Lice’den Rakka’ya PKK’nin ateşten tarihi -IV-

“Eskiden Kürdistan’da bir kişi nefes alamıyordu. Bugün binlerce insan özgürlük ve bağımsızlık için var. Büyük kararlar var. Büyük yoldaşlık, büyük birlik. Yüzlerce yıllık uykudasın. Uyku, düşürülmüşlük yeter. Kafanızı kaldırın"

“Eskiden Kürdistan’da bir kişi nefes alamıyordu. Bugün binlerce insan özgürlük ve bağımsızlık için var. Büyük kararlar var. Büyük yoldaşlık, büyük birlik. Yüzlerce yıllık uykudasın. Uyku, düşürülmüşlük yeter. Kafanızı kaldırın. Yeme içme bir şey değildir. Hayvan da yiyip içiyor. Özgürlük yoksa hayvanla farkın yoktur. Çok şehit de verebiliriz. Çok zahmet de çekebiliriz. Ama her şeye bedeldir. Kirli yaşamdan, yalandan çıkacağız. Bundan daha iyi ne isteyebilirsin?” bu sözler 1996 yılında PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcala’ait.

Öcalan, PKK’nin Kürt toplumu için önemini ve ortaya çıkardığı ahlak ölçüsünü böyle tanımlar. PKK’nin nefes nefese verdiği mücadelenin toplumsal özgürlüğünün tarihi önemini her sözünde dile getiren Öcalan, 1990’lı yıllardaki bütün konuşmalarında bu konuya dikkat çeker.  Bu bölümde PKK’nin kuruluşundan sonra geliştirdiği mücadelenin temel özelliklerine yer veriyoruz....

ÖCALAN’IN KOBANÊ’YE GEÇİŞİ

27 Kasım 1978 yılında Amed’in Lice ilçesi Fis köyünde kuruluş kongresi ile PKK resmen kurulur. PKK 1979 yılının Nisan ayında kendi kuruluşunu kamuoyuna ilan eder. Maraş katliamından sonra devlet PKK’nin daha fazla gelişmesini engellemek üzere sıkıyönetim ilan eder.

Çok geçmeden bunu tüm Kürdistan’a yayar. Kitleselleşen, gittikçe güçlenen harekete karşı toplu tutuklamalar gelişir. Özellikle Elazığ tutuklamaları bu çerçevede olur. Örgütlenme komitesinde yer alan Şahin Dönmez’in tutuklanması ve  itirafları ile devlet PKK hakkında önemli ölçüde bilgi sahibi olur. Gidişatı bir askeri darbenin habercisi olarak değerlendiren Öcalan, bir örgütsel tedbir olarak yurt dışına çıkma kararını geliştirir. 2 Temmuz 1979 tarihinde Mehmet Sait (Ethem Akçan)’la Batı Kürdistan’ın Kobani şehrine geçer. Bir süre burada kaldıktan sonra Filistin’e gider.

SİVEREK DİRENİŞİ VE ÜLKE DIŞINA ÇIKIŞ

Bu arada PKK’nin ilanı için hazırlıklarda Siverek’te büyük eylemler planlanır. Eylemde istenilen sonuç alınamaz, devlete çalışan Celal Bucak yaralanır. PKK’li Salih Kandal yaşamını yitirir. Eylemin askeri sonucu istenilen ölçüde olmasa da siyasi ve psikolojik etkisi büyük olur. Çatışmalar sokaklara kadar yayılır; köylüler partinin saflarında feodal komprador kesimlere karşı Kürdistan’ın değişik yerlerinde de savaşma cesareti kazanırlar. Eylemle parti de kendisini PKK olarak ilan eder. 

PKK’yi sert mücadele koşullarına göre yeniden hazırlamak, tutuklanmaların önüne geçerek toparlanmak amacıyla Abdullah Öcalan, parti üyelerinin yurt dışına çıkarılması talimatını verir. Yurtdışına çıkan PKK’liler Lübnan’da Filistinli örgütlerin kamplarında askeri eğitim görür. Öcalan, ideolojik ve siyasi eğitimi yoğunlaştırarak gücü ülkeye dönüş için hazırlar. Kürdistan’da kalan PKK’liler 20-28 Nisan 1980’de ‘kızıl hafta’ ilan edilir, Kürdistan’ın pek çok kenti eylem hattıdır.

12 EYLÜL FAŞİST ASKERİ DARBESİ

Öcalan, 1980 Mayıs’ında yeniden Kürdistan’da kalan örgütsel yapısına müdahale eder. Kemal Pir komutasında gerilla birimlerini örgütler, 3 koldan ülkeye gönderir.

Ancak henüz bu amaca ulaşmadan 2 Ağustos 1980’de bir yol kontrolünde Kemal Pir  ve beraberindeki grup yakalanır. Üzerlerinde bulunan belgeler ve  bazı itirafçıların poliste çözülmesi sonucunda devlet, PKK’nin hazırlıkları hakkında bilgi sahibi olur ve bu durum 12 Eylül askeri faşist darbesinin hızlanmasına vesile olur.

Bu dönemin belki de en önemli özelliği, ciddi bir örgütsel kriz yaşanmasına rağmen PKK’nin tabanda giderek büyümesi ve güçlenmesidir. Daha o zaman Batman’da belediye başkanlığı PKK’nin eline geçer. Hilvan’da mücadeleyle belediye başkanlığı Süleymanlardan alınır, sonraki seçimlerde de kazanılır. Ceylanpınar’da bu yönlü gelişmeler yaşanır. Yani daha o dönemde halkın özyönetimleri oluşturulur. Demokratik özyönetim ve belediyecilik gelişir.

Tam da bu dönemde NATO Gladyo’sunun en kapsamlı operasyonlarından olan 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gerçekleşir. Bu darbe başta Kürtler ve solcular olmak üzere tüm toplumsal güçler üzerinden silindir gibi geçer. Milyonlarca kişi gözaltına alınır, on binlercesi tutuklanır, pek çok insan sokak ortasında, işkencehanelerde katledilir.

CUNTAYA KARŞI İLK ÖLÜM ORUCU

Kürtleri yok sayan bu zihniyet olanca ağırlığıyla Kürtlerin üzerine çökecektir. En büyük vahşeti de Amed zindanında uygulayacaktır. Bu dönemde PKK kadro yapısının üçte ikisi zindandadır. Darbe ile birlikte akıl almaz baskılar, işkenceler, teslim alma çabaları geliştirilir. Devlet, Amed zindanında öncü kadrolar üzerinden PKK’yi teslim almak, buradan hareketle de halkta yeşeren umutları bitirmek ister. Bunun bilincinde olan PKK’nin öncü kadroları da tarihte eşine ender rastlanır bir direngenlikle ayakta durmayı ve en amansız koşullarda, işkencehaneye dönüştürülen zindanlarda sömürgeciliği yenmeyi başarmışlardır. 

Teslim alma girişimlerine karşı ilk ölüm orucu 3 Mart 1981’de 14 kişiyle başlar. Eylemin 24. gününde Ali EREK yaşamını yitirir. Eylem 43 gün sürer ve anlaşmayla sonuçlanır ve direniş bırakılır. Bir haftalık kısa bir aradan sonra devlet yaptığı anlaşmayı unutarak yeniden hak gasplarına, işkencelere ve fiziki saldırılara girişir. ABD’den getirtilen uzman işkence uzmanları eşliğinde geliştirilen çok yoğun ve sistemli bir saldırı dalgasıdır bu. Buna karşı fiili direniş gelişir.

BERXWEDAN JİYANE

Artık Amed zindanında her şey işkenceye dönüşür. Esat Oktay Yıldıran (Cezaevi iç güvenlik amiri) için teslimiyet yetmez, tutsakların fikirlerine, inançlarına ihanet etmelerini ister. Teslimiyetin ihanete, direnişin zafere götüreceğini söyleyen Mazlum DOĞAN, önce 3 kibrit çöpüyle arkadaşların Newroz’unu kutlar, sonra kendisini asar.

Bu eylem tutsakları derin bir sorgulamaya sokar. Herkes ihanetin nedenini sorgular. Sonunda “ölümü yenemediğimiz için teslim olduk” sonucuna ulaşılır. Mazlum DOĞAN’ın eylemiyle verdiği bu mesaj büyük bir etki yaratır. Ve böylece “Berxwedan Jiyan e” sloganı direniş bayrağının üstüne yazılmış olur. İşkence ve ihanet hızından bir şey kaybetmezse de Mazlum DOĞAN’ın başlattığı direniş giderek yayılır. Mazlum’un direnişine DÖRTLER olarak bilinen Ferhat KURTAY, Eşref ANYIK, Mahmut ZENGİN ve Necmi ÖNER, Haki KARER ve Halil ÇAVGUN’un yaşamlarını yitirdiği 18 Mayıs 1982’de bedenlerini ateşe vererek katılırlar.

TESLİMİYET VE İHANETE KARŞI BÜYÜK ÖLÜM ORUCU

Mazlum ve Dörtlerin başlattığı direniş giderek daha da büyür. İhanet daha fazla dayatılır. Ancak başlayan direniş durmaz. Tutsaklar daha büyük bir direnişle karşılık verilmesi gerektiğinin bilincine varırlar. Anadava savunması yapıldıktan sonra eylem kararı alınır. 14 Temmuz 1982 günü PKK anadava  mahkemesi görülür. Hayri DURMUŞ mahkemede savunma yaptıktan sonra, “hiçbir talep ileri sürmeden, koşulsuz” ölüm orucuna başladığını açıklar. Böylelikle ‘BÜYÜK ÖLÜM ORUCU’ başlamış olur. Hayri DURMUŞ’tan sonra Ali ÇİÇEK ve Kemal PİR de eyleme katıldıklarını açıklarlar. Duruşmada hazır olanlardan 6 PKK’li daha eyleme katılır. Hayri DURMUŞ, “Altı kişiyle başardık” diyerek eylemin önemini vurgular.

Direniş içinde yer alan Mustafa Karasu o anları şöyle anlatır: 7 Kapılar açılınca arkadaşların geldiğini biliyoruz. Ben o zaman 3. Kattaydım. Hayri arkadaş geldi kapısı açıldı. Açılınca biz öyle biraz daha çok dışarıya ses vermeden musluktan su akmadığı zaman konuşuyorduk. Hayri musluğu vurdu ben kulağımı dayadım. O zaman gerçekten çok böyle hem heyecanlı hem titreyen sesle hem de bir görevi yerine getirmenin huzuruyla belirli bir heyecanla “başardık başardık altı kişiyle başardık” dedi.

Önemli eylemi açıklamanın böyle bir eyleme başlamanın sorumluluğu heyecanı içerisinde konuşuyordu. Daha öncede bunu çeşitli biçimde değerlendirdim yazdım da, “başardık başardık” derken sadece altı kişiyle başardık derken aslında eyleme girdik bu eylem başarılı olacak, başardık artık bu iş başarılmıştır. Bir tutum bir ruh haliyle bir yaklaşımla söyledi. Gerçekten direnişe başlamakta önemliydi. 58“Kapılar açılınca arkadaşların geldiğini biliyoruz. Ben o zaman 3. Kattaydım. Hayri arkadaş geldi kapısı açıldı. Açılınca biz öyle biraz daha çok dışarıya ses vermeden musluktan su akmadığı zaman konuşuyorduk. Hayri musluğu vurdu ben kulağımı dayadım. O zaman gerçekten çok böyle hem heyecanlı hem titreyen sesle hem de bir görevi yerine getirmenin huzuruyla belirli bir heyecanla “başardık başardık altı kişiyle başardık” dedi. Önemli eylemi açıklamanın böyle bir eyleme başlamanın sorumluluğu heyecanı içerisinde konuşuyordu.

Daha öncede bunu çeşitli biçimde değerlendirdim yazdım da, “başardık başardık” derken sadece altı kişiyle başardık derken aslında eyleme girdik bu eylem başarılı olacak, başardık artık bu iş başarılmıştır. Bir tutum bir ruh haliyle bir yaklaşımla söyledi. Gerçekten direnişe başlamakta önemliydi.”

APOCU İRADENİN ZAFERİ

Mahkemede hazır olmayan Akif YILMAZ ve diğer bazı tutsaklar da eyleme katılırlar. Eylem ilerledikçe düşmanın baskılarının artmasına karşın eyleme katılımlar da artar. Eylemde sırasıyla Kemal PİR, M. Hayri DURMUŞ, Akif YILMAZ ve Ali ÇİÇEK yaşamını yitirirler. Eylem 65. günde anlaşmayla sonlandırılır. Bu aynı zamanda teslimiyet ve ihanet zincirinin kırılması, APOCU iradenin zafer kazanması anlamına gelmektedir.

Eylem, devletin siyasi savunma hakkını kabul ettiği, işkence ve itirafa zorlamaya son vereceği, insan onuruna uygun yaşam koşullarını sağlayacağı sözü üzerine anlaşmayla sonuçlandırılır. Ancak her seferinde olduğu gibi devlet bir kez daha verdiği sözleri, yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak siyasi savunma yapma hakkını gasp etmeyi, işkence ve itirafçılaştırma politikalarını sürdürmeyi esas alır. 27 Eylül 1983 günü siyasi savunmaların hiçbir kısıtlama olmadan yapılması, işkencelere son verilmesi ve insan onuruna yaraşır yaşam koşullarının sağlanması temelinde eylem başarıyla sonuçlandırıldı.

84 ÖLÜM ORUCU

Bu eylemin sonuçlanma koşullarına ancak Ocak 1984’e kadar tahammül edebilen devlet yeni ve vahşi bir saldırı dalgası başlattı. Tektip elbise giyilmemesini bahane ederek saldıran askeri yönetime karşı ölüm orucu ve fiili direnişle yanıt verildi. Bu direnişte öncü PKK kadrolarından Cemal ARAT ile Devrimci Yol davasından yargılanan Orhan KESKİN ölüm orucunda yaşamını yitirir. Necmettin BÜYÜKKAYA isimli yurtsever işkence ile katledilir.

Öcalan, PKK’li kadroların zindandaki ölümüne direnişi 22-28 Ağustos 1991’deki Zindan Konferansında şu sözlerle tanımlar ve şöyle anlamlandırır: “... Özellikle 14 Temmuz direnişçilerinin doruklaştırdığı direniş hamlesinin en özlü ifadesi budur. Bunlar tarihin bu döneminde bir ulus, halk, bir insanlık kesimi için söylenmesi gereken en temel birkaç sözü söylediler. Ama bunlar öyle sözlerdir ki eğer söylenmezse bir parti hiç olup gider! Bir ulus hiç olup gider! Ve diğer şeylerden de bahsetmenin anlamı kalmaz. Bu anlamda doruktur. En belirleyici sözler, tavırlardır. Daha sonraki sürecin en temel taşıdır ve doğrudur. Burada kazanan cephe savaşı değil, esaret altında ve zor bela “Biz partimizden vazgeçmeyiz, halkımızın, ülkemizin gerçeğinden vazgeçmeyiz ve gerektiğinde hayatımızı veririz.” Böyle olmuştur. En yakıcı ve büyük savaş budur diyoruz. Daha sonraki süreç niceliksel süreçtir, nitelik yoktur.

Ölüm orucu ve fiili direnişin zaferle sonuçlanması işkenceleri önemli oranda durdurur. 12 Eylül darbesinden sonra PKK kadroları ülke dışına daha fazla çıkar, gruplar halinde Filistinli gerillalar arasında dağıtılırlar.

1. KONFERANS, ÜLKEYE DÖNÜŞ VE İSRAİLE KARŞI DİRENİŞ

Öcalan, bu süreçte gelenlerle yoğun ilgilenir, eğitim çalışmalarına ağırlık verir. Bu eğitimlerin sonucunda 15-26 Temmuz 1981 tarihleri arasında PKK’nin 1. konferansı yapılır. Ülkeye dönüş kararı alınır. Öcalan’ın konuşmaları kasetlere alınarak çözümlenir ve kitap haline getirilir. Kürdistan’da Zorun Rolü, Örgütlenme Üzerine, Ulusal Kurtuluş Problemi ve Çözüm Yolu, Ulusal Kurtuluş Cephe Programı, Kürdistan’da Kişilik Sorunu ve Devrimci Militanın Özellikleri, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi Programı adlı kitap ve broşürler bu dönemde yazılır.

Konferanstan sonra Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni en fazla etkileyen olay İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi savaşıdır. İsrail, 5 Haziran 1982 yılında Lübnan’a saldırır. İsrail-Lübnan sınırına yerleştirilen PKK’liler savaşın içinde kalırlar. Bu savaşta büyük bir direniş gösteren PKK militanlarından 11’i yaşamını yitirir.

20-25 Ağustos 1982’de savaşın etkili olduğu Güney Lübnan’da PKK ikinci kongresi gerçekleşir. 2. Kongre adeta birinci konferansın aldığı kararları daha da güçlendirmiş, kadronun yönünü ülkeye vermiş, savaşı başlatma kararına ulaşmıştır. Kongre zindanda direnen PKK’lilerin duruşuna cevap olmuştur. Ve daha gerilla savaşı atılımı yapılmadan dikkat çekici bir anlaşma gündemleşir. 23 Mayıs 1983 yılında Türk devleti KDP ile gizli bir anlaşma yapar ve bunun sonucunda sıcak takip adı altında ilk sınır ötesi operasyonunu yapar.  Operasyon sonuçsuzdur.

15 AĞUSTOS ATILIMINA DOĞRU

1984 yılı başlarında ise yeni bir planlama yapılır. Buna göre Hezén Rızgariya Kurdistan (HRK) adlı askeri örgütlenmeye gidilir.

Tüm silahlı propaganda birlikleri bu askeri örgütlenmeye bağlanır. Ve güçler yeniden planlanan yerlerine giderler. 15 Ağustos’ta atılımı başlatma kararı alınır. Üç ilçede kontrolü ele geçirmek şeklinde planlanan atılım, çeşitli nedenlerle planlandığı gibi gerçekleşmez. Planlamaya uygun olarak AGİT (Mahsum Korkmaz) komutasındaki 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği Eruh’a, bir diğer birlik Erdal komutasında Şemdinli’ye girer ve bir süre denetime alırlar. HRK’nin kuruluş bildirgesi okunur. Şehirde propaganda yapılır ve Eruh karakolundaki askeri malzemelere el konulur.

15 Ağustos atılımı böyle gerçekleşir. Dersim direnişinden sonra (1938) ilk defa devlete karşı silahlı bir mücadele gelişir. Kürtlerin 29. isyanı böyle başlar. Sosyolog İsmail Beşikçi buna ‘ilk kurşun’ der. Sömürge insanının beynindeki korku duvarlarının yıkılmasında bu önemli bir olaydır. Bu, sömürge insanının korkusunu yenmesidir.

15 Ağustos hamlesinden sonra adeta ölüm uykusundan uyanan Kürt halkı hızla saflara akar. 21 Mart 1985 yılında ERNK adında Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (Eniya Rizgariya Netewa Kurdistan) ilan edilerek halk örgütlenmesine de ağırlık verilir. PKK ve gerilla gittikçe Batı Kürdistan içinde de taban bulur. Önceleri tek tek, sonraları gruplar halinde PKK saflarına katılım olur. Böylece Rojava kitlesi büyük oranda PKK’ye açılır.

1986 3. kongre yılıdır. Kongreye gelme hazırlığı yapan AGİT sınırı geçemez. Silahlı mücadelenin sembol dağlarından Gabar’da 28 Mart 1986’da henüz tam aydınlatılamayan, komplo şüpheleri olan bir tarzda katledilir.

OLOF PALME OLAYI VE AVRUPA’NIN PKK’YE YÖNELİMİ

Bu dönümde PKK’ye yönelik Türk devleti ve NATO destekli siyasi komplolar yapılmak istenir. Ulusal kurtuluş hareketlerini önemli ölçüde destekleyen İsveç Başbakanı Olof Palme Türkiye İstihbaratı ve NATO Gladyosu tarafından katledilir.

Bu cinayet anında PKK’ye yüklenmek istenir, özellikle Türk basınında olayın hemen ardından bu yönlü manşetler atılır. Bu komployla hareket terörist ilan edilir ve çeşitli soruşturmalara maruz kalır. Bu kapsamda hareketin daha grup aşamasından kalma öncü kadroları olan Duran KALKAN ve Ali Haydar KAYTAN Almanya’da zindana atılarak altı yıl tutuklu kalırlar. Bu yönelimler değişik düzeylerde tüm Avrupa’da gerçekleştirilir.

ARGK VE GERİLLA ORDULAŞMASI

PKK’nin üçüncü kongresi ise 1986 yılında gerçekleştirilir. Çok önemli kararların alındığı, yeni örgütlenmelere gidilen bu kongrede, AGİT’in anısına askeri örgütlenme olan HRK yerine Artéşa Rizgariya Gelé Kurdistan (ARGK) kurulur.

Bu ordulaşmanın ifadesidir. Bunun yanında o zamana kadar görülen eğitimler derli toplu hale getirilerek Akademi düzeyinde eğitimlere geçilir. Artık eğitimler Mahsum KORKMAZ (AGİT) Akademisi’nde verilir. 21-28 Mart tarihi ‘Ulusal Kahramanlık Haftası’ ilan edilir. Mayıs ayı ‘Şehitler Ayı’ olarak kabul edilir. PKK içine dönük savaşın çizgiye ve gereklerine göre yürütülmemesi nedeniyle yönetim kademesi yoğun bir soruşturmaya tabi tutulur. Bu çerçevede kongreye “Burada çözümlenen an değil tarihtir, kişi değil toplumdur” sloganı damgasını vurur.

25 Ocak 1990 yılında Öcalan’ın temel çalışma sahasında bir tatbikat sırasında Öcalan’ın çocukluk arkadaşı olan Hamza (Hasan BİNDAL) Topal Metin (Şahin Baliç) tarafından katledilir. Bu durumu değerlendiren Öcalan, parti içinde “asi avare çeteciliğe ve feodal komploculuğa” savaş açar. ‘Dörtlü Çete’ (Şemdin Sakık (Zeki), Şahin Baliç (Topal Metin), Halil Kaya (Kör Cemal) ve Cemil Işık (Hogır) için çete tanımı yapar. PKK içindeki bu anlayışları temizlemek için 2. Konferansı toplar. 4-12 Mayıs 1990 yılında toplanan bu konferans 4. kongreye hazırlık niteliğindedir.

HALK SERHILDANLARI SÜRECİ

1990’lı yıllar dünyada büyük değişimlerin olduğu, sosyalist blok ve Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı, Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği, buna karşılık uluslararası müdahalenin gündemde olduğu bir süreçtir.

Bu dönemin bir diğer önemli bir özelliği de harekete yönelik halk desteğinin giderek artması ve halk serhildanlarının gelişmesidir. 13 Mart 1990 yılında Mardin’in Savur ilçesinde yaşamını yitiren Mardin Eyalet komutanı Abdullah Avcı ve 13 yoldaşı için Nusaybin esnafı kepenk kapatır. Verilen bir gerilla cenazesini halk kitlesel bir şekilde sahiplenir. Olaylar çıkar ve çıkan olaylarda bir yurtsever yaşamını yitirir. Bunun üzerine Cizre de serhildanlara katılır, sömürgeci devlet güçleri ile çatışır.

Devletin saldırısı sonucunda aralarında çocuklarında bulunduğu 5 kişi yaşamını yitirir. Bunun üzerine Dargeçit, Dêrik, Kızıltepe, Mazıdağı, Silopi, Farqin ve Siverek’te halk kepenk açmayarak bu direnişe katılır. PKK tarihinde yeni bir dönemin, halk serhildanlarının başlangıcı olan bu süreç, gerillanın halklaştığını gösterir. 21 Mart 1990 yılında Amed burçlarında Kürt kızı Zekiye Alkan adlı üniversite öğrencisi bedenini ateşe verir. Newroz ateşini kendi bedeniyle gürleştirir. Artık mücadelenin halk tarafından en üst düzeyde sahiplendiği yıllardır bu yıllar.

4. KONGRE, BOTAN – BEHDİNAN SAVAŞ HÜKÜMETİ

25-31 Aralık 1990’da toplanan 4. Kongre birinci kongreden sonra ülkede gerçekleştirilen ilk kongredir. Kendisini gerilla kongresi olarak ifade eder. Öcalan, kongreye dünyadaki, bölgedeki ve Kürdistan’daki gelişmeleri çözümlediği politik raporu sunar. Kendisi kongreye katılmaz.

Kongre Güney Kürdistan’ın Haftanin alanında gerçekleşir. Kongrede gerilla ordusunun daha da büyütülmesi, gerilla savaşını stratejik denge aşamasına çıkarmak için hareketli savaşın geliştirilmesi, Botan-Behdinan Savaş Hükümeti’nin ilan edilmesi, Ulusal Meclis’in kurulması vb. kararlar alır. PKK’nin kurucularından Duran KALKAN, 30. Yılında PKK Dersleri adlı kitabında bu dönemi şöyle anlatır: ‘Bu sürece gelirken diğer önemli bir etken de, legal-siyasi alanda yaşanan gelişmelerdir. Kürdistan’da ’89-‘90’la birlikte içine girilen süreç, gerillanın gelişimi, halkın serhildana kalkışı, aynı zamanda demokratik siyasetin önünü kısmen açıyor.

Terör ve soykırım rejiminin kırılması ve gerillanın vuruşlarıyla sarsıntı geçirmesi, legal siyaset yapmaya, kültürel çalışmalar geliştirmeye izin veriyor. Bu süreçte ortaya çıkan gelişmeler, yapılan çalışmalar var. Basın-yayın alanı gelişiyor. ‘Propaganda alanında önemli bir açılım oluyor ve PKK’yi, Önderlik düşüncelerini Türk ve Kürt kamuoyuna taşırma, propaganda etme süreci gelişiyor. Bu önemli ve birçok çevreyi etkiliyor. O zamana kadar gerilla ve silahlı eylem olarak gündeme gelen Önder Apo ve PKK gerçeği, bu sefer açıklamalarıyla, yazılarıyla kamuoyuna; aydınlara, gençliğe, öğrencilere ulaşıyor. Bunun yarattığı önemli bir etki var.

SERHILDANLAR TÜRKİYE’YE YAYILIYOR: RAHŞAN DEMİREL

Yine bu dönemde Fransa’da düzenlenen bir konferansa katılan Kürt milletvekilleri SHP’den (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) atılırlar. Atılan bu milletvekilleri Halkın Emek Parti’sini (HEP) kurarlar. Bu parti kısa sürede legal alanın her tarafında örgütlenerek legal direnişin kalesi olur. Onlarca üye ve yöneticisi katledilmesine, yasaklanmasına rağmen bu çizginin gelişmesi engellenemez. Artık uyanan ve mücadeleyi yükselten Kürt halkı, gerillalaşmakta, serhildana kalkmakta ve tüm engellemelere karşın legal siyasette varlık görmektedir.

10 Temmuz’da Amed’de devlet güçlerince kaçırılarak katledilen Vedat Aydın (Halkın Emek Partisi İl Başkanı)’ın cenaze törenine 100 bini aşkın insan katılır. Devlet bu serhildana katliamla cevap verir. Onlarca insanı katletmesine, yüzlercesini de tutuklamasına rağmen bu gelişmeyi engelleyemez.

1992 yılı Newroz’u en kapsamlı kitle gösterilerine sahne olur. Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde esnaf kepenk, şoförler de kontak açmaz, öğrenciler okula gitmez. Devletin birçok kurumu protesto edilerek işlemez hale getirilir. Bu direniş Kürdistan’ın her alanına olduğu gibi Türkiye metropollerine de yayılır. 1992 Newroz’unda İzmir Kadifekale’de Kürt kızı Rahşan Demirel bedenini ateşe verir. Başta İstanbul, Adana ve Mersin olmak üzere birçok yerde kitlesel eylemler gelişir. Kürdistan’da devletin iktidarına karşılık demokratik otorite de gittikçe daha fazla belirginlik kazanır.

İHANET HANÇERİ; KDP VE YNK

Bu dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerinde belli bir gelişme olur. Türkiye İsrail’den Beka’da bulunan PKK kamplarını vurmasını ister. Türkiye-İsrail ilişkisi bu ihtimali her geçen gün daha da arttırır. Bunun üzerine Öcalan Beka’daki kampları kapatarak Şam’a geçer. Akademi düzenini Şam’da okullar sistemi tarzında sürdürür. Önderlik 1998 yılında Suriye’den çıkıncaya kadar da Şam’da kalır.

Emperyalist güçler o zamana kadar birbirleriyle kanlı bıçaklı olan KDP ve YNK örgütlerini uzlaştırarak ortak bir hükümet ve meclis kurmalarını sağlar. 4 Ekim 1992 günü toplanan Güney Kürdistan Parlamentosu ilk oturumunda iki karar aldı. Birincisi Irak’la federasyon ilişkisi, ikincisi ise PKK ile savaş kararıydı. Ve bu kararlar alındıktan hemen sonra dağıldı. Kararın alındığı aynı gün Türk Ordusu ile birlikte saldırıya geçerek savaşı başlattılar. Bu savaş, PKK tarihinin dönüm noktalarından biridir.

Türk ordusu da tarihindeki en büyük “operasyona” başlar. 120 bin askerle, tankı, topu ve uçaklarıyla savaşa katılır. Birçok alanda cephe savaşları verilir. Her türlü teknik kullanılmasına rağmen gerillanın iradesini, savaşma azmini, kararlılığını ve cesaretini kıramaz. Savaş ilerledikçe hem işbirlikçi güçler hem de sömürgeci Türk devleti zorlanır.

Gerilla direnişi Haftanin, Zap ve Xakurké alanlarında yoğunlaşır. Bu savaşın en çarpıcı olaylarından biri 24 Ekim’de Xakurké’de bir tepede mermisi biten Beritan (Gülnaz Karataş) peşmergelere teslim olma yerine son mermisine kadar çatıştıktan sonra kendisini uçurumlardan atarak yaşamını yitirir.

93 ATEŞKESİ VE 33 ASKER OLAYI

Bu süreçte Türk devleti tarafından arabulucuların devreye girmesiyle Öcalan, 21 Mart 1993 yılında bir aylığına tek taraflı ateşkes ilan eder.

Bununla soruna siyasal çözüm bulma veya arama yolunu açar. Özellikle Cumhurbaşkanı Özal’ın da alttan alta buna olumlu yaklaşması üzerine Öcalan, bu sefer de süresiz ateşkes ilan eder. Ancak uluslararası güçler ve bölge gerici devletleri Kürt sorununun siyasal çözümüne hazır olmadıklarından bu girişimleri boşa çıkarmak için çeşitli yollar denerler. Bunun başını İngiltere çekiyordu. İngiltere’nin girişimleriyle ordu içinde darbe yapılır. Sonra çözüm arayışında olan Turgut ÖZAL kuşkulu bir şekilde ölür.

Ateşkese rağmen devlet operasyonlarını hiç durdurmaz. Bu operasyonlarda yüzün üstünde gerilla şehit düşer. Bu operasyonlar ateşkesi fiili olarak işlemez kılar. 24 Mayıs 1993’te Bingöl-Elazığ yolunda 33 askerin öldürülmesiyle ateşkesin anlamı kalmaz ve Öcalan 8 Haziran 1993 günü yaptığı basın açıklamasıyla ateşkese son verir.

KÖY YAKMALAR, GÖÇ ETTİRMELER, FAİLİ MEÇHULLER

Kendisini bir özel savaş makinesi olarak örgütleyen faşist Türk devleti Kürdistan’ı yeniden fethetme arayışına girer. Bunun için oldukça büyük yatırımlar yapar. Teknolojinin son ürünleri olan silahları alır. Özel savaşı tırmandırarak 17 binin üzerinde faili meçhul cinayete, köy yakıp yıkmalara, zorla göç ettirmelere başvurur.

Bu süreçte 4 binin üzerinde köy boşaltılır. Birçok ilçe yaşanmaz duruma getirilir. Yaklaşık 4 milyon insan yerinden yurdundan edilerek göç ettirilir. ‘Balık tutmak için suyu kurut’ politikasını uygular. Hiçbir kurala uymayan kirli bir savaş yürütür. Gerillaya dönük çok büyük askeri operasyonlar düzenlenir. Gerillanın uyguladığı alan tutma taktiğini bu sefer Türk ordusu yapar. Savaş tam bir kör dövüşe dönüşür ve kendisini tekrar eder.

Bu şiddetli savaş dönemi Duran Kalkan’ın PKK tarihini anlatan kitabında şöyle anlatılır: “Ateşkes bozulduktan sonra, Türk devletinin ve ordusunun topyekun savaş konsepti temelinde çok kapsamlı ve hazırlıklı bir saldırısı yaşandı. Bu, topyekun savaş konsepti temelinde hazırlanmış bir saldırıydı. Kuzey Kürdistan’da ‘93’ten,’98 Eylülüne kadar, yaklaşık altı yıl boyunca kıyasıya bir savaş yaşandı. PKK’nin mücadele tarihinin en büyük savaşı, bu yıllarda gerçekleşendir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin en büyük savaşının da, kendileri de bu dönemde yaşananlar olduğunu söylüyorlar. Bu süreçte ordunun planlayarak gerçekleştirdiği operasyonların bir bölümünün, Kıbrıs harekatından birkaç defa büyük olduğunu belirtiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti devletini var eden savaştan da, çok çok büyük bir savaş olduğu tartışma götürmüyor. Bu bakımdan bu dönem, askeri açıdan en çok değerlendirilecek, incelenecek dönemlerden birisi oluyor. Taktik, tarz ve yöntem açısından, gerillanın örgütlenip harekete geçirilmesi açısından en fazla ders çıkartılacak dönemlerden birini ifade ediyor.”

5. KONGRE VE PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ

Öcalan, bu tekrarı sonlandırmak, yeni açılımlar yapmak için 5.Kongreyi toplar. 5.Kongre 26-31 Ocak 1995’te toplanır. 5. Kongre ülke topraklarında toplanır. 4. Kongreden beri yaşanan pratiği değerlendirir. Öcalan, kongreye politik rapor sunar. Bu politik raporda dünyanın, bölgenin ve hareketin durumunu değerlendirir. Dünyadaki gelişmelere bağlı olarak Partide de değişimin gerekli olduğunu belirtir. Bu yüzden kongreye ‘değişim ve yargılama kongresi’ denir. Reel Sosyalizmin dogmatik, kalıpçı yönlerini eleştiriye tabi tutar. Örgütün amblemi değiştirilir.

Kongre aynı zamanda bir yargılama kongresi olur. Xakurké ve Zelé pratiğinden dolayı Ferhat (Osman Öcalan) yargılanır ve parti üyeliğinden atılır. Sıradan bir çalışan durumuna düşürülür. Savaş pratiğinde rolleri olan ve rollerini oynamayan tüm kadrolar sorgulanır. Merkezden başlamak üzere herkes özeleştiri sürecinden geçer.

Ancak savaş pratiğinde ciddi bir gelişme olmaz. Eski pratik kendisini tekrar eder. Önderliğin eğitip hazırladığı ve ülkeye gönderdiği gruplar fazla etkili olamazlar. Oluşan savaş tarzına teslim olurlar. Yurt dışı sahasında, özellikle Avrupa’da PKK, “terörist” ilan edilerek yasaklanmasına rağmen kitlede büyük gelişmeler yaşanır. Yüzbinleri bulan kitlesel eylemlilikler gelişir. Avrupa’da Sürgünde Kürt Parlamentosu kurulur. 21 Mart 1995’te ilk defa Kürtçe yayın yapan bir televizyon (Med TV) açılır.

1995 yılının Ağustos ayında bir daha sömürgecilikle işbirliği yapan Güneyli güçlerle savaş durumu yaşanır. Yaklaşık 6 ay devam eden bu savaşta ciddi bir gelişme sağlanamaz.

ÖCALAN’A SUİKAST VE DERSİM’DE BİR FEDAİ; ZİLAN

Türk devleti kesin sonuç almak için bu sefer Öcalan’a yönelir. 6 Mayıs 1996’da Şam’da Parti Merkez Okulu’na yakın bırakılan patlayıcı doldurulmuş bir araçla suikast düzenlenir.

Bu suikast girişimi PKK’de derin bir sarsıntı yaratır. 30 Haziran 1996 yılında Zilan (Zeynep Kınacı) tarafından Dersim’de bir fedai eylem gerçekleştirir. Bu eylem tarzı PKK’de bir ilktir. Sonrasında zaman zaman görülecek bir eylem tarzıdır. Zilan, geriye bıraktığı mektubunda eylemini gerekçeleriyle birlikte anlatır. Kürt Halk Önderi Öcalan, “Zilan komutandır, bizler emir eriyiz” diyerek bu eylemin anlamını ortaya koyar. Öcalan’ın bu yıllardaki kadın özgürlük sorununu ele alıp, derinliğine çözümlediği yıllardır.

KADIN – ERKEK İLİŞKİLERİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

8 Mart 98 tarihli Kadın-erkek ilişkileri ve özgürlüğü üzerine yaptığı değerlendirmeler, bugün Özgür Kürt Kadın Hareketinin nasıl bölgesel ve küresel karakter kazandığını göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Öcalan şöyle der: „Sorunu kadın sorunundan ziyade erkek sorunu olarak da çözüme tabi tutmam önem taşıyor. Bunlar birçok ideolojide böyle konulmamıştır. İdeolojilerin çoğu erkek egemenlikli olduğu için erkeği fazla çözüme tabi tutma gereği duymazlar. Çok derin bir sosyalist kişilik olmazsa erkek kendi iktidarını tehlikeye sokabilecek düşüncelere fazla yer vermez. Kendini fazla eleştiri konusu yapmak istemez. Bu çok içselleşmiş bir durum erkek. Tabi benim durumum biraz farklı. Klasik erkekle kopuşmayı ileri düzeyde sağladığım için cesaretle erkeği eleştiriyor ve çözüme tabi tutuyorum.“

Çözümlemesini derinleştiren Öcalan, “Erkek, tüm namus anlayışını ve erkekliğini bir kadın üzerindeki hakimiyetinde görme gibi bir ucube duruma gelmiştir” ve şöyle devam eder: “Ben yurtsever bir insanım. Benim için önce ev değil önce vatan sorusu geçerlidir. Nasıl olursa olsun bir yaşam değil, özgür yaşam benim için esastır. Ben namus, onuru burada görürüm.”

Kadın sorununu diğer sosyalist ve devrimci hareketler gibi “devrim sonrasına” ertelemez ve çözümü anı anına geliştirmeden yanadır: “Eskiden derlerdi “Ulusal sorun sosyalizmden sonra çözülür”, “Kadın sorunu sosyalizmden sonra çözülür”. Değil. Anı anına! Günlük olarak çözüme tabi tutulmadıkça ne sosyalist devrim olur, ne uluslar kurtulur, ne de cins kurtulur.” Bu görüşleri gerilla saflarında ve PKK’nin siyasal ideolojik hattında Kadın Partisi ve Kadın Ordulaşmasına kadar gelişme gösterir. Özgür Kadın Partisi PJA, daha sonra PAJK ismini alır. Gerillada ise YJA Star örgütlendirilmesi ile kadın ordulaşması geliştirilir.

ÜÇÜNCÜ ATEŞKES

1996 yılında Türk devleti çeşitli kanallarla Öcalan’a haber göndererek ateşkes istemesi, çözüm arayışlarını dillendirmeleri üzerine PKK, bir kez daha tek taraflı ateşkes ilan eder. Avrupa’da çeşitli düzeylerde gizli görüşmeler olur. Ancak iç ve dış güçler bu ateşkesi de boşa çıkarırlar.

1997 yılında Türk devleti büyük bir güçle Kürdistan’ı işgal seferine girişir. 14 Mayıs Operasyonu denilen bu girişimine Güney Kürdistan’daki işbirlikçi güçler (KDP) de katılır. Türk devleti bu girişimle Güney Kürdistan’daki gelişmeleri denetiminde tutmayı ve tampon bölge oluşturmayı hedefler. 1997 savaşında KDP’nin de destek verdiği Türk ordu birliklerinin bir kısmı halen Güney Kürdistan’dadır.

1998 yılında yeniden çeşitli çevrelerden ateşkes çağrısı gelir. Çeşitli görüşmeler yapılır. Öcalan, barışa bir şans daha vermek için 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde üçüncü defa tek taraflı ateşkes ilan eder. Ancak uluslararası ve bölgesel güçler bu durumu komployu örgütlemek için kullanırlar. İngiltere’nin planladığı, ABD’nin uyguladığı uluslararası bir komplo düzenlenir.

ULUSLARARASI KOMPLO

1998 yılı ortalarında Yunanistan parlamentosundan bir grup milletvekili Öcalan’ı ziyaret ederek Yunanistan’a davet ederler. Bu daveti Yunan Meclisi adına Meclis Başkan Vekili yapar. Yunan meclisinin yarısından fazlası bu davet mektubuna imza atarlar. Bu planın bir parçası olarak Türkiye Suriye sınırına askeri yığınak yapar. Amerika tatbikat adı altında savaş gemilerini İskenderun’a gönderir.

Türkler savaş hazırlıklarını tamamlayarak teyakkuza geçerler. Türk Ordusu sınıra yığınak yapar. Doğu Akdeniz’e konuşlanmış ABD savaş gemileri füzelerini Öcalan’ın bulunduğu yere ve Suriye’nin stratejik önemi olan siyasi, Askeri ve ekonomik merkezlerine kilitlerler. İsrail Golan tepelerindeki yığınağını arttırır. NATO’nun ilgili karargahları kırmızı alarm durumuna geçerler. Yunan Meclisinin daveti de olunca, sorunu uluslararası platforma taşırarak, siyasi yönden çözmeyi esas alır ve bu hedefle Avrupa’ya çıkmaya karar verir.

Öcalan 9 Ekim 1998 günü Suriye’den ayrılarak Yunanistan’a gider. Ancak Yunan devleti verdiği sözü tutmaz. Öcalan’ın Yunanistan’a girmesine izin verilmez. Öcalan, bir süre havaalanında kaldıktan sonra tarifeli bir uçakla bu sefer Rusya’ya gider. Yaklaşık bir hafta Rusya’da kalır. Rusya meclisinin alt kanadı olan Duma’da Öcalan’a siyasi statü verilmesi kabul edilir. Fakat Rusya bu kararı kabul etmez. Öcalan, yeni bir yer arayışına girer. İtalyan Sol Komünist partisi milletvekilleri Öcalan’ı Roma’ya davet ederler. Öcalan, bu davet üzere Dalama hükümetinin bilgisi dahilinde 12 Kasım 1998’de İtalya’ya gider. Yaklaşık 56 gün İtalya’da kalır. Avukatları Öcalan’a iltica vermeleri için Roma İstinaf Mahkemesi’ne başvururlar.

Avrupa’daki Kürt kitlesi ve dostları Öcalan etrafında kenetlenir, sokaklar dopdoludur, halk ayaktadır. Uluslararası güçler, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı Roma’dan çıkarmak için yoğun bir diplomatik faaliyet yürütürler. Avrupa devletlerinin hiç birisi İtalya’ya destek vermeyerek onu yalnızlaştırırlar. İtalya da bunu daha fazla kaldıramaz, Öcalan’a siyasi statü de vermez. Öcalan, 16 Ocak 1999 yılında Roma’dan ayrılarak Rusya’ya gider. Rusya hükümeti Öcalan’ı sınır dışı etmekte kararlı davranır. Ve Öcalan, yeniden ve gizli olarak Yunanistan’a girmek zorunda kalır. Bu da komplonun önemli bir parçasıdır.

En sonunda Yunanistan Öcalan’ı Afrika’daki Kenya büyükelçiliğine gönderir. Öcalan, 15 gün burada kaldıktan sonra başka bir ülkeye götürülmek vaadiyle elçilikten çıkarılarak Türklere teslim edilir. 15 Şubat 1999 yılında Öcalan Türkiye’ye getirilerek İmralı adasına konulur. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit daha sonraki demeçlerinde hegemonik güçlerin Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim ettiklerini bir türlü anlayamadığını belirtmiştir. Bu söylem bile gerçekleşen komplonun ne kadar kapsamlı ve dıştan olduğunu ortaya koymaktadır.

“GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ!”

Bu sürecin en önemli gelişmelerinden biri, Öcalan’ın Suriye’den çıktığı gün Maraş zindanında “GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ!” şiarıyla Halit ORAL bedenini ateşe vermesidir. Tehlikenin farkına varan PKK militanları ve yurtseverler bedenlerini tutuşturarak Öcalan’ı savunurlar.

Öcalan’ın esaretini fırsat bilen Türk devleti büyük operasyonlar geliştirerek, moral üstünlüğünden de faydalanarak gerillayı tasfiye etmek ister. Ancak gerillanın direnişi karşısında bu amacına ulaşamaz. Bu atmosferde Kuzey Kürdistan’da yapılan yerel seçimlerde, tüm engellemelere ve anti demokratik yapıya karşın, 37 belediye kazanılır. Bu aynı zamanda hareketin kitleselleştiğini ve büyük bir tabana hitap ettiğini gösterir. Sonrasındaki seçimlerde bu sayı giderek artacaktır.

Doğu Kürdistan’da (İran) hiç kimsenin beklemediği düzeyde bir sahiplenme, ayaklanma olur. Ayaklanmalarda onlarca yurtsever İran rejimince katledilir. Buna karşın Doğu Kürdistan’dan PKK saflarına akın akın katılım olur. Doğu Kürdistan’daki bu kalkışma PKK’nin de beklemediği bir kalkışma olmuştur. Şubat Devrimi olarak adlandırılan bu kalkışma, Öcalan’ın ulusal düzeyde onaylanması anlamına da gelmekteydi. Öcalan, uzun yıllar Rojava Kürdistan (Suriye) ile direkt ilgilendiğinden Öcalan’ın ve PKK’nin bu parça açısından etkisi apayrı olmuştur. Öcalan’a komplo düzenlenirken PKK 6.kongresini yapmaktadır.

99 GERİ ÇEKİLME SÜRECİ

30 Mayıs 1999 yılında Öcalan'ın “yargılama” süreci başladı. Bu mahkeme yaklaşık bir ay sürer ve 29 Haziran 1999 yılında Öcalan’a idam cezası verilir. İdamın verildiği tarih 1925 Şeyh Said ve arkadaşlarının idam edildikleri gündür. Bu tarih Türk devletinin niyet ve yaklaşımını göstermektedir.

Öcalan’ın 1993’ten beri sürdürdüğü barışçıl çalışmaları sürer. Barış ve demokrasi söylemlerini öne çıkarır. Barış ortamının gelişmesi için 2 Agustus 1999’da tarihi bir karar vererek 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde gerillanın kuzeyden güneye çekilmesini ister. Ancak devlet güçleri barışa hazır olmadıkları gibi çeşitli operasyonlarla bu geri çekilmeyi engellemek isterler, pek çok çatışma yaşanır ve bu çatışmalarda beş yüze yakın gerilla yaşamını yitirir. “Barış geliyor, devletle anlaşma var” gibi yaklaşımlarla gerekli tedbirlerin alınmaması, güçlü planlamaların gerçekleştirilmemesi de bu bilançonun ortaya çıkmasında etkili olur.

Öcalan, en az seksen yıldır sürmekte olan Kürt sorununun onurlu bir barış temelinde çözümü için çalışmalarını tüm zorluklara rağmen sürdürür. Bu çerçevede biri Avrupa’dan biri de dağdan iki barış grubunun Türkiye’ye giriş yapmasını söyler ve bu belli aralıklarla pratikleştirilir. Ancak Türk devleti her iki grubu da zindana atarak onlarca yıllık hapis cezaları yağdırır.

-----------------         

YARIN: PKK’DE DEĞİŞİM DÖNÜŞÜM SÜRECİ VE ROJAVA DEVRİMİ İLE KÜRESELLEŞEN PKK GERÇEĞİ