GÖRÜNTÜLÜ

‘Erdoğan seçimsiz bir rejime gitmek istiyor’

Dr. İsmet Konak, Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın asıl amacının artık seçimsiz bir rejim olduğunu söyledi.

İSMET KONAK

Kayyumların 15 Temmuz’un bir ürünü olduğunu ifade eden Dr. İsmet Konak, kayyum siyasetinin ekonomik, siyasi ve askeri boyutlarına dikkat çekti. Konak, kayyum atamalarıyla Kurdistan’ın sömürge olduğunun tekrar bilince çıktığını belirtti.

Dr. İsmet Konak ile Türk devletinin kayyum siyasetindeki ısrarının temel nedenlerini ve yapılması gerekenleri konuştuk.


Üç dönemdir Kürt halkının iradesine darbe yapılarak kayyumlar atanıyor. Kayyum darbesi süreci nasıl başladı, geçmişte Kürt halkının iradesi gasp edilmiş miydi?

Bildiğiniz gibi 3 Haziran’da Colemêrg’de aslında bir darbe yaşandı. Yine bir devlet darbesiyle karşı karşıya kaldı Kürt halkı. Tıpkı Musa Anter’in “Orada kapılar kırıldı, sevdalar talan edildi” şeklinde tarif ettiği gibi. Yani yeniden kayyum atandı. Kürt halkının iradesi gasp edildi. Orada aslında bir “atavizm” vardır. Atavizm, yani ataya çekme… Erdoğan yönetiminde böyle bir hastalık var. Kendi ceddini, sık sık ecdat lafını kullanıyor. Ecdada yakın durma, onun yöntemlerini benimsemeyi de orada gördük. Bugün Kurdistan’daki tablo, bu kayyum politikası, bu irade gaspı aslında oldukça arkaiktir. Tarihsel bazı kökleri de vardır. Buna bazı örnekler verebiliriz. Mesela İttihat ve Terakki yönetimi, 1908’de iktidara geldi. İkinci Meşrutiyet başladı onlarla birlikte. Demokrasi, insan hakları, özgürlük konusunda bir sürü boş vaatte bulundu. Toplum “Biz size mitsel bir cennet inşa edeceğiz” dedi. Zaten bir süre sonra İttihatçılar otoriterleşti. 1912’de bir seçim yapıldı. Bu seçim tarihe “sopalı seçim” olarak geçti. Osmanlı toprağında yapılan seçimler esnasında İttihat Terakki yönetimi zor kullandı, baskı uyguladı, halka silah zoruyla kendi lehinde oy kullandırttı. Amaç, Hürriyet ve İtilaf Partisi’ni zayıflatmaktı. Zaten seçimler de bir nevi baskın seçimlerdi, tuzaktı. Onu da söyleyelim.

Bu seçimlerin özellikle Kurdistan’da yankı bulduğunu söyleyebiliriz. Kurdistan ayağı önemli. Bitlis vilayetinin Siirt sancağında önemli bir Kürt, bu seçimde milletvekili adayı oluyor. Hüseyin Kenan Bedirhan. Hüseyin Kenan Bedirhan bildiğiniz gibi Mîr Bedirhan’ın çocuklarından biri. Ömrünün büyük kısmını, 1893 Harbi’den 1912’ye kadar “Kurdistan davasına” adamış bir kişi. Hatta ona tarihçi Sedat Ulugana “Kürt direnişinin banisi” diyor. Kürt davasının banisi, yani müessisidir. Gerçekten de öyle. Bu yönü itibarıyla Osmanlı döneminde hem II. Abdulhamit, hem İttihat ve Terakki döneminde olsun çok da makbul bir kişi değil. Sık sık onu mimlediler, susturmaya çalıştılar. Onun Kurdistan davasıyla olan bağını da koparmaya çalıştılar. Mesela II.Abulhamit, Osman Paşa üzerinden yanına çekmeye çalışıyordu. Hüseyin Kenan Bedirhan’ın abisiydi. Bir bakıyorsunuz onu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde encümen yapmış. Bir bakıyorsunuz Şam’a mutasarrıf yapmış. Amaç bir makam vererek Kurdistan davasını pasifize etmek. Bu bir taktikti. II.Abdulhamit tarafından uygulandı.

İTTİHAT VE TERAKKİ DE İRADEYİ TANIMIYORDU

Hüseyin Kenan Bedirhan seçime girdiğinde hem Garzan, hem Botan’da oyların yüzde 90’ını aldı. Çok yüksek bir oy oranı. İttihat ve Terakki yönetimi ona mazbatasını vermedi. Yani orada halkın iradesine saygı göstermedi, gasp etti. Seçimleri yeniledi. Yeniledikten sonra kendi adayını orada milletvekili yaptırdı. Orada boyun eğdirme vardı İttihat ve Terakki tarafından. Halkın başına silah dayadılar. Kendi adaylarını seçtirdiler. Sonuçta Kurdistan’da halk iradesi tanınmadı. Bu zihniyet şu anda devam ediyor kayyumlarla. 15 Temmuz 2016 düzmece darbesiyle başladı. Bu darbeyi zaten Erdoğan tanımlamış ‘Allah’ın lütfu’ demişti. Gerçekten de öyle. 

TOPAL DEMOKRASİYE DE FATİHA

Zaten temsili bir demokrasi vardı. Tek ayakla yürüyen, topallayan demokrasinin üzerine Erdoğan 15 Temmuz’la birlikte Fatiha okudu ve üzerine toprağı attı. Böyle bir nokta. Kayyumlar da zaten 15 Temmuz’un bir ürünü. Diktatörler böyledir. Tıpkı Mussolini gibi yaptı. Mussolini, 1926’da kendisine karşı düzmece bir komplo organize ettirdi. Bu komployu gerekçe göstererek muhalefeti dizginledi. Çok sayıda muhalifi öldürdü. Bir kısmını da zindana attı. Onlardan biri de Antonio Gramsci’ydi. 11 yıl zindanda kaldı. En sonunda büyük bedeller ödeyerek maalesef katledildi, diyebiliriz. Şu anda Türkiye’de de çok sayıda Kürt siyasetçi, muhalif zindandalar. Büyük bedeller ödüyorlar. Diktatörler düzmece darbeler üzerinden kendi iktidarlarını konsolide eder.

Erdoğan rejiminin kayyum darbesini süreklileştirmesinin temel motivasyonu neye dayanıyor, daha doğrusu Türk devletinin kayyumdaki ısrarının temel nedenleri nelerdir?

Kurdistan’a ya da Colemêrg’e kayyum atanmasının bana göre üç boyutu var;

* Siyasi boyut, yani “iç düşmanla savaş” retoriği var burada. Saray yönetimi bunu bilerek yapıyor. Kendisine oy veren milliyetçilere, ırkçılara, gericilere, muhafazakarlara “Hiç dertlenmeyin. Biz düşmana karşı savaşıyoruz” diyor. Kim bu düşman? Kürtler… Dolayısıyla bu retoriği kullanacak. Amaç iktidarda kalmak, amaç tabandaki erimeyi engellemek.

* Ekonomik boyut. Belediyelerin hepsine kayyum gönderiyorlar -bunu daha önce de yaptılar, bundan sonra da deneyecekler– ve orada halkın bütçesine dadanıyorlar. Burada yağma, talan var. Müsriflik var. Mesela bakıyorsunuz Amed Belediyesi’nde o şarlatan din taciri Nihat Hatipoğlu’na 100 bin TL kaynak aktarılmış. Bunun gibi israfın sayısını arttırabiliriz. Kadayıf yiyenler, çerez yiyenler, doymak bilmeyenler… İşkembesi büyük bunların. Bu israfla İslam’ı peki yan yana getirebilir miyiz? Mümkün değil. Bunlar çünkü sık sık İslam’dan referans kullanıyorlar. “Biz müminiz” diyen bunlar, “mümin müsrifler.” Araf Suresi 31. ayette “Allah israf edenleri sevmez” diyor. Bunlar “Allah’la aramız çok iyi. Bizi seviyor” diyor. Bunların sahtekarlığı burada. Bir tarafta meteliğe kurşun sıkanlar, diğer taraftan mal bulmuş mağribi gibi saldıranlar. Lüks, şefaat içinde yaşayanlar. Nalıncı keseri gibi kendilerine göre yontanlar. Kayyumun özeti bu.

* Üçüncüsü ise askeri boyut. Erdoğan yönetimine destek veren, onu arkada teşvik edenler Ergenekoncular, diğer askeri dinamikler ısrarla biz “üniter devleti, sınırların kutsaliyetini orada koruyalım” diyor. Bir ülûhiyet (tanrısallık) yaratıyorlar. Sınır fetişizmi var yani. Israrla Colemêrg’de, Şirnnex’te Türk hakimiyetini kurmaya, inşa etmeye devam etmeye çalışalım anlayışı var.

SÖMÜRGE POLİTİKASI UYGULANIYOR

Tüm bu boyutları bir araya getirdiğimizde bunun adı “kolonyalizmdir” diyebiliriz. Yani bir müstemleke (sömürge) politikası uygulanıyor. Eğer bir ülkede, ülkenin sınırları içerisinde kolonyalizm varsa o ülkenin merkezinde kaçınılmaz olarak faşizm vardır. Yani dayatma var. Bu noktada Umberto Eco, “Bir ülkede faşizmin olup olmadığını görmek istiyorsak bazı ölçütlere bakmalıyız. Birincisi, bir devletin tarihinin kutsanması. İkincisi, aydınların düşüncelerinin küçük düşürülmesi. Tahkir edilmesi” diyor. Tabii ki organik aydınlar değil. Mesela Antonio Gramsci, ‘Organik aydın egemen sınıfın elçisidir’ diyor. Yunan mitolojisindeki Hermes gibi hareket eder. Aracı orada çünkü. Organik aydın günümüzde, saray tarafından kendisine dayatılan fikri, kitlelere zerk ediyor. Bir egemenlik, hegemonya oluşturuyor. Bizim bahsettiğimiz aydınlar onlar değil, entelektüellerdir. Fikir üretenlerdir yani, muhalefet yapanlardır. Bu açıdan onlara karşı da bir tahammülsüzlük var. 

* Eleştiriye karşı tahammülsüzlükleri var. 

* Devletin sürekli bir kuşatma altında kale olduğu imgesi yaratılır. Umberto Eco’ya göre bütün bu ölçütler varsa bir ülkede “faşizm” vardır. Saray faşizmi Kurdistan’da, Kürt illerinde kayyum politikasını dayatıyor. Bu kaçınılmaz.

Kayyum darbesine karşı halkın tepkisi neden önemli, bu anlamda Wan’daki direnişten nasıl bir sonuç çıkarılmalı? Özellikle Colemêrg’e kayyum atanmasının temel nedeni nedir?

Wan direnişi bildiğiniz gibi 3 Nisan’da gerçekleşti. Oldukça etkili bir direnişti. Çok abartı yok burada, çünkü kitleler sokağa çıktıl ve orada tepkilerini dile getirdi. Devlet erki, egemenler geri adım atmak zorunda kaldı. Orada direniş ruhu çok yüksekti. Enerji çok yüksekti. Seçim sonrasına denk geldi. Bir, iki gün sonra vuku buldu. Bu açıdan direniş başarıyla sonuçlandı. Colemêrg direnişi de şu an devam ediyor. 

BİLEREK COLEMÊRG’İ SEÇTİLER

Yine sokaklarda halkın tepkisi devam ediyor. Barikatlar orada yer yer yıkılıyor. Tabii önemli olan orada belediye meclisinin seçtiği başkan vekilini, belediye başkanlığına getirmektir. Göreceğiz. Başarılı olacak mı? Önümüzdeki günlerde buna tanıklık edeceğiz. Halkın orada ciddi kararlılığı var ama devletin burada planlı bir gaspı var. Bilerek tercih edildi orası. Zaman açısından da bilerek bekletildi. 3 Haziran’a kadar beklettiler, çünkü kitlede yüksek bir enerji, bir direniş ruhu vardı. O ruhun, enerjinin biraz sönmesini, bitmesini beklediler. Wan’a oranla nicelik açısından daha küçük bir yer. Hem sokaktaki mücadele açısından hareket alanı daha dardır. Devlet, orada kendine göre kontrolü daha hızlı sağlamaya çalıştı. Çok sayıda polis ve asker gitti. Diğer güvenlik görevlileri gönderildi. Mehmet Sıddık Akış tutuklandı. Akabinde hızlı bir yargılamayla kendisine 19 yıl 6 ay ceza verildi. Ciddi bir yargı tuzağı var burada. Saray’la birlikte ortak hazırlanan bir tuzak var. 10 yıl boyunca beklettiler. Seçime girdi, üstelik başvurusunu yapıyor. YSK listesinde kendisine onay veriliyor ama seçim sonrası bu dava gerekçe gösterilerek yıldırım hızlı şekilde tutuklanıyor. 

YARGI ARTIK ERDOĞAN’IN HEVESİNE KALMIŞ

Burada yargı bir kez daha bize “at kuyruğundaki sinek” olduğunu gösterdi. Yargının hiçbir bağımsızlığı yok. Saray’ın fermanlarını, hatt-ı hümayununu bekleyen bir yargı var. Erdoğan’ın artık heveslerine kapılmış durumdalar. Erdoğan “Yargı hukuku konuşturdu” demişti. Yargı mı, kendisi mi konuşturdu? Hangi hukuku konuşturdu. Artık Erdoğan’ın kanunları var. Eğlencesini çıkarıyor. “Homoludens” diye bir sözcük var. Eğlenen insan… Erdoğan artık öyle. Kanunlarla, yasayla, kayyumlarla eğlenen bir insan. Bir devlet memuru gibi hareket etmiyor. Bir meczup artık. Günü, gününü tutmuyor. Yani “delidir, ne yapsa yeridir” makamına döndü artık Cumhurbaşkanlığı. Her şey elinde. Tamamen keyfi.

SEÇME VE SEÇİLME HAKKI NEREDE?

Erdoğan’ın aklındaki rejimi biz biliyoruz. Seçimsiz bir rejime geçmek istiyor. Nisa Suresi 59. ayette “Allah’a, peygambere ve sizden biri olan Ululemr’e itaat edin” deniliyor ya, Erdoğan bugün halk tarafından itaat edilmesi gereken bir “Ululemr” olmak istiyor. O çok konuştuğu anayasaya da bunları koymak istiyor olabilir. Bir karma anayasa planı olabilir. “Anayasaya uyacağıma ve tarafsız kalacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim” yemini var. Anayasa’ya uydu mu? Birçok maddesini ihlal ettiğini görüyoruz. Tarafsız mı? Hiç değil. HDP ve DEM Parti’yi sürekli terörize etti. Kitleyi terörize etti. Kürtleri terörize etti. Her seferinde aşağılıyor. Bu mudur tarafsızlık? Ortada ne şeref var ne namus. Salon çöpü gibi savrulup gidiyorlar.

Gelelim 138. maddeye, yani yargı yetkisini kullanırken hiçbir devlet görevlisi talimat veremez, baskı uygulayamaz ama sürekli baskı uyguladı. Bir diğer madde olan 6. maddede “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” deniliyor. Kayyumda onu gördük. Kayıtsız, şartsız Kürt milletinin midir? Bir madde daha var. 67. madde; “Her vatandaş seçme seçilme hakkına sahiptir” diyor. Kurdistan’da, Kürt illerinde seçme ve seçilme hakkı nerede? Bir de “Kadınlara ilk seçme ve seçilme hakkını biz verdik” diye övünürler. Bu muydu? Kargalar bile güler buna.

YAPAMADIKLARINI KAYYUM DARBESİYLE YAPIYORLAR

Yerel seçimler gerçekleşirken devlet erkanının en çok dikkat çektiği iki il vardı. Biri Şirnex, diğeri Colemêrg. Buraları kazanmak için her türlü usulsüzlüğe başvurdular. Çok sayıda kayyum oyu oraya taşıdılar. Bütün usulsüzlükleri uyguladılar ve bir şekilde orayı ele geçirdiler. Colemêrg’de yapamadılar. Yapamadıklarını şimdi yapmaya çalışıyorlar. Neden bu kadar önem veriyorlar? Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’dan öğrenebiliriz. Ağzındaki baklayı çıkarmıştı. “Şırnak bir petrol başkenti olacak. Biz Şırnak, Hakkari ve Van hattında bu enerji politikamızı sürdüreceğiz. Petrol çıkaracağız” demişti. Kolonyalistler bu hesabı yapmışlar. Enerji üzerinden bu bölgeyi sömürecekler. Bu açıdan Colemêrg’de ayakkabının içerisinde taş olmasını istemiyorlar. Belediyeleri ele geçirip daha rahat hareket edecekler. Yani kolay balık avladıkları bir dalyana çevirmek istiyorlar o sahayı. Amaç orayı sömürmek. Daha fazla artı değer, daha fazla rant. 

İkinci bir amaç daha var; Colemêrg, Bakur, Başûr, Rojhilat üçgeninde. Bu üçgende kolonyalist bir devlet her zaman mevzilenmek ister. Bu üçgen içerisindeki o bağı, iletişimi koparmak ister. Zaten 21. yüzyıl konsepti buna dayalı. Kurdistan’ın her parçasını ele geçirmeye çalışacaktır. Bu açıdan orayı kontrol altında tutmak, uzun vadeli bir stratejidir. Amaç diğer taraftan Kürtleri statüsüz bırakmak. Topraksız, mülksüz bırakmak. Yörük Türkmenlere karşı Osmanlı’nın uyguladığı politikada olduğu gibi; bineksiz bırakmak.

19. yüzyılın sonunda 1865’te Sultan Abdulaziz bir ordu göndermişti Çukurova, Toroslar tarafına Yörük Türkmenlere karşı. Derviş Paşa komutasında bir ordu. Ordunun ismi de Fırka-i Islahiye. Türkmenleri ıslah edecek! Sebep? Çünkü Yörük Türkmenler konar, göçer yaşıyorlar. Amaç, zor kullanarak onları yerleşik düzene geçirmek. Yerleşik düzene neden geçirecekler? Büyük pamuk tarlaları oluşturacak, pamuk üretimini sağlamak için bir iş gücüne de ihtiyacı var. İş gücü sağlayacak. Yörük Türkmenler kabul etmeyince de Osmanlı güç kullandı. Onları iğnesiz, ipliksiz bıraktı. Dokumacılıkla uğraşan bir halk. Yerleşik düzeni istemiyorlardı. Bugün de Kürtlere karşı Erdoğan’ın mantığıyla Sultan Abdulaziz’in mantığı aynı. Ölü Kürtleri, ‘makbul’ Kürtleri yönetmek istiyor. Yani tıpkı Yunan mitolojisindeki Hades gibi. Yeraltı dünyasının tanrısıdır, sadece ölülere hükmeder. Erdoğan’ın aklında, hayalinde bu var. Türkiye, karanlık bir Kurdistan ve tamamen ölü…

Kürtlerin iradesi gasp ediliyor ve her seçimde Kürtler gerekeni yaparak iradesini ortaya koyuyor. Türk devletinin kayyum politikası başarılı olacak mı?

Tabii Colemêrg’de direniş devam ediyor. Bunun dozu, seviyesi artmalı. Sokaklar asla terk edilmemeli, vazgeçilmemeli.  Kürt halkı sokaklarda devlet erkanına, “Biz buradayız. İrademiz burada. Psikolojik olarak, fiili olarak biz sizden kopmuş durumdayız. Biz kendimizi yönetmek istiyoruz” mesajını vermeli. Devlet malikleri bunu bilmeliler; “Evet biz belediyelere kayyum atarız, atayabiliriz fakat bu halkın düşüncesine, fikrine kayyum atayamıyoruz. Ne kadar atasak da bizi kabul etmiyorlar.” 

 Devletin sahipleri, eşik bekçileri, bu kayyum politikasının bir “Kuğu Şarkısı” olduğunu biliyorlar. Kuğu Şarkısı, bir sanatçının ölmeden önce söylediği son şarkı. Erdoğan rejiminin aslında bu kayyum politikası ona benziyor. Çok güçlü olduğu için kayyumu atamıyor. Aciz olduğu için atıyor. Her seferinde halk ısrarla kendi belediye eşbaşkanlarını seçiyor. Buna rağmen ısrarla kayyum atanıyorsa burada bir sefalet var. Bir yönetememe durumu var. Kürtlerin iradesini ısrarla küçük görme ama diğer taraftan acizlik var. Siz eğer Kürtlerin aklı ve iradesiyle oynarsanız bedeli ağır olabilir. Bunun bilmeliler.

Dêrsim/Pülümür’de bir mesele var onu anlatayım. Vali, Pülümür Kaymakamı’nın evine gidiyor. Orada oturuyor. Balkondan aşağı bakıyor ki Pülümür’den bir köylü kucağında sıpayla gidiyor, önünde de bir merkep var. Vali hemen köylüyle dalga geçmek istiyor. Kaymakam’a “Ben kendisiyle bir dalga geçeyim” diyor. Kaymakam, “Sakın dokunma. Köylü öyle lafın altında kalmaz” diye itiraz ediyor. Vali köylüye, “Efendi, o kucağındaki sıpanla nereye gidiyorsun?” diyor. Köylü de “Hiç sorma Vali Bey. Bu sıpa beni okula götür, büyüyünce vali olacağım, diyor” diye yanıt veriyor. Devlet erkanı Kürtlerin aklıyla oynamayacak. Bunu iyi bilecek. Bu açıdan Kürtlerdeki özgürlük düşüncesi, tutkusu her geçen gün daha da büyüyor. Çinlilerin “Olgun kavun sapında durmaz” diye bir sözü var. Artık özgürlük tutkusu, olgun kavun. Sapında durmuyor. Kayyumlarla bunu engelleyemezler. Kayyumlar, özgürlük selinin ancak önüne geçirilmiş bir bent.

Bugün Moldova’da Gagavuzya diye bir yer var. Gagavuz Türkleri yaşıyor. Nüfus 250 bin. Özerk devletleri var. Parlamentosu, özerk hükümeti ve dili var. Sık sık devlet erkanı gidip ziyaret ediyor ve bir de övünüyorlar. Hatta “Statüsü biraz daha genişletilmeli” demişlerdi. 250 bin Gagavuz için her şey için uğraşacaksınız, Moldovalılara “terörist” demeyecek ama buraya gelip buraya 20 milyon Kürt’e “terörist” diyeceksiniz. Akıldışı bir anlayış.