Kaçmaz: AKP-MHP kriz değil çöküş yaşıyor

AKP-MHP faşist blokun bir kriz değil, çöküş yaşadığını belirten HDP vekili Hüseyin Kaçmaz, bu çöküşten kurtuluş olmayacağını da ifade etti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Şırnak Milletvekili Hüseyin Kaçmaz, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a uygulanan mutlak tecridi ve bu tecridin Kürdistan başta olmak üzere topluma nasıl yansıdığına ilişkin ANF'ye konuştu.

Mutlak tecridin ekolojiden, ekonomiye her alanda kendini gösterdiğini ifade eden Kaçmaz, Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda en önemli engelin de tecrit olduğunu savundu. AKP-MHP faşist blokun bir kriz değil, çöküş yaşadığını belirten Kaçmaz, bu çöküşten kurtuluş olmayacağını da ifade etti.

Cezaevlerinde İmralı tecridi ve genel hak ihlalleri için devam eden açlık grevlerinde de değinen Kaçmaz, iktidarın açlık grevi eylemini kırmaya yönelik baskı ve şiddeti arttırdığını kaydetti. Eylemcilerin taleplerinin haklı olduğu vurgusunu yapan Kaçmaz, tüm toplumun daha hassas daha duyarlı olmasını ve açlık grevi eylemcilerinin taleplerini kabul edilmesi için de en yüksek sesle haykırmak gerektiğini söyledi.

ÇÖZÜMÜN ADRESİ İMRALI

Hüseyin Kaçmaz, Türkiye'nin en büyük sorununun demokratikleşme sorunu olduğunu şu sözlerle anlattı: "Ülkede herkesin hemfikir olduğu bir demokratikleşme sorunu var. Cumhuriyet tarihi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratikleşme konusunda sürekli sorunlar yaşıyor. Bunun nedeni de cumhuriyet tarihinden bu yana var olan başat sorunların çözülmemesi. Bunların başında da Kürt meselesi geliyor; Kürt meselesindeki çözümsüzlük, ret, imha, inkar, asimilasyon politikaları ülkeyi yöneten aklın hukuk dışına çıkmasına sebep oluyor. Bir defa hukuk dışına çıkıldı mı, sürekli benzer durumlar yaşanabiliyor. Bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adaletsizlik için risk oluşturuyor.

Bu sözün tam karşılığı olarak da bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm kurumlarıyla, tüm mekanizmasıyla birlikte bir çok konuda hukuk dışına çıkması, artık Cumhurbaşkanı’nın da yasaları tanımıyorum demesi, anayasa kararlarını tanımıyorum demesi de bunlarla bağlantılıdır. Sadece politik ve siyaset alanında değil; ekolojik kıyımlardan tutalım emekçi sorunlarına, gelir adaletsizliğine kadar hepsi birbiriyle ilintilidir. Bu ülkenin refah düzeyinin yükselmesi için, demokratik bir toplum ya da devletin demokratik bir hukuk devleti olması için bu demokratikleşme sorununu halletmesi gerekiyor.

Bunu halledebilmesi için de Kürt meselesini çözmesi gerekiyor. Kürt meselesinin varlığı, iktidarlar için sürekli ‘beka sorunu’ adı altında başta Kürtlere ve toplumun diğer kesimlerine kan kusturur duruma evriliyor. İmralı’da Abdullah Öcalan’ın muhataplığıyla Kürt soruna bir çözüm üretilebileceği konusunda sürekli bu gerçek dilendiriliyor. İktidar maalesef ki sadece kendi iktidarının ömrünü uzatmak için, neredeyse bütün sorunların çözümü için net adres olan İmralı Adasındaki bu mutlak tecridi çözmek yerine, her geçen gün daha da derinleştiriyor, mutlak bir tecrit haline getiriyor."

TECRİT TÜM HALKLARA YANSIYOR

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecridin toplumun her kesimine yansıdığının altını çizen Kaçmaz, şöyle devam etti: "Tecrit, Kürt coğrafyasına, Kürt politikasına yansıyor ve karşımıza çözümsüzlük, savaş, çatışma politikası olarak çıkıyor. Türkiye’nin hemen her yerine de bir kara bulut gibi sirayet ediyor. Kürdistan coğrafyasındaki ekolojik talan aynı zamanda Türkiye'nin Ege ve Karadeniz coğrafyasında da karşımıza çıktı. Anayasal hakların askıya alınması, neredeyse vatandaşlık statüsünün askıya alındığı bazı durumlar karşımıza çıkıyor.

Bu uygulamalara öncelikle İmralı’da mutlak tecritle, Kürt coğrafyasında kayyumlarla, Kürt toplumu maruz bırakılıyor. Van’da yıllardır süren bir eylem, etkinlik yasağı var. Yani anayasal hakların kullanımında sürekli bir engel hali var. Ülkeyi yöneten akıl sıkıştığında, İkizdere’de de toplumun düşünce ve ifade özgürlüğünü, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını engelleme kararını alabiliyor. Bu gücü, Kürdistan’da uyguladığı hukuk dışı politikalar ve İmralı’da uyguladığı tecritten alıyor."

AKP-MHP BLOKU ÇÖKÜŞTEN KURTULAMAYACAK

Kapitalizmin, uzun süredir tüm dünyada bir kriz yaşadığını söyleyen Kaçmaz, "Türkiye'de de Cumhur ittifakı, çoğu zaman bir kriz olarak değerlendiriliyor ama bize göre bir çöküş yaşıyor. Bunu engellemek için de AKP iktidarı kendi getirdiği yasa ve düzenlemelerle ülkeyi otoriter rejime sürüklüyor. Şu an bile meclis komisyonunda OHAL yasalarının üç yıl daha uzatılması konuşuluyor. Üç yıl daha uzatılması, tecritte ısrar edildiğinin de göstergesidir. Yani Kürt meselesini çözmemekte ısrar eden, demokratik bir toplum yaratma ideali bulunmayan bir iktidar aklından söz edebiliriz. AKP iktidarı ve ortağı MHP bir çöküş döneminde. Krizde her zaman bir düzeltme, sapma ihtimali vardır ama çöküşte kurtuluş yoktur.

AKP-MHP ortaklığının hem toplumu ikna edebileceği bir hikayeleri yok, hem de rıza göstermek gibi bir politik duruşları yok. Kaba güç ve yargı, kolluk eliyle toplumu baskılamaya çalışıyor. Bunların da hepsinin başında İmralı’da uygulanan tecrit vardır. Tecridin kaldırılması mevcut yasaların uygulanması anlamına geliyor ama mevcut yasalarını ve tarafı olduğu uluslararası yasaları bile uygulamayan bir iktidar var karşımızda. AYM ve AİHM kararlarını tanımıyorum diyen bir Cumhurbaşkanı da söz konusu durumların birebir yaşandığının da göstergesidir" diye konuştu.

AKP’Yİ BİR ÖNCEKİ DÜZEN YARATTI

Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün tarihten bu yana var olduğunu ifade eden Kaçmaz, Türkiye'deki iki milliyetçi ittifakın karşısında üçüncü bir yol olduklarını şu sözlerle belirtti: "İmralı’daki tecridin devamı hem Kobanê kumpas davası, hem de partimize yönelik kapatma davası olarak da karşımıza çıktı. Ancak tüm saldırılara rağmen seçimlerde HDP’nin aldığı stratejik kararlar her seferinde AKP'nin o yenilmezlik mitini tarumar eden bir halk hareketi olduğunu net bir şekilde gösteriyor. HDP, iktidarın zorbalığa ve baskısına rağmen dimdik ayakta durdu ve hiçbir şekilde teslim olmadı. Bugün Türkiye’deki iki bloklu cepheye baktığımızda, bu iki blok da milliyetçi bloktur. Şu ana kadar Kürt meselesinin çözümü konusunda her iki bloktan da tek bir adım yok.

3. yolda ısrar eden Abdullah Öcalan’ın İmralı’da mutlak tecride tabi tutulma sebebi budur. Bir önceki düzen 19 yıldır ülkeyi yöneten AKP’yi yarattı. Millet ittifakı, AKP’den önce ülke güllük gülistanlıkmış gibi, Kürt meselesi yokmuş gibi, yolsuzluk, gelir eşitsizliği yokmuş gibi bir hikaye anlatması gerçek dışıdır. 80-90 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca çözülmeyen bu meseleler sonrasında AKP iktidarı ortaya çıktı. Yine 80-90 yıllık o hukuksuz ya da demokratikleşme krizini bir türlü aşamayan, o iradeyi gösteremeyen iktidarlardan, yönetimlerden sonra bugün AKP onların bıraktığı malzemelerle böyle otoriter bir rejim inşa etti. CHP’nin HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin ‘anayasaya aykırı ama evet’ diyen anlayışının bugün de bir çözüm üretmeyeceği nettir.

Ancak Abdullah Öcalan, İmralı Adasında ‘üçüncü yol’ diye tarif ettiği ve çözüm önerileri ile tüm halkları, inançları bir arada eşit ve özgür yurttaşlık temelinde yine en önemlisi gönüllü birliktelik esasıyla toplumu bir arada tutabileceğini ve bununla birlikte ülkenin demokratikleşebileceğini, yine Kürt meselesinin de bu şekilde çözülebileceğine dair net bir paradigma ve fikir ortaya koyuyor."

İKTİDAR CEZAEVLERİNİ SOPA OLARAK KULLANIYOR

Cezaevlerinde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve genel olarak artan hak ihlallerini protesto etmek için başlatılan dönüşümlü açlık grevini 47’inci grubun devralmasıyla ilgili de konuşan Hüseyin Kaçmaz, toplumun grevlere karşı daha duyarlı olması gerektiğini kaydetti. "Bu yoğun gündemin arasında açlık grevleri tabi ki hakkettiği yerde ya da bu kadar riskli bir durumun yeterince gündeme gelmediği konusunda herhalde herkes hemfikir" diyen Kaçmaz, "Açlık grevinin başlangıç sebebine baktığımızda bugün yine İmralı’da Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması ve cezaevlerindeki işkenceye varan hak ihlallerinin sona erdirilmesi talebiyle başlatılmış olduğunu görüyoruz. Bu röportajdan hemen önce de meclis insan hakları inceleme komisyonu, cezaevi alt komisyonunun yaptığı cezaevi gezilerine gözlemlerine ilişkin raporlar üzerine tartışıyorduk.

Bütün cezaevlerinde insanlık onuruna yakışmayan insanlık onurunu ayaklar altına alan uygulamalar var. İktidarın ve cezaevi yönetimlerinin baskıyla ya da tehditle açlık grevi eylemcilerinin iradesini kırmaya dönük uygulamaları halen devam ediyor. Raporlarda net bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bize gelen bilgiler, yollanan mektuplar ya da aileler üzerinden yapılan telefon görüşmeleri sonrası bize aktarılan bilgiler aslında iktidarın cezaevlerini sopa olarak kullanmakta ısrar ettiğini ve yine bir irade kırma mekanizması devreye soktuğunu görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin tümü artık neredeysen bir cezaevine dönüşmüş durumda.

Karşılaştığımız uygulamalar, baskılar, ötekileştirilmeler ya da dediğimiz gibi kişiye göre hukukun uygulandığı bir dönemde açlık grevi eylemcileri bu işin yükünü omuzlayarak topluma mesaj veriyor. 'Benim bedenimden başka sunabileceğim, bu zulme karşı direnebileceğim herhangi bir imkanım yok ve ben bununla direniyorum' diyor. Toplumun da açlık grevleri konusunda daha duyarlı olması gerekiyor. Açlık grevi eyleminin süresinin uzaması, aslında her geçen gün büyük riskleri de gözümüzün önüne getiriyor. Ve bu tehlikeyi de bizlere tekrar tekrar hatırlatıyor. Açlık grevi eylemcilerinin talepleri yasal, meşru ve tamamıyla ülkeyi kurtaracak rahatlatacak, ülkedeki zorbalığı sonlandıracak bir temelde dilendiriliyor. Bu konuda tüm toplumun daha hassas, daha duyarlı olması, açlık grevi eylemcilerinin taleplerinin kabul edilmesi için de destek vermesi gerekir" diye konuştu.