99 yıllık katliam tarihi: Cumhuriyet değil, teokrasi

Kuruluşundan beri giderek istikrarsız, çarpık bir yapıya dönüşen Türkiye Cumhuriyeti, AKP’nin teokratik yönetim tarzıyla 99 yıllık tarihsel katliamlarını sürdürüyor.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 99’uncu yılında. Cumhuriyet, kurumsallaşmadığı gibi teokratik, istikrarsız, çarpık bir yapıya dönüşmüş durumda.

Neredeyse 100 yıllık geçmişe sahip olan TC devletinin birçok yönden ele alınabilir yönü olsa da temel değişmez niteliği, Kürt soykırımı üzerinden inşa edilmiş olmasıdır. Cumhuriyet ismiyle oluşturulan devlet aygıtı topluma hükmetmek için sahaya sürdükleri özel savaş uygulamalarını en çok Kürtler üzerinde uyguladı. Sistem İttihatçı ve Terakkici, yani İslamcı-Türkçü-Milliyetçilikten beslenen ideolojisiyle tarihten bu yana topyekün bir soykırım savaşı sürdürüyor.

Bu özel savaşın günümüzdeki ayağını ise AKP- MHP iktidarı devralmış durumda. İktidar özel savaş teknikleriyle bir yandan gazetecilere yönelik gözaltı, tutuklama, işkencelerle, öte yandan kendi tekeline aldığı ana akım medya eliyle komplolarla, çarpıtmalarla, yalan haberlerle insanların zihnini kontrol altına almayı hedefliyor.

ADALET ‘HİÇ EDİLDİ’

Türkiye’de adalet ve hukuk kavramı tarihten bu yana dejenere edilmeye devam ediyor. Halkın devlete ve adalete güveni temelden sarsılmış durumda. Hal böyle olunca insanlarda adaletlerini kendi başına çözme eğilimi başladı.

Sorgusuz-sualsiz itaat eden birey yaratmaya çalışan iktidar, buna karşı çıkanları ise yarattığı ‘hukuk’ sistemiyle cezalandırıyor.

Urfa’da Şenyaşar ailesinin başına gelenler bu konuda yalnızca bir örnektir.

Dahası Dersim’de kaybettirilen Gülistan Doku’nun ailesi, Batman’da uzman çavuş Musa Orhan tarafından ölümüne neden olunan İpek Er’in ailesi, İzmir’de devletin yönlendirmesi sonucu vahşice katledilen Deniz Poyraz’ın ailesi, tutsak yakınları ve daha niceleri adaletsizlikle cezalandırılmaya devam ediliyor.

Kürt toplumuna karşı sistematik saldırıların bir parçası olarak gündeme gelen tüm bu olaylarda yaşananlar sistemli bir devlet politikasının devrede olduğuna işaret etmektedir. Klasik devlet hukuku dahi işletilse tüm bu olaylarda suçluların kısa sürede yargılanıp ceza alması mümkünken, bu yapılmamakta aksine çok bilinçli bir biçimde bu kişiler korunup kollanmaktadır.

KADINLAR HEDEFTE

Cumhuriyetin başından bu yana kontrol altına alınmaya çalışılan kadınlara dönük özel savaş ise olağanca gücüyle sürdürülüyor. Özelde Kürt ve örgütlü kadın gücüne yönelen, öncülerini tutuklayan, suikastlarla öldüren, taciz-tecavüzle yıldıran girişimlerle birlikte tüm kadınların iradesini kırmaya dönük kapsamlı politikalar yürütülmekte. İdeolojik, ekonomik, sosyal, kültürel alandaki politikalarla kadınların geleneksel rollerinin sürdürülmesini sağlayacak, sistemi yeniden tesis etmek temel hedefleri olmaktadır.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çocuk çok önemli. Bak PKK’nin 5 tane, 10 tane, 15 tane çocuğu var” siyasi gündemdeki yerini koruyor. Erdoğan’ın bu sözleri, ayrıca Türk Milli Güvenlik Kurulu’nun 1996’da hazırladığı, “2025’te Kürtlerin sayısının Türkleri aşacağı” bu yüzden de 3’ten fazla çocuk yapanın cezalandırılmasını öngören Kürt Nüfusu Raporu’nu hatırlattı.

Sistemi yeniden tesis etmek için kadın bedeni meta olarak kullanılmasının yanı sıra şovenist ve faşist söylemlerin aracı haline de getirilmiş bulunuyor.

Günümüzde özel savaşın yöneldiği temel noktalardan biri de Kürdistan’da ortaya çıkan ve giderek dünyayı etkileyen özgür kadın kimliğine dönük saldırılar olmaktadır. Bu kimliğin temsilini yapan öncü kadınların hedeflenmesi, kriminalize edilmesi ve katledilmesi, cenazelerinin tahrip edilmesi bu kapsamda gerçekleşmektedir. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’e dönük Paris Katliamı ile başlayıp Seve Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar’la daha sonrasında Rojava’da, Şengal’de Kadın Özgürlük Hareketi öncülerinin hedeflenmesi temelindeki saldırılar bunun örnekleridir. Hevrîn Xelef, Nagîhan Akarsel, Yadê Aqîde, Zehra Berkel, Taybet İnan ve daha onlarca örnekte olduğu gibi aktif, öncü düzeydeki yurtsever kadınlar da bu savaşın hedefindedir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Önce kadını vurun” sözünün sadece öldürmekle ilgili olmadığını, kadının ajanlaştırılması, topluma karşı kullanılmasına kadar daha geniş bir çerçevede ele alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda bu kirli politikaları boşa çıkarmanın tek yolunun örgütlü mücadeleden geçtiği açıktır.

KİMYASAL SİLAH KULLANILIYOR

Soykırım konusunda hiçbir dönem, AKP döneminin eline su dökemez. Çocuklardan yaşlılara kadar öldürmekle yetinilmiyor, işkence ölümlerden sonra da devam ediliyor. Cenaze merasimlerini yasaklamaktan, bedenleri ailelere teslim etmeyerek yıllarca morglarda tutmaya kadar cansız bedenlere saldırının pek çok farklı türü pratikleştirildi.

Özel savaş uygulamaları bu kadarıyla da sınırlı değil. AKP-MHP iktidarı bu savaşı olağanca hukuksuzluğuyla da büyütmeye çalışıyor.

Türkiye, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ortaklığıyla Federe Kürdistan Bölgesi’nin Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine dönük 17 Nisan’da başlattığı saldırılarda kimyasal silah kullanıyor. 6 ayını geride bırakan saldırılarda şimdiye kadar en az 2 bin 476 kez yasaklı ve kimyasal silah kullanıldığı açıklandı. HPG, son 3 ay içerisinde 17 gerillanın kimyasal silah saldırısında şehit düştüğünü duyurdu. Ayrıca kimyasala maruz kaldıktan sonra yaşamını yitiren 2 HPG’linin görüntüleri yayınlandı.

Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise söz konusu saldırılara ilişkin yaptığı açıklamalar gerekçe gösterilerek tutuklandı.