Kürtler Roma’ya saldırabilir!

Kürtler Roma’ya saldırabilir!

Kato her sabah Parlamentoya geldiğinde 'Kartaca yok edilmelidir' diyordu. Kartaca Roma için sadece jeopolitik bir sorun değildi, aynı zamanda ideolojik bir sorundu. 

Kartaca sadece bir Fenike kolonisiydi (MÖ 814). Kendi dillerinde yeni kent anlamına gelen Kartaca küçük ordusuyla iddia edildiğinin aksine Roma için askeri bir tehdit değil, asıl olarak deniz ticaret filosuyla zenginleşip refaha ulaştığı için imparatorluğun köleci rejimine karşı bilinçsiz ve dolaylı bir meydan okuyuş içindeydi. Romalılar üçüncü ve son Kartaca seferinde bu kenti yakıp yıktı kadınlarını ve çocuklarını kılıçtan geçirip erkeklerini köle olarak götürdü.

Bu yüzden Roma daha büyük zaferler kazanmasına rağmen hep Pön savaşlarıyla övündü ve Hanibal ününü buradan aldı.

Rojava Türkiye için tamda böyle bir anlama sahiptir. Türkiye’nin başından beri Batı Kürdistan için duyduğu korku ve savurduğu açık tehditlerin anlamı budur. Ankara tehditlerle sınırlı kalmayarak Güney sınırlarında yarattığı güvenlik boşluğu ile El Kaide’nin yoğunlaşacağı ve hareket edebileceği alan yarattı. Böylece Kürtlere karşı savaşında yeni taşeronlar bulma imkânı elde etti. Elbette ki bu Türkiye’nin görünümünü daha kötü hale getirdi. Bu giderek Suriye Muhalefeti içindeki dengeleri değiştirdi ve iç savaş biraz daha karmaşık ve tehlikeli hale geldi. Kürt bölgelerini bombalamaya (Susik Köyü) başlaması yeni niyetlerine ilişkin ipuçları veriyor. 

Batılı Müttefikleri Batı Kürdistan için devletsiz bir aktör olmasından kaynaklı geleneksel yaklaşımını tekrarlayıp hiçbir ahlaki konsensüse uymadı. Müttefikler, Suriye iç savaşındaki yıkıcı (karargâh ve koordinasyon merkezi) rolünden vazgeçmesini önlemek için Kürtleri Türkiye’nin pragmatik inisiyatifine bıraktı. Bu yüzden Batılılar geleneksel diplomatik statükoyu değiştirmedi. Bu statüko Kürtlerin müttefiksiz duruşu ve zorunlu yalnızlığının sürmesine yol açtı.  

Türkiye bu rolünü sadece Suriye karşıtı bir isyanı yaratmak için kullanmadı aynı zamanda tüm devlet davranışlarıyla savaşın Suriye ve Kürt halkı üzerindeki yükünü ağırlaştırdı.

TÜM ORTADOĞU ÖRGÜTLERİNİ İÇİNE ÇEKTİ

Suriye iç savaşı sadece büyük güçlerin odaklandığı bir çatışma olması açısından değil giderek Ortadoğu’nun bölgesel etkilere sahip Hizbullah, El Kaide, ÖSO, YPG (ve Kürt özgürlük hareketi ) ve irili ufaklı çok sayıda örgütü içine alıp dibe çeken bir kan girdabına dönüştürülmek isteniyor.

Şüphesiz nasıl adlandırılırsa adlandırılsınlar Hizbullah gibi kitlesel desteğe sahip olan bu hareketlerin bu çatışmaya ve (giderek profesyonelce kurgulanmış bir oyuna dönüşen) bu girdaba gönüllü olarak girmediğini biliyoruz. Hizbullah reel politikayı son derece iyi okuyan ve buna göre hareket eden bu yüzden de savaştan uzak durmaya çalışan bir örgüttü. Sadece iki stratejik ortağı olan İran ve Suriye için değil aynı zamanda (her ne kadar açıkça ifade edilmese de)Lübnan Hristiyan yönetiminin isteği ve teşvikiyle bu çatışmaya kalkıştı. Çünkü Lübnan Hristiyan toplumu laik eğilimleri olan Başar klanın yerine daha tehlikeli İslamcı eğilimlerin gelebileceği kaygısına kapıldı. Onun için bu savaş kaçınılmaz hale getirildi ve şimdi bu kanlı iç savaşın derinliklerine çekilme tehlikesiyle de karşı karşıya.

DİCLE PLANIN AYRINTILARI AÇIĞA ÇIKMADI

Baas Rejimi iç savaşın başında Arapların Kürtlere ilişkin geleneksel planlarının ismi haline gelen ancak güncellenmiş bir Dicle Planı oluşturdu. Dicle Planı Arap egemenlerin art niyetli planlarında Kürdistan’ın kod ismi olarak kullanılmıştır. Bu plan gizli bir devlet planıydı ve ayrıntıları halen gizli tutuluyor. Ama temel hedefi Kürtleri nötralize etmekti.

Bununla birlikte Kürtler siyasi örgütlenme ve kurumlaşmasıyla savaşın temel unsurlarından biri haline geldi. Türkiye ve müttefikleri Kürtlerin Suriye savaşında stratejik ve kalıcı bir role sahip olduğunu biliyor. Kışkırtıcı yaklaşımları Kürtlerin bu rolünü minimize yöneliktir.  

Türkiye’nin Kürt hareketlerini provoke etme niyeti Kürt özgürlük hareketini (PKK) ve PYD’yi Suriye’deki kanlı girdaba ve suların dibine çekip boğma amaçlıdır.  Böylece kendisinin üstesinden gelemediği Kürt hareketini El Kaide gibi karanlık taşeron hareketlere havale etmeye çalışıyor. Bu yöntemle aynı zamanda toplumlar arasındaki çatışmayı körüklemeye çalışıyor.

PKK’nin buna gelmeyecek kadar güçlü bir stratejik akla sahip olduğunu düşünmek kolay bir yol olabilir. Çünkü Türkiye Kürtleri iki kötü seçenekle yüz yüze bırakıyor; ya korkunç bir mülteci akınıyla kendini savunma yeteneklerini köreltmek, demografik erozyon ve kalıcı toprak kaybı yaratmak, ya da PKK’yi Rojava’yı savunma endişesine düşürüp bu savaşın içine çekmek.

Ancak dünyanın devrimci güçleri kendi ivmelerini yaratırken hareket etmekte oldukları yön onları yönetmek isteyenlerin işaret levhalarına uymayabilir. Bu yüzden PKK Kartaca’yı savunmak yerine Roma’ya saldırabilir.