Aydınlar: Savaşa karşı birleşilmeli!

Kürt düşmanlığı ve "tek adam rejimi"nin savaşı beslediğine dikkat çeken Baskın Oran, Melek Ulagay, Orhan Alkaya ve Gençay Gürsoy, savaşa karşı birleşilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

"Barışsa bir armağan gibi verilmez insana: Katillerin önüne dikilmek gerek."

Bundan 64 yıl önce yitirdiğimiz Alman Şair ve Oyun Yazarı Bertolt Brecht, barışın yolunu böyle tarif ediyor; savaşın bizatihi, "hesaplaşmadan" sona ermeyeceğini anımsatıyor. Ömrünü Kürt halkına adayan Müzisyen Aram Tigran'ın da bir hayali vardı: "Dünyaya bir daha gelsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa, hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım."

1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Sanatçı Orhan Alkaya, Yazar, Yapımcı Melek Ulagay ile konuştuk...

ORAN: KÜRT DÜŞMANLIĞINDA BİRLEŞİYORLAR

Prof. Dr. Baskın Oran, AKP-MHP iktidarının sadece bu iki partiden oluşmadığını, “Mahşerin Dört Atlısı” olarak tarif ettiği, "Dinci AKP, ırkçı MHP, ehlileştirilmiş Ergenekon, ulusalcılar"dan oluştuğunu belirtiyor. Oran, bu çevrelerin mantıken hiçbir ortak paydası olmayacakken, Kürt düşmanlığı ve milliyetçilikte birleştiğine işaret ediyor:

"Milliyetçilik, çünkü iktidarı iktidarda tutmak için İslamcılık fevkalade yetersiz hatta tepki yaratıcı; imam-hatipliler bile o okullardan mezun olduklarına pişman. Kamuoyu yoklamaları iktidar partilerinin her hafta kan kaybına uğradıklarını, kendi içlerinde birbirini yemeye başladıklarını gösteriyor.

Bir yandan ekonomi battığı, diğer yandan tüm muhalefet susturulduğu için iç huzur dibe vurmaya koşuyor. Ve iktidar bu vaziyeti önce Ayasofya’nın, şimdi de her karışı ikona kaplı Kariye Müzesi’nin camiye döndürerek önlemeye çalışıyor.

Tabii ki asla yeterli olmuyor, bu yüzden dışarıya taşımak gerekiyor. Önceleri, Kürt meselesi deyip Irak, Suriye. Sonra, hayatında Kürdün adını duymamış Libya. Şimdi de Doğu Akdeniz suları. Dikkatleri dışarıya çekmek ve Mahşerin Dört Atlısı’nı 'birlik ve beraberlik' içinde tutmak için şart bunlar. Savaş ortamı simülasyonu şart."

'İMHA POLİTİKASI ÜLKEYİ BÖLÜYOR'

İktidarın "komşularla sıfır sorun" söylemini hatırlatan Oran'a göre, 'Türkiye'nin Gürcistan hariç kavgalı olmadığı bir tek komşusu kalmadı ve büyük devletler de cabası.'

"Türkiyeli Kürtler bir bütün olarak bu ateşin odak noktasına konulmuş durumdalar" vurgusunda bulunan Oran, "Silahla değil, TBMM’de konuşarak bu ülkeyi barışa kavuşturmak isteyen HDP zaten fiilen kapatılmak pozisyonunda, hukuken de kapatılması için ulusalcı, pardon, ulusolcu Perinçek durmadan bastırıyor" diyor.

Oran, Kürtlere dönük imha politikalarının ülkeyi böldüğünü düşünüyor:
"Milliyetçiler farkında değil ki bu Sri Lanka Modeli yani imha yöntemi, eline silah almamış ve almayı düşünmemiş 15 milyon Kürdü bile bu ülkeye gitgide yabancılaştırıyor. Yani, açık söyleyeyim, ülkeyi bölüyor."

'MUHALEFET OLAN ASKERÎ MÜDAHALEYİ DESTEKLEYEMEZ'

Muhalefet için "lagar" (uyuşuk, zayıf) tanımını kullanan Prof. Dr. Baskın Oran, şöyle diyor:

"Hem gözaltılarla ve tazminat dosyalarıyla ürkütülmüş durumda, hem de daha kötüsü, ana muhalefet CHP’nin ulusalcılıktan anladığı, sınır ötesine askerî müdahale yapmayı ve silahlanmayı desteklemek. Ne zaman aklı başına gelecek, merak konusudur.

Bütün bunlar, Tek Adam Rejimi her açıdan dibe vurmaya başladığı için oluyor.
Bu da muhalefetin bu durumunda, içeride ve dışarıda barışa nihayet ulaşma umudumuzu oluşturuyor."

ULAGAY: SAVAŞI SEÇENE YAPTIRIM UYGULANMALI

Yazar, Yapımcı ve Yönetmen Melek Ulagay, özellikle son seneleri savaş politikalarının dönemi olarak tarif ederken, şöyle diyor:

"Tüm dünyada çatışmalar var. Tabii belirgin olarak da Ortadoğu'da var. İç savaşlar, Türkiye'de, Suriye'de, son olarak Lübnan'da yaşanan korkunç saldırılar var. Bütün bu saldırılarda zarar gören halklar, sade insanlar oluyor. Artık ordular arasındaki savaşlar olmaktan çıktı. Büyük bedelini ise Ortadoğu halkları ödüyor."

Ulagay, "dünya barışı"nın Ortadoğu'da başlayabileceğine dikkat çekerek, "Ortadoğu halkları üzerindeki çirkin oyunlar, hesaplar ve bütün bunların kefaletinin oradaki halkların üzerine yıkılmasına son verilmeli. Masum, sivil insanların hayatlarından, istikballerinden çalınıyor" diyor.

Ulagay'a göre savaş politikası uygulayanlara karşı uluslararası toplumun da ciddi yaptırımlara başvurması gerekiyor.

"Eyleme geçilmeli. Ciddi yaptırımlar sağlanmalı. Bu yaşananlar kader değil. Çok öfkeliyim. Bölge ülkeleri ve bütün dünya aklını başına almalı..."

'TEK ADAMLAR YENİLİRSE BARIŞ MÜMKÜN'

Muhalefete de önemli görevler düştüğünü kaydeden Melek Ulagay, şu görüşte:
"Türkiye'de muhalefetin büyük görevi var ama maalesef ki muhalefet bunu yerine getiremiyor. Getiremediği için de bu hale geliyoruz. 'Tek adam rejimi'nin halkların yararına olması imkânsızdır. Türkiye'de, ABD'de, Rusya'da da tek adam rejimi var. Barış için tek adam rejimlerinin ortadan kalkması gerekiyor."

GÜRSOY: HANGİ YÜZLE KUTLAYALIM?

Nörolog, Prof. Dr. Gençay Gürsoy da "Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, 50 yıllık yakın tarihe baktığımızda, bu kadar askerî harekâtın aynı döneme sıkıştırıldığına ilk defa tanığız" diyor.

"Aşağı yukarı 10 ülkede askerî üs ya da tesis yapılmış durumda" diyen Gürsoy, Libya'daki gelişmelere de dikkat çekerek, uluslararası yasaların çiğnendiğini vurguluyor.

Gürsoy, Kürt sorununa da şöyle değiniyor:

"Yüz yıllık geçmişi olan Kürt sorununun kronikleşmiş çatışmalı evresini yaşıyoruz. Her gün övünerek açıklanan 'etkisiz hale getirilen çatışmacılardan' bahsediliyor. Bu tabii önümüzdeki 1 Eylül'ün hangi yüzle Türkler tarafından, bizim tarafımızdan kutlanacağı sorusunu da akla getiriyor. Barışın hiçbir unsurunun yaşanmadığı, üstelik ülkenin ekonomik bakımdan büyük bir kriz içinde olduğu bu dönemde barış taleplerini yükseltmek gerekiyor tabii de ona nasıl varılacağı konusunda hiçbirimizin umutlu cümle kurması mümkün değil."

'HALK SAĞLIĞI SORUNU ÇÜNKÜ...'

Savaşı, sonuçları bakımından "bir halk sağlığı sorunu" olarak ele alan Gürsoy, şöyle diyor:

"Tıp öğretim üyesi olarak, mesleğimizin başından beri yüzlerce yıllık geçmişi olan ilkeyi hep savunmuşuzdur: Savaş bir halk sağlığı sorunudur. Bu ilkeyi öğrenciliğimizde hocalarımızdan öğrendik, kitaplardan öğrendik, şimdi de bunları öğrettik. Ne var ki bu ilke Türkiye adaleti tarafından yargılandı ve Türk Tabipler Birliği yöneticileri hakkında davalar açıldı. Savunmamda da bu cümleyi kullandığım için, 15 aylık cezam 2 yıla çıkarıldı. Şimdi koronayla mücadele ederken Sağlık Bakanı olsun, diğer ilgililer olsun, 'virüse karşı savaş' ifadelerini kullanıyor. Önce insanlara karşı savaşın ne anlama geldiğini kavramalarını dilerim."

Savaşın neden halk sağlığı sorunu olduğunu sorduğumuz Gürsoy'un yanıtı da şöyle:

"Çünkü savaş önce silahsız, yoksul toplumun en ezilen kesimlerini vurur. Önce kadınları, çocukları vurur. Bütün savaşlar böyledir ister zafer ister yenilgiyle sonuçlansın. Cephedekilerin ölmesini bir kenara bırakıyorum! Kadınlar bu işin acısını çeker, çocuklar sefalet içinde ölür. Bütün savaşlara baktığımızda arka planda olan budur. Bu yüzden tıp etiğine girmiş bir kuraldır."

'SAVAŞA KARŞI PLATFORM KURULMALI'

Prof. Dr. Gençay Gürsoy, muhalefetin, savaşa karşı önemli görevinin olduğunu düşünüyor:

"Muhalefete sürekli çağrımız var. Savaş politikaları konusunda sesini yükseltmesi gerekiyor. Ülke uçuruma gelmiş durumda; bu aşamada muhalefetin, asgari müşteriklerde birleşip barışı, demokrasiyi, insan haklarını savunacak platform oluşturması ve önümüzdeki döneme, seçimlere böyle bir platformla hazırlanmasını hâlâ bekliyoruz, umuyoruz."

ALKAYA: SAVAŞ TÜRKİYE'NİN PATOLOJİSİNİ DE BOZDU

Sanatçı Orhan Alkaya, savaşların hastalıklı toplumlar ürettiğini vurgulayarak, şöyle diyor:
"40 yıla yakındır süren, eski Genelkurmay Başkanı Tak Şak Paşa’nın söylemiyle 'düşük yoğunluklu çatışma' Türkiye’yi yalnızca çok yormadı, patolojisini de fena halde bozdu. Artık, resmi söylemdeki gibi 'tasada ve kıvançta bir' bir toplumdan ne yazık ki hiç kimse bahsedemiyor. Akıl dışı, anakronik bir mazi yaratılmaya çalışılırken de hababam 'fetih ruhu' diye, içi dışı sorgulanmayan bir hamasete vurgu yapılıyor –ki akıl sağlığı risk sınırını aşmış bir kütle de buradan ürüyor."

SANATA NASIL YANSIYOR?

Savaş politikalarının kültür-sanat alanına yansımasını da sorduğumuz Alkaya, şunları söylüyor:

"Salt anlamda bir barış ne zaman vardı? İktidar aygıtı süregittikçe, olabilir mi? Bunlar sıkı sorulardır. Bize gelince, oldum olası 'dört yanımız düşmanlarla çevrili' paranoyası pompalanan bir toplumun fertleri olarak, hele bu paranoyanın en fazla gerçeklik boyutu edindiği bir dönemde, sanatsal üretimin en ciddi düşmanı da epeyce palazlandı: Otosansür! Herkesin kendi mahallesine/gettosuna çekilmeye mecbur bırakılması da apayrı bir tehdit yaratıcı düşüncenin önünde 'yaratıcı' demenin bile hayati tehlikeye maruz kalmanızı sağladığını da eklemeliyim."

'SAVAŞA KARŞI ÇIKAMAYANDAN BİR ŞEY BEKLENEMEZ'

Orhan Alkaya, muhalefetin savaşa karşı birleşmesi ve görevleri üzerine ise şu fikirde:

"Muhalefetten kastımız, seküler siyaset bölgesi ise –ki giderek böyle tuhaf bir kütleden bahsediyoruz- proaktif olma becerisi neredeyse olmayan, oyun kuruculuğu unutmuş, Aziz Nesin’in Zübük’ündeki Muhalif Kadir Efendi misali bir tuhaflık tartıda ağır çekiyor maalesef. Savaş politikalarının suç olduğunu söylemeye, karşı durmaya cesaret edemeyen, 'millilik' istismarıyla haplanan hamasete karşı daima 'yutucu' pozisyonunda kalan bir muhalefetten beklentim yok, olamaz. Gene de sahadan çekilmek yerine, pozitif aklın önermelerini söylemeye devam etmekten yanayım. Bugünün yakıcı ihtiyacı, asgari müşterekleri en asgariye indirgeyerek ittifak politikaları üretmektir."