Kayyumla darbe

Evet, söz bitmiştir. Çünkü faşizm, Erdoğan ve Bahçeli artık sözden anlamaz bir noktaya gelmiştir. Vardığı nokta koyu bir faşizmdir.

Kürdistan tarihine Kürt halkının unutmayacağı ve hafızasından asla silmeyeceği bir gün daha eklendi: 19 Ağustos 2019 tarihi, Kürt halkının ruhundan silinmeyeceği bir gün olarak tarihe geçti. Bugün Erdoğan ve Bahçeli'nin kayyumlarla Kürt halkının iradesine darbe yaptığı kara bir gündür. Evet bugün, Kürt düşmanı Erdoğan ve Bahçeli Kürdistan'ın kalbi diyebileceğimiz üç büyük kentte Kürt halkının büyük çoğunlukla kazandığı belediyelere el koyduğu, gasp ettiği gündür. Bu konuda söylenecek çok şey var. Ancak gelinen aşamada bir kez daha sözün bitiği nokta olduğumuzu vurgulama gereği vardır.

Evet, söz bitmiştir. Çünkü faşizm, Erdoğan ve Bahçeli artık sözden anlamaz bir noktaya gelmiştir. Vardığı nokta koyu bir faşizmdir. Faşizmin sözden anlamaz bir kulvarda koştuğunu sanırız bilmeyen yoktur. Mussolini, Salazar, Hitler ve diğer faşist liderler bu gerçeğin en somut hali olarak dillendiriyoruz hep. Erdoğan ve aynı zamanda Bahçeli de tıpkı bu faşist liderler gibi iktidarlarının en olgun, en kanlı, en kirli ve dolayısıyla en zalim süreçlerinde sözden anlamayan faşist liderler olduğu kesindir.

Erdoğan ve Bahçeli de her faşist lider gibi hem kendilerinden hem ailelerinden hem de olası bir yargılama sürecinden korktukları için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Ama aynı zamanda düşman olarak gördüğü Kürt halkına karşı da büyük bir soykırım konsepti oluşturmuşlardır. Bunu öylesine söylemiyoruz. Soyut ve hayali bir belirleme de değildir. Konsept somut ve gerçekleşen pratik uygulamalardan hareketle reeldir.

Soykırım konsepti devletin kararıdır…

Hiç kuşkusuz ki Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine el konulması, halkın iradesinin gasp edilmesi, seçimle oluşan belediyelerin feshedilmesi ile başlayan bir konseptten bahsetmiyoruz. Soykırım konsepti eskidir. En önemlisi de bir kişinin öfkesi, bir başbakanın kızması, kendi başına buyruk bir bakanın aldığı bir kararla hazırlanan bir konsept de değildir. Konsept tamamen örgütlü, bütünlüklü, komple ve devletin açık-gizli, legal-illegal aklına dayanan bir konsepttir...

Peki bu konseptin devlet aklına dayandığını nasıl anlıyoruz?

Anlaşılmayacak bir şey yok. Çünkü Erdoğan bağıra bağıra, nara ata ata, karnı çatlaya çatlaya söylüyor. Erdoğan soykırım konseptini gizlemiyor, “illegal yapalım, kimse bilmesin-duymasın” demiyor. “Herkes çok iyi bilsin ki, onlara öylesine bir ders vereceğiz ki asla unutmayacaklar. Bunu açık ve net söylüyorum. ABD de, AB de, onlara çanak açanlar da bunu duysunlar, bilsinler” diyen yine Erdoğan’dır. “Bir merminin kaç para olduğunu biliyor musunuz” diyen Erdoğan önce barış süreci adı altında Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek istedi, bu olmayınca, bu kez Özgürlük Hareketi ile birlikte Kürt halkını bir bütün olarak imha etme konseptini oluşturdu. Balığı sudan ayrıştıramayınca bu kez suyu bir bütün olarak zehirleme planını geliştirdi. Bu planın adını da “çökertme” koydu. Bunun sayısızca örneği vardır. Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Şırnak’ta yüzlerce sivili bodrumlarda katletmesi bu planın en yakın ve somut örneği oldu. Her gün sokaklarda yüzlerce insanın tutuklanması, işkencelerden geçirilmesi, gençlerin kurşuna dizilmesi de bu planın bir parçası olarak hayata geçirildi.

Sık sık Şengal ve Maxmur'un havadan bombalanması ve Güney Kürdistan’ın neredeyse bir bütün olarak işgal edilmesi Erdoğan ve Türk devletinin Kürtlere karşı oluşturduğu soykırım konseptinin daha çok görünür belirgin hali olmuştur...

Diyarbakır, Van ve Mardin belediye eşbaşkanlarının görevden alınması, kayyumlarla Kürtlerin oluşturduğu demokratik sistemlerinin tasfiye edilmesi, meclislerin feshedilmesi bu perspektifle ele alındığında, Erdoğan'ın kayyum politikasını daha doğru ve objektif olarak anlamış oluruz. Başka türlü anlamak ve izah etmek mümkün değildir.

Kayyum darbesi bir zihniyet sorunudur...

Türk devletinin oluşturduğu soykırım konsepti ve bunun sonucu olarak belediyelerin görevden alınması sorunu kesinlikle bir hukuk ve yasa sorunu değildir. Bir zihniyet ve Kürt sorununa nasıl bakıldığı sorunudur. Hele hele "eğer suçları varsa" sorunu hiç değildir. Belediye eşbaşkanlarının, dolayısıyla Kürtlerin suçu Kürt olmaktır. Türk devleti ve Erdoğan için esas sorun Kürtlerin kendisine ve sömürgeci devletine boyun eğmemesi, biat etmemesidir. Belediyelerin PKK ile, terörle ne alakası var? Tamamen yalandır. Erdoğan bu yalanları Kürtlerin kazanımlarını gasp etme gerekçesini yapmaktadır. Halbuki en büyük terörist, en büyük darbeci Erdoğan'ın kendisidir. Seçilmişleri görevden almak, belediyelere el koymak, halkın iradesini "belediyeleri teröristlerden temizliyorum" deyip kendi hırsızlık ve yolsuzluklarını gizlemek en büyük diktatörlük ve zalimliktir. Yapılan budur. Bunu Kütler de, Türkler de, diğer halklar da gayet iyi biliyor. Şu kesindir ki direnen, özgürlüğünü isteyen, devlete kul-köle olmak istemeyen, Erdoğan ve Bahçeli'ye biat etmeyen her Kürt düşmandır. Erdoğan bunu gizli veya dolaylı anlatmıyor, çok açık ve net bir biçimde belirtiyor. Üstelik Erdoğan bunu meydanlarda ifade ediyor. "Türk bekası için ne gerekiyorsa onu yapacağız, karşılığı binlerce şehit de olsa, dünya ne derse desin bunu yapacağız" derken Kürtlerin katliamından, soykırım ve bir bütün olarak imhasından bahsediyor.

"Asker ve polisim ne yapması gerekiyorsa onu yapacaktır..."

Erdoğan ve Türk devletinin Kürtler için oluşturduğu konseptin içinde sadece ölüm, şiddet ve katliam vardır. Bunun dışında hiçbir şey yoktur. “Herkes çok iyi bilsin ki askerlerim, polislerim ve vatanseverlerim ne yapması gerekiyorsa onu yapacaktır. Onlara verdiğim inisiyatif sınırsızdır, yasal engeller varsa en kısa zamanda düzeteceğiz" diyen Erdoğan, kayyum atamayı da şu ifadelerle dile getirmektedir: "ne gerekiyorsa onu yapacağız."

“Ne gerekiyorsa onu yapacağız” anlamının içinde "her şey" vardır. Her şeyin içinde de hem siyasi, hem ekonomik, hem askeri darbe vardır, hem de katliam ve soykırım vardır. Bu nedenle belediye eşbaşkanlarına yapılan darbe hukukla-yasayla ifade edilecek bir durum değildir. Zaten Türkiye'de hukuk, yasa, hak ve adalet diye bir şey yok. Her şey, her kurum, her kuruluş Erdoğan ve partisinin hizmetine alınmıştır. Her savcı, her hâkim, her "uzman, her akademi Erdoğan'ın bekasına, AKP'nin bekasına, MHP ve Bahçeli'nin bekasına göre çalışmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'de bağımsız yargı, namuslu hâkim ve savcı kalmamıştır. Namuslu ve dürüst olanlar ya cezaevine atılmış, ya görevden uzaklaştırılmış ya da Türkiye'den kaçmak zorunda kalmışlardır. Polis de, asker de, memurlar da, bürokratlar da böyledir. Sistem içerisinde kalıp da namuslu kalan tek bir memur, asker, polis, bürokrat yoktur. Hepsi de vicdanını, dinini, imanını kaybetmiştir. Hepsi de Kürt düşmanlığı temelinde işe alınmış faşist ve ırkçı zihniyete sahip memurlardır. Bunlara göre her Kürt düşmandır. Kürtlere karşı şiddetin, işkencenin, sürgünün, yakma ve yıkımın nedeni bundandır.

Kayyum atama Kürtlerin iradesini gasp etmedir

Kayyum atama Kürtlerin iradesini gasp etmedir. Kürt halkına karşı düşmanca bir yaklaşımın en somut halidir. "Siz seçebilirsiniz ama ben de görevden alırım" demenin en kaba biçimidir. Erdoğan Kürt halkının kendi kendini yönetmesini hazmedemiyor. Kürtler ona biat etmediği için her türlü şiddeti ve katliamı meşru görüyor. "Ben kendi temsilcilerimi kendim seçip kendimi idare edeceğim" diyen Kürtleri isyancı, başı dik, kural ve düzen tanımayan bir grup olarak gören Erdoğan sözcüğün gerçek anlamıyla soykırım siyasetini izlemektedir. Kayyum atama, belediyeleri gasp edip işgal etme, zor ve zulümle meclisleri feshetme bu gerçekliğin bir sonucu olarak hayata geçirilmiştir.

Peki ne yapılmalı?

Çok açık ve net bir ifadeyle kesintisiz ve sınırsız bir mücadele ile "dur" denilmelidir. Faşizmin durabilmesi için de doğru bir yol ve yöntem izlenmelidir. Daha doğrusu faşizmin uyguladığı şiddet ve bu şiddetin dozuna uygun bir yol haritasına ihtiyaç vardır. Öncelikle şunu vurgulamak gerekiyor; AKP-MHP faşizmi, Erdoğan ve Bahçeli diktatörlüğü bir fiskeyle "dur"maz. Mücadele tarzı onun anlayacağı dilde olmalı ki sonuç verebilsin. Ancak Kürtlerin dışında kalan muhalefetin tarzı ne sonuç veren bir tarzdır ne de faşizmi geriletecek düzeyde bir yol haritası vardır. Örneğin CHP’in kayyumlar konusunda geliştirdiği strateji bir anlamda faşizmle uzlaşma stratejisidir. CHP de çok iyi biliyor ki bir basın açıklamasıyla veya bir iki yerde sorunu dile getirmekle faşizm durmaz, tam tersine karşısında pasif ve sıradan bir duruşu görünce çok daha azgın bir biçimde saldırganlaşır.

Bu anlamda CHP doğru düşünmek, gerçekçi olmak, reel davranmak zorunda. CHP, AKP-MHP faşizminin karakterini bilimsel bir biçimde analiz etmek ve buna göre bir eylem planlamasını çıkartmak zorundadır. Her şeyden önce CHP eğer “faşizm”, “diktatörlük”, “despot” gibi kavramları kullanıyorsa o zaman bu kavramlara göre stratejisini belirlemek durumundadır. Hem “faşizm” diyeceksin hem de sokağa çıkmayı reddedecek, fiili direnişte bulunanları “yıkıcı” veya “Türkiye zarar veren eylemler” diyeceksin. Faşizme karşı çıkanlar, onun şiddetine ve uygulamalarına karşı direnenler Türkiye değil, faşizme karşı direniyorlar ve faşizmin yıkılması için sokak eyleminde bulunuyorlar. Kürtlerin kayyum darbesine karşı geliştirdiği direnişi böyle görmek ve anlamak gerekiyor. Faşizmin yıkılması, zarar görmesi Türkiye’nin yıkılması veya zarar görmesi değildir. Tam tersine faşizm yıkılır, zarar görürse Türkiye halkı da bir o kadar kurtulur, demokrasiye kavuşmuş olur.

Her şeyden önce CHP’nin, faşizmi doğru kavrama ve anti faşist cephede yer alan güçlerle doğru ilişkide bulunma sorun vardır. Faşizmi analiz etmede olduğu gibi ona karşı mücadele mevzilerini oluşturmada da ciddi düzeyde problem yaşamaktadır. CHP’nin, Kürt gerçeğini kabul etme konusunda da kendini yeniden ele almak zorundadır. Kürtleri, faşizme karşı mücadelede en kuvvetli ve en doğru müttefik olarak görme gibi ciddi bir zihinsel ve düşünsel sorunu olduğunu tekrar tekrar vurgulamaya ihtiyaç vardır. 2. Dünya savaşında demokrasi cephesinde yer alanları düşünerek, onun analizini yaparak ve pratikte ortaya çıkan gerçekliği çok daha fazla bilince çıkartarak hareket etmelidir. Yoksa milliyetçi bir bakış açısıyla faşizme karşı asla mücadele edemez. Hatta bu bakış açısı onu birçok noktada faşizmle buluşmaya götürür. Nitekim olan da budur.

Kısacası faşizm demek zulüm demektir. Zulme karşı yapılacak tek şey de, yaşamın her alanında direnmek ve boyun eğmemek, Erdoğan’a ve onun yarattığı korkuya biat etmemektir. Kürtler ağır bedeller vermesine rağmen demokrasi mücadelesini vererek boyun eğmiyor, biat etmiyor. Kayyumların atanması, belediye eşbaşkanlarının görevden alınması, meclislerin feshedilmesi bunun içindir. Ancak Erdoğan’ın sınırsız gibi gördüğü gücü, “asla son bulmayacak” diye düşündüğü korku imparatorluğu artık bitmek üzeredir. AKP-MHP faşizminin şiddet yüklü saldırıları ve Kürdistan’ın diğer parçalarını işgal etme girişimi aynı zamanda onun sonunu getirecektir. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu döneminde hasta yatağında yatan adamın bir daha kalkmaması gibi…