Önce devletin tekelindeydi şimdi cemaatlerin!

Önce devletin tekelindeydi şimdi cemaatlerin!

Gazeteci-yazar Ayhan Bilgen, "demokratikleşme paketi"nde yapılan değişiklikle, yardım toplamadaki kısıtlamaların kaldırılmasını, "cemaatlere avantaj" olarak yorumladı. Bilgen, ana dilde eğitime sadece özel okullarda serbestlik getirilmesini de "ayrımcılık" olarak nitelendirerek, söz konusu sektörde egemen olanların üzerinden bir hak kullanımının zararlı olacağını kaydetti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan ve demokratik kamuoyunun "eksik" bulduğu "demokratikleşme paketi"nde, yardım toplamaya ilişkin de düzenleme yapıldı. Erdoğan, düzenlemeyi şu şekilde duyurmuştu: "Yardım toplamada kısıtlamaları kaldırıyoruz. Yardım toplama konusunda, zaman zaman özgürlükler sınırlama altına alınmıştı. Kurban derisi, fitre ve zekat toplama konusunda Türk Hava Kurumu’na yetki verilmiş; aslında Anayasa ve yasalara tamamen aykırı, insan hak ve hürriyetlerine ters bir durum oluşturulmuştu. Vatandaşımız, bundan sonra yardımlarını hür iradesiyle istediği yere verebilecek."

'DÜZENLEMENİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ ÖNEMLİ'

ANF'ye konuşan, gazeteci-yazar Ayhan Bilgen, Erdoğan'ın yardım toplama serbestliği konusunda yaptığı açıklamanın muğlak olduğuna dikkat çekerek, "Yardım Toplama Kanunu bir özel kanun. Bir de bunun dışında, bazı kurumlara tahsis edilmiş yetkiler var. Ortada yasal düzenleme olmadığı için Başbakan'ın sözleri üzerinden yorumluyoruz. Bir kısım yorumcu bunun sadece Kurban Bayramı ile ilgili düzenleme olduğunu söylüyor; Başbakan'ın verdiği bu örneğin sadece örnek olmadığını, konunun başka boyutu olmadığını söylüyor. Ama konuşmanın akışına bakınca yardım toplama mevzuatında bir değişikliğe gidilme var" dedi.

Bilgen, Erdoğan'ın suç niteliği taşımayan hususları suç olarak gösterdiğini ve 'istediğiniz kişiye bağışta bulunabilirsiniz' dediğini belirterek, şöyle konuştu: "Paketin genelinde de, bu konuda da geçerli olan; Erdoğan geçmişte suç olmayan şeyleri suçmuş gibi gösteriyor. Zaten bağışta bulunanla ilgili cezalandırma sistemi yok. Bağış toplamakla ilgili bir sorun var. Bağış alanla ilgili mevzuata kurallara uymayan ile ilgili cezalandırma var. Bu düzenlemeyle ilgili en kritik tartışma 'terör örgütlerine finansman sağlanması' meselesidir. Bu, güvenlik bürokrasisinin ön plana çıkarttığı noktadır. Bu konuda iki değerlendirme dikkate değer; biri, geçmişte özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) baskısıyla, İran ile bağlantılı olduğu düşünülen gruplarla ilgili finansman sorunu. İkincisi; Türkiye'nin kendi iç güvenliği olarak algıladığı; PKK veya sol gruplarla ilgili yardım toplama işinin denetimde, kontrolde tutulması... Bu düzenlemenin nasıl bir kavramsal çerçeveye oturacağına bakmak gerekiyor."

'ÖNCE DEVLETİN TEKELİNDEYDİ, ŞİMDİ CEMAATLERİN'

Daha önce devletin tekelinde olan yardım meselesinin, şimdi cemaat ve tarikatlara devredilmesinin söz konusu olacağını düşünen Bilgen, "Türkiye'de 'yardım' diye ifade edilen boyut son derece büyük rakamlara denk geliyor. İnançlarla, dini bayramlarla, ibadet sayılacak yardım potansiyeli çok yüksek. Bunun devletin tekelinde, kontrolünde olması da sorunlu, ama bunun dışındaki alanlar için de sorunlu. Sivil açıdan izlenebilir mi, şeffah mı? Önemli olan, bu. Başka bir kapalı mekanizmayı, hesap sorulamayan mekanizmayı devletin yerine ikame ettiğinizde bireysel haklar ve toplumsal açıdan zararları olacak. Hatta daha denetimsiz alanlar oluşturulmuş oluyor" diye konuştu.

Cemaatlerin bir süre sonra baskı mekanizmasına dönüşebileceği ve kontrol dışı alanlar oluşturabileceği uyarısında bulunan Bilgen, bunun da bireysel özgürlükleri tehdit edeceğini kaydetti. Türkiye'deki fiili duruma bakıldığında, bu tür tekellerin olduğunu ve bunların iktidarda olan partiye göre denetime tabi tutulmadığını söyleyen Bilgen, "Bunun dışında bir standart olmalı. Aksi takdirde güçlü olanın, cemaatsel olanın diğerinden avantajlı olduğu bir durumla karşılaşacağız" dedi.

'KİMİN NE AMAÇLA YARDIM TOPLADIĞINA GÖRE KARAR VERİLECEK'

Bilgen, şu yorumda bulundu: "Tamamen keyfi davranılacağını, akreditasyon sorunuyla karşılaşacağımızı düşünüyorum. Çünkü Türkiye'de yetkilendirme birçok alanda gittikçe keyfileşiyor. İdariye yetki tanıdığınızda objektif davranmak yerine kimin ne amaçla yardım topladığını esas alan bir kolaylaştırıcı yada zorlaştırıcı pozisyona girecek. Bu tip düzenlemelerde ya tamamen özgürlük esas olur; yada suç söz konusuysa kamu otoritesi bu suç iddiası üzerine kısıtlamaya gider, ki o da mahkeme kararı gerektirir. İdari tasarrufu aşması gerekir. Özgürlüklerin bu kadar idari kısıtlanması doğru değil. Yada toplum devlet ilişkisi başka yönde seyrediyorsa kamu otoritesi tarafından dizayn edilir. Dünyadaki bilinen iki örnek budur. Bizde ise ikisi dışında; 'kim neden topluyor' üzerinden şekillenecek. İktidar yada ona bağlı olan bürokrasi o konuda inisiyatif kullanacak, diye kaygı duyuyorum."

'ANA DİLDE EĞİTİM CEMAATİN VE ÖZEL SEKTÖRÜN EGEMENLİĞİNDE...'

Ana dilde eğitimin sadece özel okullarda serbest olmasıyla ilgili düzenleme hakkında ise Bilgen, düzenlemenin eşitlik bağlamında ele alınmadığı eleştirisini yaptı. Devletin ana dil eğitimini özel okullar yada rekabetin ağır olduğu, finans boyutunun bulunduğu alanlarda değil; doğrudan doğruya kamu hizmeti olarak sunması gerektiğini belirten Bilgen, ekledi: "Türkiye'de eğitim tümüyle kamunun yetki alanında tutuluyor olsa, evet, bu başka tartışma doğurabilir. Ama sonuçta şimdi Türkçe ile, resmi dil ile eğitim yapılıyor, yani devlet eliyle yapılıyorsa, diğer dillerin de hatta daha dezavantajlı oldukları için desteklenmesi gerekiyor. Ama cemaatin, özel sektörün alanına bıraktığınızda hem sadece zengin olanların faydalanacağı hizmet olacak ve bu başlı başına bir ayrımcılık... Hem de bu sektörde kimler egemense onlar üzerinden bir hakkın kullanımından söz edeceğiz ve bu da zararlı olacak."