki ticareti durdurdular. Özellikle de Kuzey ve Doğu Suriye başta da Kürtlerin kaldığı bölgelerle gıda maddelerinin ticaretini yolu kapatarak engellediler. Hatta buğday konusunda sanki Kürtler rejime buğday satımını yasaklamış, başka yerlerle ticaret ve hırsızlık yapıyor gibi bir yansıtma içindeler. Demokratik Özerk Yönetim üzerine bu şekilde bir kara propaganda yürütülüyor.

Biz bu yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Esasta bunu yapan rejimdir. Şimdiye kadar Demokratik Özerk Yönetim biz rejim bölgelerine buğday vermeyeceğiz gibi bir şey söylememiş. Tam tersine bizde Sezar yasasının Suriye halklarına ve topluma zarar verecek taraflarına karşıyız. Fakat Sezar yasasının çıkmasının sorumluluğunu Kürtlere ve Demokratik Özerk yönetime atmaya çalışmak rejimin kendi sorumluluğundan kaçmaya çalışmasıdır.

Rejim siyasi anlamda değişim dönüşüm yaşamaktan, adam atmaktan ve Sezar yasasının yürürlüğe sokulma gerekçelerini ortadan kaldırmaktan kaçıyor. Tam tersini yapıyor. Bu yaklaşımı da ambargoyu büyütüyor ve halkın ekmeğiyle bile oynuyor. Bu nedenle gerçeğin olduğu gibi anlaşılması gerekiyor.

Peki Rejimin Demokratik Özerk Yönetimle diyaloğa kapalı olmasını, fakat Suriye’yi parçalamak isteyen esas güç olduğu ve Suriye’nin bir bölümünü işgal ettiği halde Türkiye’yle ilişki içerisinde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ile ilişkileri istihbarati temelde. Yani her iki devletin merkezi ulus devlet yapısında ısrarı temelinde ilişkileri var. Rejim Suriye’nin demokratikleşmesini istemiyor, demokratik değişime karşı ve buna direniyor. Her ne kadar rejim Türkiye’nin Suriye’de yaptıklarının farkında olsa da Kürt, Arap, Süryani, Türkmen, Dürzi hatta Alevilerin istediği Suriye'de demokratik değişimin gelişmemesi için Türkiye ile her şekilde ilişki geliştirmeye hazır.

Sezar Yasası örneğini verdiniz. Şu ana kadar Sezar yasası Suriye ve Demokratik Özerk Yönetim alanlarını nasıl etkiliyor?

Sezar yasasının maddelerini okuduğunuzda bütün maddelerle rejimin kuşatıldığını görüyorsunuz. Toplumun zarar gördüğü nokta ise Suriye parasının kıymetinin düşmesi. Suriye parasının dolar karşısında değer kaybetmesi ciddi problem yaratıyor. Çünkü halkın günlük kazancı az ama ihtiyaçlarının fiyatı çok fazla.

Biz Suriye genelinde daha erken siyasal bir değişimin olmasını, demokratik bir sistemin kurulmasını ve bu ambargonun kalkmasını umuyoruz. Hep birlikte Suriye halkları ve Suriye kazansın. Bu noktada rejimi de sorumlu yaklaşmaya çağırıyoruz.

Kuzey ve Doğu Suriye’deki demokratik güçlerin ve Özerk Yönetimin ABD’nin Suriye parası yerine Irak dinarı, TL ya da dolar kullanma teklifini reddettiği biliniyor. Şu anda Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim alanlarında ekonomik durum nedir?

Bugün derin bir kriz var. Bu krizde sadece Suriye’ye bağlı değil tüm dünyayı ilgilendiren bir kriz. Bu nedenle bu koşullarda toplumun ekonomik ihtiyaçlarını sağlamak ve gıda maddelerini karşılamak önemli ve hayati bir mesele. Biz istesek de istemesek de bölgede halk kendi ekonomisini ayakta tutabilmek için dolar kullanabiliyor. Demokratik Özerk Yönetim Suriye parasını esas alıyor. Fakat savaş koşulları içerisindeyiz.

Alanlarımıza her gün saldırılar var, yeni işgal hazırlıkları var. Savaş ekonomisini daha güçlü örgütlemek zorundayız ve bunun yollarını arıyoruz. Fakat diğer taraftan Türk devleti hemen Sezar yasasını kendisi için bir fırsat olarak gördü. İşgal ettiği ve bulunduğu alanları nasıl ki birçok kurumlaşmayla kendine bağlamaya çalışıyorsa Türk parasını da bu alanlarda bir anlamda mecburi kılarak ekonomik olarak da kendisine bağlamaya çalışıyor. Bu anlamda alanları ekonomik sömürgeye dönüştürüyor.

Mayıs ayında ENKS ve PYD arasında “ulusal birlik” yaklaşımıyla diyalog ve görüşmeler başlamıştı. Daha sonra bu görüşmeler Demokratik Özerk Yönetimi tanıyan 25 parti ve örgütün katılımıyla oluşturulan Ulusal Birlik Partileri İnisiyatifiyle sürdü ve Haziran ayına görüşmelerin artık 2. aşamaya geçeceği belirtildi. Bu görüşmeler şu an ne durumda?

Bu diyalog başladığında genişlemesi ve Demokratik Özerk Yönetim alanlarındaki diğer halklarında katılması amacıyla geliştirildi. Fakat çalışmalar ağır yürüyor. Bu diyaloglardan bir ittifak çıkması ve sonuca ulaşması ısrarı her 2 tarafta da var. Bu iyi bir şey. Önümüzdeki süreçte diyalog tüm halklarında katılımıyla gerçekleştirilecek. Fakat bazıları bu diyalog üzerinde oynadı. Bu görüşme sonrası ittifakın kendisini Duhok anlaşmasına dayandırdığı fakat zamanın getirdiği değişimler göz önünde bulundurularak bu anlaşmada bir yenilenmenin yapılacağı ifade edildi.

Ama bazıları yönetimin yüzde 40 Kürtlerden bir taraf, yüzde 40 Kürtlerin diğer tarafı, yüzde 20 ise Arap halkından ve diğer halklardan oluşacak gibi bir algı yaratmaya çalıştılar. Bu doğru değil. Yani Kürtler yönetimi bölüşüyor ve diğer halkları dışlıyor propagandası yapıldı. Şimdi özellikle bu görüşmelerle birlikte “Kürtler petrolün hepsini kendisine alıyor. Araplar siz neredesiniz uyanın” demek resmi olarak halklar arasında fitne oluşturmaya çalışmaktır.

Petrol Kürtlere değil Demokratik Özerk Yönetime ait ve petrol kuyuları da özerk yönetim tarafından işletiliyor. Ayrıca Özerk Yönetim de sadece Kürtlerden değil Arap, Süryani, Türkmen, Kürt vb. tüm halkların ortak yönetimidir. Dolayısıyla petrol gelirleri de sadece Kürtler değil bölgedeki tüm halklar için kullanılıyor.

Fakat Türkiye ve Rejim istihbaratı tarafından yukarıda belirttiğim gibi yalan, kara propaganda yürütülüyor. Bununla gelişecek ittifakın önü alınmak yine ittifakın tüm halklar arasında gerçekleşmesi engellenmek isteniyor.

Şu ana kadar hiçbir alanda Suriye diyalogları sonuca ulaşmadı. İlk defa Suriye topraklarında böyle bir diyalog gelişiyor. Ve bu diyalogda birbirine zıt Kürt güçleri ve halklar bir araya gelerek sonuca ulaşacaklar. Ve bu bütün Suriye halklarına mal olacak. Suriye’nin genelini kapsayan bir ittifaka doğru gidecek. Böyle bir rol oynayacak. Rejim ve Türkiye istese de istemese de biz bu diyaloglardan sonuç alıp daha sonra Suriye genelinde bir ittifak oluşturma noktasında ısrarlıyız.

Rejimin “Kürtlerin tüm Kuzey ve Doğu Suriye’yi yönetmek, Araplar ve diğer halkları dışlamak istediği propagandasına” karşın aldığımız bilgiler rejimin demokratik özerk yönetimi değil sadece Kürtleri muhatap almak istediği yönünde. Bu konuda siz neler belirtebilirsiniz? Diyaloglarınızda rejim nasıl bir yaklaşım içerisinde oldu?

Evet, Rejim her zaman diyaloglarımızı sadece Kürtler çerçevesinde dar bırakmak istedi. Kürt sorununu da çözülmesi gereken büyük bir mesele ve haklarından mahrum olma şeklinde ele almıyor. Kürtlerin de kendini yönetme hakkını tanımıyor. Rejimin yaklaşımına göre Kürtlerin hakları sadece dilleridir. Dillerini de anayasada bir maddede okullarda ders olarak tanıyacağız şeklinde yaklaşıyor. Bunun dışında hakları tanıma yok.

Hatta Kürtler adına bir parti kurulmasını bile kabul etmiyor. Suriye anayasasında kurulacak partiler ırklara ve dinlere göre olamaz diyor. Ama BAAS partisi tamamen ırka dayalı bir parti. Ama ona sen ırka dayalı bir partisin olmaz denilmiyor. Ama bir Kürt partisi gidip ruhsat almak istediğinde “Hayır sen ırka dayalı bir partisin, kabul edilemez” deniliyor.

Suriye rejimi öz yönetimleri, yerel yönetimleri kabul etmiyor. Şimdiye kadar Suriye Arap Cumhuriyeti deniliyor. Bu aslında diğer halkları inkar etmektir. Suriyeli olma adına diğer kimliklerin hepsini baskı altında tutuyor. Sen devletin ismini “İslami” yaparsan bu senin Hristiyan ve Êzidîleri hepsini devletin dışında bırakıyorsun anlamına gelir. Sen devletin ismini “Arap Cumhuriyeti” yaparsan diğer halkları ve kültürleri inkar etmiş olursun.

SURİYE REJİMİ YEREL YÖNETİMLERİ KABUL ETMİYOR

Bize "Siz tarihinizde eziyet, zulüm görmüşsünüz. Davanız haklıdır, bu sorunu çözeceğiz" vb. şeyler söylüyorlar. Ama ortaya koydukları çözüm formülleri de çözüm değil. Tersine Kürtleri farklı bir şekilde inkar etme ve eritme yaklaşımı. Diğer kültürlere açık değiller.

Örneğin eğer Kürtler, Arapça bilmiyorsa Kürtçe BAAS partisini anlasın, BAAS partisinin marşını Kürtçe okusun. Yaklaşım bu şekilde. Yani Türkiye devleti nasıl TRT6’yı Kürtçe açarak Kürtlere bu şekilde kendi ideolojisini empoze etmeye ve gerçek Kürt basınını tasfiye etmeye çalıştıysa rejimin yaklaşımı da öyle.

Yine bize “siz zulüm görmüşsünüz, mücadeleniz haklıdır” vb. şeyler söylerken sanki Kürtler sadece Türkiye’de zulüm görmüş gibi bir yaklaşım içerisindeler. Kendisini bu sorunun içinde görmüyor. Zaten Beşar Esad basına verdiği bir röportajda Türklerin Kürtlere zulmettiğini ve Kürtlerin Suriye'ye dışarıdan geldiğini söyledi. Bu rejimin Kürt yaklaşımının açık ifadesidir.

Son olarak şunu da söylemek istiyorum. Bugün rejim nasıl demokratikleşmeye açık değil ve halkların ortak iradesini kabul etmiyorsa Türk devleti de işgal saldırılarıyla tüm Suriye halklarını hedef alıyor. Hedef yalnız Kürtler değil.

Türkiye Irak’tan Suriye’ye, Libya’dan Mısır’a hepsini farklı farklı şekillerde işgal ederek yeniden Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dönmek istiyor. Bu doğrultuda Suriye halkları özellikle de bölgemizde halklar birbirine kenetlenmesini daha da güçlendirmelidir.