Jin Jiyan Azadî, dünya kadınlarını birbirine bağlayacak

Dünyada kadın mücadelelerinin ortaklaştığı nokta, kadınlara daha insani, adil ve özgür bir yaşam yaratmaktır. Bu noktada “Jin Jiyan Azadî“ sloganı, dünya kadın hareketlerini birbirine bağlayacak bir bağ olacağa benziyor.

Kadına yönelik şiddetin tarihini, kadının Neolitik dönem kazanımlarına ve sınıfsız, özgürlükçü, komünal, eşitlikçi, doğayla uyum içindeki sistemine karşı erkeğin saldırılarıyla başlatmak mümkündür. Bu saldırıların amacı, sınıflı, özel mülkiyetçi, köleci, doğanın ve kadının kontrol altına alınarak sömürülmesi esasına dayalı erkek egemen sistemi kurmak ve hakim hale getirmekti. Erkek, kadının duygusal zekaya dayalı yaşam üreten perspektifini eril aklın kurnaz, entrikacı, şiddet yöntemleriyle yaşamı gaspa dayalı perspektifiyle alt edip sınıflı, özel mülkiyetçi, doğayı ve kadını zapt û rapt altına alan bir sistem kurmuştur. Kadınların ortaklaşa bir yaşam içinde sevgiye dayalı, yeni nesilleri özgürce ilişkilenme temelinde kolektifçe sahiplenen yaşam tarzının yerine, erkeğin özel mülkiyetini geleceğe taşıyacak, kadının erkekçe özelleştirilmesine dayalı bir ilişki sistemi yaratılmıştır. Kadının doğurganlığını kontrol etme ve özelleştirme temelindeki bu yaklaşım, kadının giderek erkeğin kölesi olmasını birlikte getirmiştir.

Beş bin yıldır adım adım katmerleştirilerek sürdürülen bu erkek egemen sistem, yaşamın her alanına sindirilerek hatta kadının da beynine yedirilerek, tüm toplumu avucuna alan bir toplumsal cinsiyetçiliğe dönüştürülmüştür. Kadını erkekten zayıf ve onun korumasına, kollamasına, yönetmesine muhtaç gören toplumsal cinsiyetçi anlayış asırlar boyu derinleşip katmerleşerek toplumu içten içe çürüttüğü gibi, kadına yönelik şiddetin de gıdasını aldığı bir zemin olmaktadır. Eğitim, öğretim, basın-yayın, gelenek-görenekler, dile yerleşmiş cinsiyetçi ifadeler, dinler, hatta bilim yoluyla sürekli beslenip yeniden yeniden üretilen toplumsal cinsiyetçilikle mücadele aynı zamanda kadına yönelik şiddetle mücadeledir.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET 5 BİN YILLIK BİR OLGU

Kadın, Neolitiğin kazanımlarına dönük saldırılara karşı amansız bir mücadele vermiştir. Erkek egemenliğini kolayca ve direnmesiz kabul etmemiştir. Bu yüzden kadın katliamları beş bin yıllık kadını sömürgeleştirme sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kadında en küçük bir direnme emaresi gördüğünde erkek onun iradesini kırmak için her yola başvurmuş, başaramayınca da katletme yolunu seçmiştir. Bu beş bin yıldır süregelen bir hikayedir. “Cadı” katliamları aslında bilge kadının bilimini gasp etme, onu eril sistemin dişlileri arasında öğütme ve erkek eğemen bilimi hakim kılma saldırısıdır. Avrupa Ortaçağ'da “Cadı Avı” adı altında 400 bini aşkın bir toplu kırıma yataklık etmiş ve kapitalizm bu kanlı zemin üzerinde kendisine hayat bulmuştur.

1800'lerin sonu ve 1900'lerin başında yoğunluk kazanan Almanya kaynaklı sosyalist bilinçlenme ve kadınlara oy hakkı talep eden İngiltere merkezli Sufrajet hareket, kadın hakları konusunda bir aydınlanmanın adımlarını atmıştır. Temel insan haklarının kadınlar için de uygulanması talebiyle başlayan bu mücadele giderek kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması, kadın emeği üzerindeki katmerli sömürünün durdurulup sekiz saatlik iş gününün kabul edilmesi gibi taleplerle devam etmiş; kadınların örgütlenmesi çabalarına hız verilerek 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edilmiştir. Tüm bu çabalar kadınlık bilincinde bir gelişmeye, kadınlar arası kardeşleşme ve dayanışmaya hizmet etmiştir. Kadınların örgütlenmesi ve bilinç kazanmasına paralel olarak erkek egemen ataerkil sistemin ve toplumsal cinsiyetçiliğin çözümlenmesi ve buna karşı mücadelenin geliştirilmesinde mesafe alınmaya başlamıştır. Avrupa merkezli feminist hareket kadın hakları savunuculuğunda ve kadın bilincinin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Akademik araştırmalar, bilimsel tezler, kadın tarihinin araştırılıp ortaya konulması gibi çabalarla erkek egemenliğinin dayandığı zeminlerin  ve toplumsal cinsiyetçiliğin teşhir edilmesi, kadın üzerindeki sömürü ve şiddetin önemli ölçüde açığa çıkmasını sağlamıştır. Ancak feminizmin Batı odaklı olması ve kapitalist sistem içi çözümleri öngörmesi giderek tıkanmasına ve eleştirilerin hedefine oturmasına yol açmıştır. Feminizmin ortak bir ses ortaya çıkarmada yetersiz kalması, ırka veya bölgeye dayalı alternatif arayışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aynı şekilde, değişik coğrafyalarda kadınların ihtiyaç ve taleplerinin farklılığı mücadelenin parçalı gelişmesini beraberinde getirmiştir.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ANA KAYNAĞI KAPİTALİZMDİR

Kadına karşı şiddetin ana kaynağı kapitalist sistemin kadın ve insan düşmanı politikalarıdır. Bu yüzden, kadına yönelik şiddete karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeledir. Avrupa kaynaklı feminizmin en büyük hatası, bu gerçeği görmeyerek sistem içi çözümler peşinde koşması olmuştur. Kapitalizm kadın üzerindeki şiddeti ve kadınları her açıdan kontrol etmeyi kendi sisteminin sürekliliği için hayati derecede önemli görmektedir. Toplumu kontrol etmenin kadını kontrol etmekten geçtiğini bilmektedir. Bu nedenle, toplumsal cinsiyetçiliği sürekli her araç ve yöntemle beslemektedir. Kadın ve çocuk kırımının en büyük kaynağı savaşlar, kapitalist sistemin sürekli savaş politikalarıyla neredeyse tüm coğrafyalarda yaşanmaktadır. Savaşlar ve yol açtığı kitlesel sürgünlerin, mültecileşmenin en büyük kurbanları kadınlar ve çocuklardır. Aynı şekilde kapitalizmin ırkçı-milliyetçi politikaları nüfus kontrolü, kısırlaştırma gibi politikalarla kadına yönelik şiddetin ve kadın kırımın yeni biçimlerinin uygulanmasını da birlikte getirmektedir. Giderek dünyanın değişik yerlerinde patlak veren ve Üçüncü Dünya Savaşı olarak nitelendirilen çatışma ve savaşlar kadın kırımın boyutlanması tehlikesini doğurmaktadır. Bu nedenle kadına yönelik şiddet ve kadın kırımına karşı mücadele, her şeyden önce kapitalizmin savaş politikalarına karşı mücadeleden geçmektedir.

Tüm farklılıklara, kopukluklara karşın kadınların hak mücadelelerinin giderek güçlendiğini, yaygınlaştığını görmekteyiz. 1970'lerden sonra kadın hareketlerinde bir ivmeden söz edilebilir. Kadın bilincinin güçlenmesi ve örgütlenmelerinin gelişmesi kadına yönelik şiddete karşı da daha aktif bir mücadelenin yolunu açmaktadır. Ancak bu konuda çabalar artmakla birlikte kadına yönelik şiddet o kadar yaygın ki, çabalar çok yetersiz kalmaktadır. Ev içi şiddet, taciz, tecavüz, hak gaspı, özgürlüğe ket vurma, aldatma, aşağılama, katletme vb. biçimlerde şiddet yaygınca sürmektedir.

Kadına yönelik şiddeti durdurmanın en etkili yollarından biri, toplumsal bilinci geliştirmektir. Kadına yönelik bakış açısı değişmedikçe şiddet de son bulmayacaktır. Toplumsal cinsiyetçilik konusunda farkındalık yaratmak, kadını ve erkeği şiddetin kabul edilmezliği konusunda eğitmek şiddetin azaltılmasında rol oynayabilir. Özellikle, ev yaşamında, okullarda, okutulan kitaplarda, televizyon ve gazetelerde, günlük yaşam ve ilişkilerde, iş hayatında cinsiyetçi dil ve yaklaşımlardan kaçınmak, bunu yapanlar karşısında tavırsız kalmamak önem taşımaktadır. En önemlisi de annelerin toplumsal cinsiyetçiliğe karşı mücadele bilincini edinerek, yetiştirdikleri çocukları buna göre eğitmeleri, böyle yetiştirmeleridir. Çünkü toplumsal cinsiyetçiliğin, kadına yönelik şiddetin ve dolayısıyla kadın katliamlarının tohumu öncelikle ailede ve çevrede atılmaktadır.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET SADECE YASALARLA ENGELLENEMEZ

Kadına yönelik şiddetin eğitimsiz ve yoksul kesimlerde yaşandığı gibi yanlış bir algı vardır. Geri bıraktırılmış, eğitimsizliğin ve yoksulluğun yaygın olduğu, dinsel hurafelerin toplumu avucuna aldığı ülke ve coğrafyalarda şiddetin katmerli olduğu doğrudur ve daha çok eğitimsiz ve yoksul kesimlerde görülür. Ama eğitimli ve varlıklı kesimlerde de şiddet eksik değildir. Avrupa ve İskandinavya ülkeleri gibi, eğitim ve refah seviyelerinin en yukarılarda seyrettiği coğrafyalarda şiddetin, özellikle cinsel ve ekonomik şiddetin çok üst düzeylerde seyrettiği görülmektedir. Bu ülkelerde kadın hareketlerinin mücadeleleri sonucu yasalarda şiddet karşıtı ibareler giderek daha fazla yer alsa da daha yürünmesi gereken çok yolun olduğu açıktır.

Üniversite eğitimli, saygın meslek sahibi erkeklerin özellikle partnerlerine ya da kadın müşterilerine, çalışanlarına dönük şiddet veya cinayet haberleri basın bültenlerinden eksik olmamaktadır. Bu da kadına dönük şiddetle mücadelenin ne kadar zorlu ve uzun soluklu olduğunu, bunun salt yasalarla düzeltilemeyecek derinlikte bir kangrenleşme olduğunu ortaya koymaktadır.

Kadına yönelik şiddete, bu şiddete karşı mücadele adına yola çıkan kesimler arasında da rastlanabilmektedir. Kendilerini toplum mühendisleri olarak gören, eğitimsiz ve yoksul ya da zorda olan kesimlere ya da kişilere birer misyoner gibi yaklaşarak politik çıkar elde etmeye çalışan, ya da yol arkadaşlarını sindirmenin ve cezalandırmanın yöntemi olarak şiddeti uygulamaktan kaçınmayan bu kesimler en inceltilmiş ve maskeli bir şiddeti, özellikle de psikolojik şiddeti uygulayabilmektedir. Görünür olmadığı ve ince yöntemlerle yürütüldüğü için bu tür şiddetin en tahripkar şiddet olduğu görülmektedir. Her türden şiddete karşı olmak ahlaki, vicdani ve insani bir görevdir. Kadın olsun erkek olsun şiddetin ortağı olanlar, hangi gerekçeye sığınırlarsa sığınsınlar, bu şiddeti besleyen birer suçludurlar.

JİNEOLOJİ, SİSTEM DIŞI ARAYIŞ BİLİNCİNİ YÜKSELTİYOR

Dünyanın hemen her yerinde kadın hakları için ve kadına yönelik şiddete karşı örgütler bünyesinde ya da sokağa taşan kitlesel protestolar ve mücadeleler giderek artış göstermektedir. Yerel sorunlar nedeniyle öncelikleri farklı da olsa bu mücadelelerin ortaklaştığı nokta, kadınlara daha insani, adil ve özgür bir yaşam yaratmaktır. Kürt Kadın Hareketi'nin sloganı olan ve Jîna Emînî'nin İran'da “Ahlak Polisi” tarafından katledilmesiyle, önce İran'da, sonra da tüm dünyada patlak veren protesto eylemlerinin ortak sloganına dönüşen “Jin Jiyan Azadî“ sloganı dünya kadın hareketlerini birbirine bağlayacak bir bağ olacağa benziyor.

Kürt Kadın Hareketi'nin uzun yıllar süren mücadelesini ideolojik-politik-örgütsel ve bilimsel yönlerden de güçlü örmesi, dünya kadın hareketleri için ilham veren bir model ve mücadele örneği olmasını sağlamaktadır. Özellikle Kobanê Direnişi döneminde tüm dünyanın hayranlığını kazanan Kürt kadın direnişi, dikkatleri Kürt kadınının örgütlenmesine, mücadelesine, ideolojik-politik-bilimsel argümanlarına çekmiştir. Kürt Kadın Hareketi'nin Demokratik Ulus, Özgün-Özerk Örgütlenme ve Demokratik Konfederalizm temelinde geliştirdiği örgütlenme modeli dünyanın değişik yörelerinden kadın hareketleri tarafından incelenmeye ve anlaşılmaya çalışılmakta; bazıları tarafından da kendi özgüllerine uygulanmaya uğraşılmaktadır. Jineoloji, kadın hareketleri tarafından feminizmin handikaplarını aşma ve kadın sorununun çözümünü kapitalist sistem sınırları dışında arama bilincini yükseltmekte ve ilgi ile karşılanmaktadır.

Kurdistan ve onu sömürgeleştiren ülke kadınları ile önemli bağlar kuran ve Kürt Kadın Hareketi'nin örgütlenme modeli ve ideolojisini bölge halklarının kadınlarına ulaştırmak amacıyla birçok bölgesel konferansa öncülük eden Kürt Kadın Hareketi, bu çabasını yayarak, başta Avrupa ve Latin Amerika olmak üzere dünya kadınlarına da ulaştırmaya çalışmaktadır. Bu amaçla birçok yerel ve uluslararası toplantıya katılıp kadın hareketlerinin tecrübelerinden yararlanma, onlarla tecrübelerini paylaşma ve ortaklaşa bir mücadele zemini kurma çabasını sürdürmektedir.

Yerel, bölgesel ve uluslararası konferanslarla kadın hareketlerinin ortaklaşması ve birliğini Dünya Kadın Konfederalizmi temelinde gerçekleştirmek en büyük hedeflerden biridir ve bu başarıldığında kadın devrimleri çağına, adına yakışır başarılar sığdırmak mümkün olabilecektir.