HHB ve ÇHD üyesi avukatların davası görüldü

HHB ve ÇHD üyesi avukatların yargılandığı davanın duruşmasında savunma yapan avukat Şükriye Erden, halkın avukatları olduklarını söyledi.

Halkın Hukuk Bürosu (HHB) ve KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi 17’si tutuklu 20 avukatın “örgüt üyeliği” ve “örgüt yöneticiliği" suçlamasıyla yargılandığı davanın duruşması dördüncü günde devam etti. Duruşmada ilk olarak tutuklu avukat Barkın Timtik, savunma yaptı. İddianameyi sözde olarak tanımlayan Timtik, “Bu iddianamenin amacı avukatlığa don biçmektir. İddianame avukatlığa elbise dikemez, savcı kendi işine baksın. Hazırlanan iddianame ceza muhakemesine aykırıdır. Bizim kendimizi ifade şekillerimizi dahi suçlama konusu haline getirmeye çalışan ideolojik ve siyasi bir saldırı belgesidir. Mahkemeniz 512 sayfalık bu belgeyi kabul ederek aynı amacın parçası ve ortağıdır” dedi.

Timtik şöyle devam etti: "Cumhuriyet Savcısı görevini kamu adına kullanıyorsa, kamu kimdir? Kamunun kelime anlamı hep bir bütündür. Savcı gerçekten kamu adına ve kamu yararına mı çalışıyor? Bu dava ve sözde iddianame tam da bu soruya cevap verecek türden. Öyle bir hukuk tanımazlık, öyle bir haddini bilmezlikle hazırlanmış ki evlere şenlik. Bizi serbest çalışmakla, bağımsız olmamakla suçluyor. Halkın hak mücadelesinin devlete karşı verildiğini, bağımsızlığın devlete bağlı olmadığını anlattığım, avukatların müvekkillerinin hak ve özgürlüklerinden yana taraf olduğunu bilmeyen bir cehalet karşımızdaki. Üstelik savcı kendi bilmezliğine suç elbisesi giydirip karşımıza çıkarmıştır.”

Timtik, ülkede işten çıkarılan işçilere, kamu emekçilerine, işkence gören devrimcilere, konutu yıkılan yoksullara varıncaya kadar herkese "terörist" denildiğini aktardı.

Mahkeme heyeti ise, "Avukatlar cezaevleri ile örgüt arasında iletişim mi kuruyor?" diye sordu. Timtik soruya, “Cezaevlerine girerken aranıyoruz. Görüşme odalarında dinleme cihazları olabilir. Böyle bir şey mümkün değil. Geçmişteki hapishane modeli nasıldı bilmiyorum ben hep F Tipi cezaevlerine gittim. Böyle bir şey olsa tespit edilirdi. Ayrıca tutsaklarda bir şey çıkaramaz koğuşlarından” diye yanıt verdi. Ardından savunma yapan avukat Aycan Çiçek, halkın avukatlığını yaptıkları için tutuklu olduklarını söyledi. İddianamede kendisiyle ilgili suçlamalara değinen Çiçek, “İddianamede Berkin Elvan için yapılan eyleme katıldığım yazıyor. Ben Berkin için eyleme katılmadım. Berkin’in avukatı olarak yüzlerce açıklama yaptım” dedi.

İddianamede yer alan Filistin’e ve Soma’ya gittiğine ilişkin iddialara yanıt getiren Çiçek, “Evet Filistin’e ve Soma’ya gittim. Recep Tayyip Erdoğan ‘Filistinli kardeşim’ deyince ne ala, Aycan Çiçek deyince terörist. İsrail saldırıları başlamıştı. Aralarında doktorların olduğu bir heyetle beraber Filistin’e gittik. Ben buradaki çocuklar nasıl ölmesin diyorsam Filistin’deki çocuklarda ölmesin diyorum. Cumhurbaşkanı için Filistinli çocuk Ahed kahramandı. Ama kapısının önünde vurulan Berkin teröristi. Bizler ikisini de çok seviyoruz ikisi de ölmesin diyoruz” ifadesinde bulundu.

Soma katliamını duyar duymaz yola çıktıklarını da sözlerine ekleyen Çiçek, "Suçlamalarda örgütün böyle olaylara gönderildiği yazıyor. Böyle bir olaya gitmek için talimata gerek yok. Nereye gidip gidemeyeceğimi aklım kesiyor. O günde, o günden sonra da Somadaydık” diye konuştu.

Avukatların adliyelerde, sokaklarda işkenceye uğradığını, katledildiğini dile getiren tutuklu Avukat Şükriye Erden de, “Bir kısım meslektaşlarımız yargılandıkları dosyalardan cezalar aldı. Çok sevdikleri vatanlarını terk etmek zorunda kaldı. 2000’li yıllarda ise Trabzon'da Rize'de linç politikaları uygulanıyordu. 2010 yılına gelindiğinde ise toplu avukat gözaltına alındılar. 50 avukat gözaltına alındı. 36 arkadaşımız tutuklandı. Yine biz onların da avukatlığını yaptık. Sevgili dostumuz Tahir Elçi katledildi. Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonda avukat arkadaşlarımız tutuklandı. Yaprağın kıpırdamadığı dönemde bizler hep direnişteydik” dedi.

12 Eylül 2017 yılında ise işkenceyle gözaltına alındıklarını söyleyen Erden şöyle devam etti: “Tutuklandıktan bir gün sonra Silivri Cezaevi’nden sürgün edildik. Gitmediğim hapishane yoktu ancak Karabük’te bir F Tipi cezaevi olduğunu bilmiyorduk. Cezaevine bir girdik çok kötü durumdaydı. Daha yeni boya vs. yapılmıştı. Cezaevi yönetimine durumu anlattık. Bizlere, ‘Geleceğinizi üç önce duyduk. Sizler için oda yaptırdık’ dediler. Biz emniyetteyken tutuklanacağımız ve hangi mahkemeye götürüleceğimiz belliymiş. Tutuklanmamızın ardından da saldırılar devam etti. Büromuzda avukat kalmamasına rağmen büronun üç gün içerisinde sekiz defa basıldı, komşuların evine de operasyon düzenlendi. Büromuzda ne bulundu? Hiçbir şey. Avukatlık bürosunda ne bulunur. Avukat. Bizleri adliyelerde, sokaklarda, evlerimizde, hastanelerde mücadele ederken bulabilirlerdi.”

Cezaevinde yaşadıklarını da aktaran Erden, “Bir arkadaşımızın kolu kırıldı. Tedavisi engellendi. Bu sorunu çözmek için barolar ve avukatlar araya girdi ancak talimat büyük yerden gelmiş olacak ki bir gelişme olmadı. Çok sayıda hapishanede tutuklu arkadaşlarımıza disiplin cezaları verildi. Arkadaşlarımızı tek kişilik hücrelerde tuttular. Tecridin işkence olduğunu belirtmek için yedi günlük açlık grevine başladık. Tüm bunlarla beraber mahkemeniz bize SEGBİS dayattı. Direnerek bunu da kazandık” ifadelerini kullandı.

“Sizleri rahatsız eden avukatlık pratiğimiz” diyen Erden, "Halk kimdir? Anamız babamız kardeşimizdir. Emeğiyle geçinenlerdir. Bir avuç burjuvanın dışındakilerdir. Bizler halkın avukatlarıyız. Mağdurların, mazlumların, sendikaları basılan, işi emeği için direnen işçilerin avukatlığını yapıyoruz. OHAL ile içinden atılan kamu emekçilerinin, Nuriye ve Semih’in avukatlığını yapıyoruz. Bu güzel ülke için çevre davalarını takip ediyor, mağdur ailelerin avukatlığını yapıyoruz. Emperyalizme karşı bağımsızlık faşizme karşı demokrasi mücadelesi veren devrimcilerin avukatlığını yapıyoruz. Bizlerde her gün daha devrimcileşerek yapıyoruz avukatlığı. Halkın avukatı olmanın bedelleri vardır. Avukatlık pratiğimizi her geçen gün daha da halktan yana yapmaya çabalıyoruz” ifadesinde bulundu.

Erden, avukatların aileleriyle de terbiye edilmeye çalışıldığını belirterek, “Bizi cezalandırmak için kızımı tutukladınız. Kendi burjuva hukukunuzdan dahi vazgeçtiniz, klan hukuku uyguladınız. Sizin hesabınız benimle. Bana olan nefretinizi dindirmediniz. Bana çok ceza verecek komployu kuramadınız. İntikamınızı böyle almaya çalıştınız. Eli kanlı haydutlar gece 02.00’de eve girerek kızımı aldı” diye konuştu.

Erdem, Savcı Kiraz'ın öldürülmesi olayına ilişkin de şunları söyledi: "Kininiz bana yönelttiğiniz ama bir türlü irtibatlandıramadığınız iddialarınızdandır. Savcınızın en çok sorduğu soru Mehmet Selim Kiraz'ın öldürülmesi eylemidir. Bir kez de benim ağzımdan dinleyin, biz de tarihe not düşmeye çalışalım. Hakkımdaki haberlerde 08.30'da girdiğim, silahları soktuğum keşif yaptığım söyleniyor. Oysa adliyeye 09.30'da geldim. 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde duruşmam vardı. Aynı gün ÇHD'nin basın açıklamasına katıldım. Kaleme gittim, adliyeden çıkacakken telefonum çaldı. Telefonu açtım bakmadan, Başsavcıvekili Hasan Bölükbaşı aradı. 'Arabulucu olmanız için rica ediyoruz' dedi. Şaşırdım, ben ne anlarım dedim. Arkadaşlara ben asla yapamam dedim. Ben yapamam derken Savcı Bey bir daha aradı ve beni bizzat kendisi aldı, ikna etmeye çalıştı. Israrla beni yukarı çıkarmak istedi. 'Baro başkanı gelecek, Sezgin Tanrıkulu gelecek' dedi. Birlikte baro odasına girdik, ÇHD'li arkadaşlarla karşılaştık. Bütün hikaye bundan ibaret ama bugün karşıma böyle iddialar çıkarılıyor. Siz zorla müdahil ettirip, sonra beni yargılama ve gardiyanların dahi önyargısıyla karşılaştırıyorsunuz. Siz kızımı dahi bu sebeple tutukluyorsunuz. Şimdi soruyorum size, hapishanede bana soruyorlar Savcı ile ne alakan var diye gardiyanlar? Bana bunu açıkça sormuyorsunuz ama polisin de benimle derdi bu konu. Bu yüzden benden intikam almak istiyorlar. Her tarafın kasklı, çevik kuvvet, terörle mücadele şubesi polisleriyle dolu bir ortamda Ebru hanımı yalnız kalmak istemediğim için yanıma geçirdim. Görüşmeleri hep gözetim altında, ses kaydıyla yaptım. Bir şey olsa çoktan önüme çıkardı. Sezgin Tanrıkulu'ya ulaşmak için CHP Genel Merkezi'ni aradık ama gelmedi. Yani Ümit Hoca, biz ve Ebru ile polis ve savcı gözetiminde görüşmeleri yaptık. İkinci çıktığımızda her taraf kabloydu, içerideki insanların artık yaşamayacağını anladım. Bizim görevimiz neydi derseniz, tarafların dediklerini birbirlerine aktardık. Derken silah sesleri başladı, ateş edildi, biz öyle kaldık. Soruşturma savcısı o gün bize gelip 'Üçüne de yazık oldu' dedi. Eğer baro başkanı orada olmasaydı, biraz tanıyorsak polisi biz orada eylemlerin hem faili hem de katledilenlerinden olurduk. Bugünün savcıları olsaydı biz eylemin hem faili hem katledilenleri olurduk. Dışarıda baro başkanımız görmüş, Mehmet Selim Kiraz'ın eşi tek başına ağlıyordu. O kadına nasıl sahip çıkmadınız, nasıl yalnız bıraktınız? Nasıl bir meslek grubusunuz? Bizim arkadaşlarımız her anında yanındaydı, bizim mesleğimiz böyledir. Medyada, çatışmada vurulan bir kadın diye benim fotoğrafım kullanılıyor. Ertesi gün savcı beye gittim Özgür Yılmaz ile vermek istediğimi söyledim. İfade için 2 saat kapısında bekledim. Ertesi gün de sosyal medyadaki paylaşımları kaldırmak için başvurduk. Savcıya, 'Sokakta beni infaz ederler, çocuklarıma kim bakacak.' dedim. Tüm bunlara rağmen bugün yine karşıma çıkıyor bu olay. Bu iddianameyi bir hukukçunun yazması mümkün değil. Benim kızım iktisatçı, 2 yıl adalet okudu, buraya getireyim daha güzel iddianame yazar."

Erdem'in savunması ardından mahkeme heyeti, duruşmaya katılacakların kalabalık olabileceği ihtimalini değerlendirerek, duruşmanın yarınki celsesini Silivri'deki duruşma salonunda görülmesine karar verdi.

Avukatlar ise, karara itiraz ederek duruşmanın aynı yerde görülmesini talep etti. Avukatların itirazını değerlendirmek için mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi. Verilen aranın ardından duruşmanın yarın Silivri'de görülmesine karar verildi.